Gönderi

Bir kadın her zaman birini büyüler ama sadece çöllerden gelen ırkların gözlerinde böyle herkesi büyüleme gücü vardır. Çöllerden kopup gelenlerin gözünde belki de uzun uzun seyrettikleri sonsuzluğa benzer bir şeyler kalmıştır. Acaba doğa ileriyi görerek onları kumlardaki seraplardan, güneş sellerinden ve havanın kavurucu sıcağından korumak için retinalarını birtakım yansıtıcı perdelerle mi donatmıştı? İnsanlar da başka canlılar gibi, geliştikleri ortamlardan bir şeyler alıp oradan edindikleri özellikleri yüzyıllarca koruyor mudur? Irklar sorununa dair bu problemin o çok önemli çözümü, belki de sorunun kendi içindedir, içgüdüler birer canlı olgudur, nedeni de ortama uyma, ayakta kalma zorunluluğudur. Hayvanlardaki tür çeşitliliği, bu içgüdülerin etkinleşmesinin bir sonucudur. Nedeni uzun süre araştırılan bu gerçeğe inanmak için geçenlerde İspanyol ve İngiliz koyunları üzerinde yapılan gözlemin insan topluluklarına uygulanması yeterlidir. Otların bol olduğu çayır düzlüklerinde, sürüdeki koyunlar birbirlerine yakın otlamakta, seyrek olduğu dağlık bölgelerde ise sürü, etrafa dağılmaktadır. Bu iki koyun türünü yurtlarından söküp alın, Fransa'ya ya da İsviçre'ye götürün; çayırlar alçak ve gür otlarla kaplı olduğu halde dağlı koyun oralarda sürüden ayrı otlayacaktır, ovalı koyunlar ise Alp Dağları'nda olmalarına rağmen birbirlerine yakın otlayacaklardır. Edinilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılmış içgüdüler ancak birkaç kuşak sonra belli belirsiz yeniden şekillenebilir. Nasıl dağlılık içgüdüsü yüz yıl sonra inatçı bir keçide yeniden ortaya çıkıyorsa, on sekiz yüzyıllık sürgünlüğün* ardından Doğu da Esther'in gözlerinde ve yüzünde öyle parlıyordu. [*: Esther bir Yahudi kızı. Kitabın 1838’de yayımlanan kısmındadır.]
Sayfa 41 - E-kitapKitabı okuyor
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.