Gönderi

96 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Tasavvufta meşhur bir mesel vardır; Pervane ile ateşin aşkı. Çok değişik üsluplarda, değişik kelimelerle anlatılır da anlatılır ama her seferinde merakla dinlenir. Kısa bir uyarlamasını da benden dinleyin; Pervane, vuslat aşkı ile dönerken ateşi görür, bir anda vurulur, o ne güzelliktir öyle, o ne parlaklıktır, işte güzelliği bulmuştur sonunda. O güzellik ki bize faniliğimizi bir anda unutturur, büyük bir coşkuyla ateşe uçmaya başlar, parlaklıktan gözleri kamaştıkça coşkusu giderek artar da artar, ateşe daha yakın olmak, yalnız onu arzulayan zavallı bir yaratıkçık olmak arzusuyla döner, yaklaştıkça ateşin buhurundan yanmaya başlar, ama yandığını hissetmeyecek kadar büyük bir uhrevi alemdeki zihni daha da yaklaşmak, en sevgiliye dokunmak isteğiyle döndükçe döner, yaklaştıkça kanatları tutuşur, bu rahatsız etmez onu, hatta bundan duyduğu garip hazda acının etkisi hepten silikleşir, belki manasız hayatına bir mana bulmuş gibi hisseder bir anlığına, diğer kanadını da uzatır daha sonra ve diğer kanadı da kül olup toprağa, doğduğu yere karışır, artık ateşle bütünleşme arzusu öyle boyuta varır ki, ateş ile küçük ve anlık bir kucaklaşma için son uçuşunu yapar. Sonunda yere düşer ince külden bir toz bulutu... Ateş burada tanrıyla 'bir' olmayı(fena-fillah derecesi) ya da benliğinin en iç noktasıyla dış noktası arasında mesafenin yokolması, yani tam anlamıyla ben'leriyle 'bir' olabilmek manalarına gelir. Bazı kaynaklar da ateşi Yunan mitoslarına dayanarak(Prometheus'un kaderini hatırlayınız) bilme arzusuyla yanıp tutuşmak olarak yorumlar ki yine isabetlidir. Gelelim bunu neden anlattığıma, kitapta bu mesel'in özü, arkaplanda işlenen çarpıcı temalardan biridir. Kişi içinde taşıdığı onlarca ben'den ibarettir temelde. Biz bunları tek kişiymiş gibi algılamak pahasına bu iç seslerden bazılarını susturur, bazılarını zihin tahtına oturturuz. Zor zamanlarımızda dayanabilen ben'ler de vardır, içimizdeki çocuğu yansıtan ben'ler de. Devam edelim. "Varoluş sancısı bayım, yok olacağını düşünen insanın lüzumsuz düşünceleridir." (S. 5) Daha ilk cümleden neyle karşılaşacağımıza dair bir ipucu veriyor yazarımız. Yine arka fonda işlenmiş varoluşçu temaların parçaları, ruhunuzdaki oyuklara doluyor zaman zaman. Size 'yazar bize çok canlı bir acı portresi sunmuş' gibi beylik laflar etmeyeceğim. Onun yerine Tutunamayan bir adamın, belki de kapak yazısını yazan Ümit Dağcı beyefendinin de dediği gibi 'dili şişmiş bir sarhoşun' geçmişine, biraz da bugününe, badem gözlerle bakacağımızı söyleyeceğim yalnızca. Burada sağlam bir konu yakalamış yazar, spoiler vermeyeyim ama ben özgün buldum. Tanıdığımız, sevdiğimiz insanlar bazen birer kelepçe oluyor, bazen de birer mahkeme misali yargılayan hakimlere dönüşebiliyor. Her halükarda birlikte yaşadığımız toplum, özgürlüğümüzden parça parça koparıyor. Bize kalanla idare etmeye çabalarken de hayatı kaçırabiliyoruz. Bu gönüllü kelepçelerin sınırlarını iyi çizmek gerek. Başkaldırmak, bireyselleşebilmek gerek. İnsan ne kadar isterse istesin bir koyun gibi sürüye bağlı kalamaz uzun süre. Başkaldırmak onun fıtratıdır. Başkaldırdığınızda ise bir anda yargılanmaya başlarsınız. Toplum kendinden ayrıksı olana iyi gözle bakmaz. Bir anda seyyar mahkeme salonu kurulur, sizse Kafka'nın Josef K.'sı gibi neden yargılandığınızı dahi anlayamadan oradan oraya sürüklenir, en sonunda da canınızı topluma teslim edersiniz. Yeni yazara karşı genel okur, her zaman bir önyargı taşır. Bir kendini kanıtlama yeteneği istenir yazardan, biraz şöhret istenir mümkünse, ya da kendine özgü bir delilik beklenir. Garip adamlar olması istenir. Hadi seçimlerimizle yüzleşelim biraz, başta klasikler olmak üzere en beğeni toplayan kitapları okuduğumuzda, her zaman genel beğeninin hipnozu altında kalırız. Ama kabul edelim, bir kitap söylediklerinden çok söylemedikleriyle, ya da daha doğru ifadeyle 'söyler gibi olduklarıyla' güzeldir. Ne de olsa bu dünyada hiç hududa gelmez meseleler var. Bunlardan en büyüğü de yazarın kitabında bize anlatmayarak derinden hissettirdiği ACI. Ama her acı içinde bir umut da taşır, "ne kadar yoğun olursa olsun geçecek" hissi. Her gecenin ardından bir gün de doğar, yeter ki beklemeyi bilelim. Neticede kolay değil 'Egzistans' (varolmak), ve bunun farkındalığıyla ezilmek. Böyle zor konuları yormadan, akıcı bir dille, altı çizilecek sözlerle yazmak da meziyet tabii. Yazarı okumak için bu yüzden bir şans vermelisiniz, umarım kendisinden daha nice konularda nice kitaplar okuruz.
Yüzleşme
YüzleşmeAykut Günaydın · Vaveyla Yayıncılık · 201933 okunma
··
180 görüntüleme
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
‘Söyler gibi ‘ bir inceleme olmuş. Keyifle okudum. ☺️💐
Samet Ö. okurunun profil resmi
Beğenmenize sevindim Gülcan hanım. Umarım kitaba merak uyandırabilmişimdir.
Aykut Günaydın okurunun profil resmi
Sizden bunları duymak beni ayrıca mutlu etti, değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum hocam. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
Tasavvufî bir hayat görüşüm var.. Pervane nin hikayesi bana ,seneler evvel ,ateşi olduğumu zannettiğim Pervanem bildiğim birinin sahnedeki ney eşliğindeki tiyatral dansını hatırlattı hatta o ânlara gittim bi daha izledim☺️incelemeyi okurken ruhumla da melodiyi dinledim. Nasıl bişey olduğunu bilmek istersiniz belki diye de linki buraya koyuyorum. 💐☺️ youtu.be/7zERdxxxrvA
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.