Gönderi

Otuz yıldır boşuna okumuşum! Çocukluğumun, gençliğimin ve ergenliğimin binlerce saatini okuyarak geçirmişim ve bütün bunlardan geriye kocaman bir " unutma"dan başka bir şey kalmamış. Üstelik bu nahoş durum iyileşmiyor, tam tersine kötüleşiyor. Bugün bir kitap okusam, daha sonuna gelmeden baş kısmını unutacağım. Kimi zaman belleğimin gücü bir sayfayı bile tutmaya yetmiyor. Ve böylece paragraftan paragrafa, bir cümleden ötekine tutuna tutuna ilerliyorum, çok geçmeden öyle bir duruma geleceğim ki ancak gitgide yabancılaşan bir metnin karanlıklarından akıp gelen, okundukları sürece birer kuyrukluyıldız gibi parıldayan ve hemen arkasından kesinkes unutmanın karanlık akıntılarında kaybolan birtakım kelimeleri bilinçli olarak kavrayabileceğim. Çoktandır edebî tartışmalarda ne zaman ağzımı açsam berbat bir biçimde kendimi rezil ediyorum: Mörike’yi Hofmannsthal”le ; Rilke’yi Hölderlin'le ; Beckett'i Joyce'la ; Italo Calvino’yu Italo Svevo’yla ; Baudelaire'i Chopin’le; George Sand’ı Madame de Stael'le filan karıştırıyorum. Hayal meyal anımsadığım bir alıntıyı dile getirmek istediğimde günler boyu arayıp duruyorum kitaplarda, çünkü yazan unutmuş oluyorum ve ararken hiç tanımadığım yazarların bilinmedik metinlerinde kendimi kaybediyorum, sonunda da ne aramakta olduğumu tümden unutmuş hale geliyorum! Zihnim bunca karmaşık bir durumdayken hangi kitabın hayatımı değiştireceği konusundaki bir soruyu nasıl yanıtlayabilirim? Hiçbir kitap mı? Bütün kitaplar mı? Herhangi biri mi? Yanıtını bilmiyorum. Ama belki de -kendimi avutmak için böyle düşünüyorum- belki de okurken (tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi), apansız makas değiştirmeler ve sert sapmalar yoktur. Belki de okumak bir ilaçlama eylemi gibidir, bilinç adamakıllı emer her şeyi; ancak o kadar hissettirilmeden, osmotik bir biçimde olur ki bu, ne yapıldığı anlaşılmaz. Amnesie in litîeris çeken okur, okuyarak büyük bir değişime uğradı ama değiştiğini kendisine söyleyebilecek beynindeki kritik noktalar da birlikte değiştiğinden bunu fark etmedi. Bu hastalık, bütün büyük edebiyat yapıtlarının karşısında duyulan ezici saygıdan yazan korusaydı ve özgün şeylerin yaratılmasında mutlaka gerekli olan intihal ile yazar arasında gerçekten basit bir ilişki kurulmasını sağlasaydı, kendisi de yazan biri için neredeyse bir lütuf, evet, hatta gerekli bir koşul bile olabilirdi. Bunun, zoraki, sefil ve berbat bir avuntu olduğunun farkındayım, bundan kurtulmaya da çalışıyorum: Bu korkunç amneziye teslim olmamalısın, diye düşünüyorum, bu unutma seline bütün gücünle karşı koymalısın, metinlere balıklama dalmamak, berrak ve eleştirel bir bilinçlilikle onların karşısında durmalı, özet çıkarmalı, ezberlemek, zihnini çalıştırmalısın; tek sözcükle tanımlarsam -ki burada adını ve yazarını şu anda çıkaramadığım; ama son dizesi bir ahlak ilkesi gibi zihnime sürekli, silinmemecesine kazınmış olan ünlü bir şiirden alıntı yapıyorum-: “Zorunlusun,” diyor şiirde, “zorunlusun... zorunlusun ..." Ne budalaca! Şimdi de şiirin sözlerini unuttum. Ama ziyanı yok, çünkü şiirin anlamı kesinlikle hatırımda. Şöyle bir şeydi: “Yaşamını değiştirmelisin!”
·
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.