Gönderi

6.bölüm * 15 Ekim 2010 tarihinde Thomas Fritz [...] kurumuş bir yabanelması ağacını kesmeye kalktı. (...) Kalem kalınlığında bir dal, elinin başparmağıyla işaret parmağı arasındaki perdeye girdi. (...) İki gün sonra doktora gittinde bir kist oluşmuştu. Fritz antibiyotik kullandı ama işe yaramadı. Eli ancak beş hafta sonra bir cerrah etine saplanmış birkaç kıymığı çıkardıktan sonra iyileşmeye başladı. Fritz'in doktoru yaradan biraz sıvı örneği almamış olsaydı, bu talihsiz olay burada kapanacaktı. Sıvı, esrarengiz mikrobiyal örneklerin ne olduğunun belirlenmesi için gönderildiği Utah Üniversitesi'nde bir tesise ulaştı. Laboratuvarın otomatik cihazları, Fritz'in yarasındaki bakterinin E.coli olduğunu saptadıysa da, tıbbi direktör Mark Fisher bunu yutmadı. DNA doğru eşleşmiyordu. Dizileri daha yakından inceleyince, bunların çok yakın bir tarih olan 1999'da keşfedilmiş Sodalis adlı bakterininkiyle neredeyse özdeş olduğunu fark etti. Şansa bakın ki, bakteriyi keşfeden Colin Dale adlı İngiliz biyolog da aynı üniversitede çalışıyordu. Dale kuşkuluydu. Fisher, mikrobun laboratuvarda agar besiyerinde ürediğine dair güvence verdiyse de, Dale bir yanlışlık olduğunu düşünüyordu. Bilindiği kadarıyla Sodalis yalnızca böceklerin vücudunda yaşıyordu. Dale onu ilk olarak kan emici çeçe sineğinde, ardından hortumlu kınkanatlılarda, piskokulu böceklerde, yaprakbitleri ve bitlerde bulmuştu. Bakteri bu hayvanların hücrelerinde yuvalanıyordu ve başka bir yerde yaşayamayacak kadar çok gen kaybetmişti. Enfekte bir elde ya da ölü bir ağaç dalında yaşamak şöyle dursun, bir petri kabında üretilmesi bile olası değildi. Yine de DNA yalan söylemiyordu. Fritz'in elinden alınan örnekteki bakterinin birçok geni Sodalis'in genleriyle özdeşti. Dale bu yeni suşa "İnsan Sodalis'i" anlamında HS ("human Sodalis") adını verdi. "HS'nin yaygın olduğundan şüpheleniyorum ama gidip ölü ağaçlara bakmıyoruz," diyor. Bu öyküdeki tesadüfleri bir düşünün. Bu yabanıl mikrop tam da doğru dalın üzerinde bulunuyordu; dal doğru insanın elini deldi ve numune, mikrobun böceklerdeki evcilleşmiş kuzenini keşfeden kişinin çalıştığı doğru laboratuvara gönderildi. Saçma bir olasılıksızlıklar silsilesi gibi görünüyordu. (...) Simbiyoz âlimleri bu konuyu tartışırken, gözlerinde hafif bir pırıltı belirir çünkü bu konu bize hayvanlarla bakteriler arasındaki ortaklığın en temel ama en belirsiz yönüne, ortaklığın başlangıcına göz atma şansı verir ki bu fırsat çok nadir ele geçer. Genellikle biz bu ilişkileri öğrendiğimizde, ortaklar milyonlarca yıldan beri vals yapmaktadır. Peki ama ilk kez bir araya geldiklerinde nasıl görünüyorlardı? Bir araya gelmelerini sağlayan neydi? Onca zamandır birlikte dans etmeyi nasıl başardılar ve bu süreçte nasıl bir değişim geçirdiler? (...) HS bir istisnadır. Sodalis'in, böcek vücudunun sözleşmeli parçası hâline gelmeden önce, ortamda serbest yaşama ve fırsatını bulduğunda bir hayvan konakçıyı enfekte etme becerisi varken nasıl görünmüş olabileceğini gösterir bize. O, kayıp halkadır. Beklemedeki simbiyonttur. Bilmciler uzun süredir bu tür atasal mikropların var olduğunu tahmin ediyordu ama pek azı bunlardan birini bulabileceğini düşünüyordu. Dale iki tane buldu. O nedenle HS'ye resmi ismini o verdi: Sodalis praecaptivus, yani "esaret öncesi Sodalis". * Endosimbiyoz bütün meslek hayatı boyunca Margulis'in dünyaya bakışını etkiledi. Canlılar arasındaki bağlantılar onu cezbediyordu; her canlının diğer pek çok canlıyla topluluklar hâlinde yaşadığını fark etmişti. 1991'de bu birliği tanımlamak için Yunanca "yaşam birimi bütünü" anlamına gelen holobiyont sözcüğünü kullandı. Holobiyont, yaşamının önemli bir bölümünü birlikte geçiren bir organizmalar topluluğunu anlatır. (...) Rosenberg, holobiyont kavramını genlerin dünyasına soktu. Evrimsel biyologlar, hayvanları ve diğer organizmaları, genleri taşıyan araçlar olarak görürler. En iyi taşıyıcıları yaratan genlerin -sözgelimi en hızlı çitalar ya da en dayanıklı mercanlar veya en görkemli cennetkuşları- sonraki kuşağa aktarılma olasılığı daha fazladır. Zamanla bu genler yaygınlaşır; aynı şekilde onları taşıyan hayvanlar da. Ama doğal seçilim asıl etkisini genler üzerinde gösterir. Genler bilim jargonunda "seçilim birimleri"dir. Evet ama kimin genlerinden söz ediyoruz? Bir hayvan sadece kendi genlerine değil, mikroplarının sayıca çok daha fazla olan genlerine bağımlıdır. Benzer şekilde mikroplar da kendilerini sonraki kuşaklara taşıyacak bedenleri oluşturan konakçılarının genlerine bağımlıdır. Bu DNA topluluklarını ayrı ayrı düşünmek Rosenberg'e hiç de anlamlı gelmiyordu. O, bütün bu genlerin tek bir varlık, "evrimde doğal seçilimin birimi olarak kabul edilmesi gereken" bir hologenom olarak işlediğini düşünüyordu. Bunun ne anlama geldiğini kavramak için doğal seçilimle işleyen evrimin üç şeye bağlı olduğunu hatırlayın: Bireyler arasında VARYASYON olmalıdır; bu varyasyonlar KALITSAL olmalıdır ve yine bu varyasyonlar canlının hayatta kalma ve üreme becerisi olarak tanımlanan UYUM GÜCÜNÜ etkileme potansiyeline sahip olmalıdır. Varyasyon, kalıtım ve uyum: Bu üçü varsa eğer evrimin motoru harekete geçer ve ortamına giderek daha fazla uyum sağlayan kuşaklar ortaya çıkar. Bir hayvanın genleri bu üç ölçütü kesinlikle karşılar. Fakat Rosenberg, bir hayvanın mikropları için de aynısının geçerli olduğuna dikkat çekmiştir. * Hayvanları çiftleşmekten alıkoyan ya da çiftleşme sonucu doğan yavruyu öldüren veya zayıf düşüren herhangi bir şey, iki grubu birbirinden giderek uzaklaştıran bir "üreme yalıtımı" yaratabilir. Rosenberg'in gösterdiği gibi, bakteriler de üreme yalıtımına neden olabilir. Mikroplar, iki topluluğun karşılaşmasını engelleyen canlı bir bariyer gibi davranarak, yeni türlerin kökenini yönlendirebilir.
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.