Gönderi

78 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 4 days
G. R. Ledger tarafından yazılma tarihi M.Ö. 395 olarak tespit edilen Ion, Platon’un gençlik dönemi eserlerindendir. Karakterlerini genellikle yaşamış tarihsel kişiliklerden seçen Platon, muhtemelen şairlerin sivri dilinden korkmuş olacak ki, bu diyalogda hayali bir figür yaratmaya ihtiyaç duymuş. Hayali karakterimiz Ion, İyonya'daki Efes’ten gelen, Homeros üzerine uzmanlaşmış bir rhapsoddur. Rhapsod ise şiir okuyan, büyük ozanların şiirlerini adabınca icra edip yorumlayan kişiye verilen addır. Diyalogun başında Ion ile karşılaşan Sokrates, Ion’un Homeros'a bağlılığının hüner bilgisine (tekhne) dayanıp dayanmadığını, ya da bu bağlılığın salt sezgisel olup olmadığını yahut Sokrates'in nazikçe belirttiği gibi, bunun tanrı vergisi olup olmadığını merak eder. İronik bir tarzda giriştiği övgü basamağında Sokrates, bir şair konusunda uzman olmanın onun sözlerinin ve düşüncelerinin tam anlamıyla bilinmesiyle mümkün olduğunu, bu yüzden Ion gibi bir rhapsodun hayranlık uyandırdığını ifade eder. Bu iltifat karşısında kayıtsız kalamayan Ion da kendini övmeye başlayarak Sokrates’in ağına düşer. Belirtildiği gibi diyaloğun temel derdi, şiir zanaatının -çünkü henüz böyle görülüyor- diğer zanaatlar gibi teknik bir bilgiye yani tekhne (τέχνη) olup olmadığıdır. Burada biraz “τέχνη” üzerinde durmak gerekiyor. Asıl anlamını Aristoteles ile kazanan bu terim, Platon’da yapıp etmedeki herhangi bir ustalığı ve daha da özgül olarak, içgüdüsel kabiliyete (phûsis) ya da salt rastlantıya, tesadüfe, şansa (tûkhe) karşıt bir şekilde ustalık gerektiren bir tür mesleki yeterliği belirtmekteydi. Terimsel anlamı diyaloga uygularsak Sokrates’in merak ettiği şey, şairin bir cezbe halinde mi yarattığı yoksa ürünü bilinçli planlı bir şekilde, belirli kurallara uygun olarak mı ürettiğidir. Diyalogu mümkün kılan da Ion’un kendi sanatının ikinci sınıfa dâhil olduğunu; yani bilgiden kaynaklandığını iddia etmesidir. İlk problem Ion’un Homeros hakkında uzman olmasına rağmen hemen hemen aynı konulardan bahseden Hesiodos söz konusu olunca dilinin tutulmasıdır. Hâlbuki herhangi bir konuda uzman olan birisi, o konuyla ilgili bütün alanlarda söz söyleme yeteneğine sahiptir. Örneğin bir hekim insanlara yararlı ve zararlı olan yiyecekleri bilip, bunlar hakkında konuşabildiği için hekimdir. Sadece elma üzerinde konuşabilen birisi ne hekimdir ne de onun bilgisi bir zanaatı temsil etme yeteneğine sahiptir. Bu cevap karşısında afallayan Ion, kendi durumunun nedenini sorduğunda Sokrates çünkü Homeros hakkındaki söylediklerinin bilgiden kaynaklanmadığını söyler. Ancak ben Sokrates’in açıklamasının aceleci bir genelleme olduğunu düşünüyorum. Sokrates’in yerine bu sahnede mantıkçı pozitivist Rudolf Carnap’ı koysaydık muhtemelen daha tatmin edici şöyle bir cevap verirdi: “Ey Ion, çünkü Homeros ile Hesiodos’un dilsel çerçeveleri birbirinden farklı. Evet, belli ki her ikisi de aynı zamanda cereyan eden benzer olaylardan bahsediyor. Ancak şeylerin ve olayların Homeros’un dünyasında temsil ettiği anlamlar ile göndermeler kendi içerisinde tutarlı farklı bir bütünlük oluştururken, Hesiodos’un dünyasında apayrı anlam ve göndermelerle temsil edilmektedir. Dolayısıyla sen yıllarca Homeros’un dünyasında yaşadığın için, apayrı bir dilsel çerçeve olan Hesiodos’un dünyasına adım attığında sudan çıkmış balığa dönüyorsun.” Ion’un ikinci problemi ise, Homeros hakkında uzman olduğunu iddia etmesine rağmen Homeros’un anlattığı şeyler hakkında uzman olmamasıdır. Sözgelimi Homeros'un betimlemesini yaptığı şeylerden hekimlik üzerine, ya da gemicilik, dokumacılık yahut araba yarışçılığı üzerine neler bilmektedir? Ion bunun üzerine hekimlerin, gemicilerin, dokumacıların ve araba yarışçılarının Homeros'un yapıtlarının gerçeğe uygunluğunun en iyi yargıçları olduğunu kabul etmek zorunda kalır ancak buna rağmen neden bir arabacı değil de rhapsod Homeros’u daha iyi anladığını iddia eder. Sokrates’e göre cevap rhapsodun daha bilgili olması değildir. Rhapsodun başarısı yaşamadığı duyguları yaşıyor gibi anlatması ve hissettirmesidir. Bu durumu kabul eden Ion, durumu şöyle tarif eder: “Sahnede olduğum zaman beni dinleyenlerin ağladıklarını, korkuyla baktıklarım, titrediklerini görüyorum. Seyircilere dikkat etmeliyim çünkü onları ağlatırsam alacağım para beni güldürür, onları güldürürsem alacağım para beni ağlatır.” Ben Sokrates’in yine aceleci davrandığını düşünüyorum. Sözü yine Rudolf Carnap’a verelim: “Sevgili Ion, elbette bir hekim Homeros’un dizelerindeki hekimlik sanatı ile ilgili kısımlarda bir rhapsoddan daha bilgilidir. Ancak hekimin bilgisi sadece bununla sınırlıdır. Oysaki bir rhapsod her ne kadar bu konularda daha yüzeysel bir bilgiye sahip olsa da onun asıl başarısı, incelediği şairin dilsel çerçevesine hâkim olmasında yatar. Bir hekim, bazı konularda uzman olabilir ancak şairin anlamı inşa etme süreci, önermeleri ve göndermeleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Şiirin marifeti ise parçalarına ayrılması değil, bütünlüğünün kavranmasında yatar.” Tüm bunların sonunda hala cevaplanmamış bir soru durmakta: Peki, rhapsodun ya da şairin başarısı kaynağını nereden alıyor? Çünkü görüldüğü üzere bu bilgiden kaynaklanmıyor ve oyunculuk da tek başına yeterli bir şey değil. Sokrates’e göre şairin bilgisi yoktur, sadece Musalar yardımıyla gelen ilham ve Tanrı yardımı şairi ortaya çıkarır. Neticede şair denilen insan hafif kanatlı, kutsal bir insandır. İlham gelmeden ya da kendisinden geçmeden bir şey yaratamaz. Bu tanımlama çoğu şair için büyük bir övgü kaynağı olabilir ancak Platon’u tanıyan için içerisinde nasıl bir ironi barındırdığı aşikârdır. Örneğin Phaidros diyaloğunda bir cezbe ile kendisinden geçerek metni okuyan Phaidros’a Sokrates aynı yetkinlikle ve duyguyla eşlik eder. Ancak rasyonel düşünmeye başladığı anda “farkına varmadın mı ki artık dithyrambos edasıyla konuşmaya, destana yakışır sözler söylemeye başladım. Hem de ayıplarken!” diyerek aslında bu halin yetkin bir hal olmadığını ifade eder. Yani şair iyi bir hatiptir, başarılı bir şekilde duygu uyandırır. Ancak bunu ne bilgiyle yapar ne de söyledikleri çoğu zaman gerçeği yansıtır. O sadece Tanrı’dan aldığı bilinçsiz bir kendinden geçme (enthousiadzon ekthron) halinin yansıtıcısıdır. Sokrates sonunda, büyük şairin övgüye değer yanlarını herhalde tanrısal esinle (theia moria) kavramış olduğunu kabul ederek Ion 'u avutur. Şairleri kendi ütopyasında Devlet’ten kovan Platon’un, şairler hakkında ilk düşüncelerini ortaya koyduğu bu eser nihayetinde varacağı yerin hemen hemen tüm işaretlerini taşıması bakımından önemlidir. Sevgili https://1000kitap.com/Althusser ve https://1000kitap.com/sonrasiz, 20. yüzyılda felsefede analitikçiler tarafından yeniden gündeme getirilen, şiir ve anlamlı önerme konusunun temellerinin atıldığı bu diyalogu tartışmaya açmak için böylesi bir giriş yeterlidir diye umut ediyorum.
Ion
IonPlaton (Eflatun) · Kabalcı Yayınevi · 2011547 okunma
··
1 plus 1
·
324 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.