Gönderi

Hicretmar
Yedi tepesiyle meşhur İstanbul’un isminde tepe olan mahallelerinden birisiydi Hidayettepe. Seksenli yıllara kadar şirin ve küçük bir mahalle görümünü korusa da ilerleyen senelerde Anadolu’dan gelen göç akımına kendini kaptırmış ve nüfusu da hızla artmıştı. Hidayettepe Mahallesi’nin o eski şirinliği kaybolmuş âdeta mahalle içinde yeni bir mahalle kurulmuştu. Ellili yıllarda mahallenin şirinliğine yaraşır küçük ama gayet estetik bir mimariye sahip “Hidayet Camii” yapılmıştı. Fakat gün gelmiş mahallenin artan nüfusuyla birlikte cemaati hızla çoğalan camiye de sığılmaz olmuştu. Özellikle Cuma namazlarında bu küçük caminin kapasitesi yetmemiş ve insanlar da mecburiyetten cami kapısı dışında namaz kılmaya başlamışlardı. Hâl böyle olunca mahallenin ileri gelenleri -özellikle de zenginleri- Hidayettepe ismindeki uhrevi manaya ve zamanında İstanbul’u boydan boya ibadethânelerle donatan ceddimize yaraşır bir cami yapmaya karar verdiler. İvedilikle “Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği” kurma işine girişildi. Fakat derneği kurabilmek için yeni yapılacak camiye bir isim düşünülmeliydi. İlk olarak Veysel Karani gibi İslam büyüklerinin adları düşünüldüyse de mahallenin ismiyle uyumlu olsun diye “Hicret Camii” adı uygun görüldü. Böylece çiçeği burnunda derneğin ismi de “Hicret Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği” oldu. Tabii ki iş derneği kurmakla bitmiyordu. Öncelikle yönetim kurulu belirlenmeliydi ve en önemlisi de bu ulu amaç için hizmet görecek derneğin bir başkanı olmalıydı. En nihayetinde yapılan toplantıda derneğin başkanı olarak -otuz senedir Hidayettepe Mahallesi’nde ikâmet eden ve mahallenin de yaşça büyüklerinden olan- Kasap İsmail seçildi. Hâli hazırda zaten bir cami vardı, öyle orta boyutlarda bir caminin yapılması Hidayettepe’ye yakışmazdı. İnşa edilecekse, Hidayettepe ismindeki uhrevi anlama yaraşır, mahalleye dışardan gelenlerin ihtişamıyla hayran kalacağı -devasa boyutlarda- bir cami olmalıydı. Böylece Hicret Camii’nin yapımı için dernek üyeleri canla başla çalışarak para toplamaya başladılar. Malum bu cami öncelikle cemaatin mağduriyetini gidermek için yapılacağına göre maliyetin bir kısmı “Hidayet Camii”nin cemaatinden toplanacak bağışlarla karşılanacaktı. Her Cuma namazında Hidayet Camii imamının, “Dernekten arkadaşlarımız mahallemize yeni inşa edilecek olan Hicret Camii için namaz çıkışında bağış toplayacaklardır, yaptığınız veya yapacağınız hayırları ‘Allahu Teâlâ’nın dergah-ı izzetinde kabul eylemesini niyaz ederim” diye söylemesiyle yardım yapmak için kıvama giren cemaat, caminin tüm çıkışlarında ellerinde yardım kutuları, dillerinde ise “Az çok demeyelim, Hicret Camii’ne yardım edelim” nidası bulunan dernek üyelerine cüzdanlarının elverdiği ölçüde bağışta bulunuyorlardı. Mahallenin yetiştirmiş olduğu en variyetli zât olan birkaç fabrika sahibi ve arazi zengini Sadullah, artık Hidayettepe’de oturmuyor olsa da -henüz yeni hacı olmasının da etkisiyle- büyük bir vefa örneği göstererek Hidayettepe’ye hakim bölgede yer alan genişçe bir arsasını derneğe hibe etti. Tabii ki Hacı Sadullah’tan geri kalmak istemeyen mahallenin diğer zenginleri de hatırı sayılır miktarlarda nakitle derneğe bağışta bulundular. Hicret Camii için düşünülen ebatlara uygun arsa bulunmuştu ve yapımı için gerekli para da dernek üyelerinin cansiparane çalışmalarıyla toplanmaya başlanmıştı. Böylelikle “Temel atma törenleriyle ünlü ülkemize” yakışır bir şekilde yapılan törenle Hicret Camii’nin temeli -Hidayet Camii’nde kılınan Cuma namazını takiben- geniş katılımla ve dualarla atıldı. Fakat Hicret Camii o kadar büyük tasarlanmıştı ki yapılan bağışlar caminin yapımı için yetersiz kalıyordu. Bu nedenle birkaç yılda bitebilecek cami ancak beş senede inşa edilebildi. Ama beş yılda da olsa caminin yapımı sonunda bitmişti. Gerçi geçen bu süre zarfında yer sıkıntısından dolayı müşkül durumda kalan cemaatin sorunları devam etmiş ve caminin yapımı için arsasını bağışlayan Hacı Sadullah ile yüklü miktarlarda bağış yapan diğer zenginler arasında da homurdanmalar baş göstermişti. Fakat Hicret Camii beş yıl gibi uzunca bir sürede bitmiş olsa da son derece ihtişamlı bir cami olmuştu. Görünümü özellikle mahalleye dışardan gelenleri hayran bırakacak derecede heybetliydi. Tabii ki bu durum hem dernek üyelerini hem de caminin yapımına maddi ve manevi katkıda bulunan mahalle sakinlerini son derece memnun ediyordu. Caminin inşasının bitimine müteakip Diyanet, Ali Rıza Uyanık adındaki imamı Hicret Camii’ne tayin etti. Ali Rıza Uyanık kırklarında var yok, iki çocuk babası bir aile reisiydi. En önemli özelliği ise soyadıyla karakterinin birebir örtüşmesiydi. Adeta “gözü açık” kelimesinin bir resmiydi Ali Rıza. Böylelikle imamının da atanmasıyla bir Cuma günü temeli atılan Hicret Camii yine bir Cuma günü törenle hizmete girdi. Camiye ilk günlerde -birazda meraktan- mahalleli tarafından yoğun bir ilgi vardı. Fakat bu ilk günler geçince Hicret Camii de yurdumuzun diğer ibadethâneleriyle aynı kaderi paylaşmaya başladı. Vakit namazlarında caminin çok küçük bir kısmı dolarken, Cuma namazlarında ise -cami çok büyük yapıldığından dolayı- ancak üçte ikilik kısmı doluyordu. Caminin boyutları büyük olduğundan civardaki diğer camilere kıyasla masrafı daha da fazla oluyordu. Yurdumuzda artık teamül hâline gelen cami masraflarını Cuma namazı çıkışında cemaatten toplanan bağışlarla karşılama işi Hicret Camii’nde de yapılıyordu ama hem Cuma namazları caminin hıncahınç dolu olmaması hem de cemaatin beş yıl caminin inşası için mütemadiyen bağış yapmasından dolayı artık elini cüzdanına atma konusundaki isteksizliği gelirin giderden az olmasına neden oluyordu. Caminin giderlerinin fazla olması birtakım sıkıntıların baş göstermesine neden oluyordu. Bu duruma artık bir çare bulunması gerektiğini düşünen İmam Ali Rıza soluğu “Hicret Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği” başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin yanında aldı. Dernek adı üstünde Yaptırma ve Yaşatma Derneğiydi, caminin yapımı sırasında dernek “yaptırma” görevini başarıyla ifa etmişti, şimdi de sıra “yaşatma” görevini yerine getirmesindeydi. İmam Ali Rıza’nın da katılımıyla dernekte toplantı üzerine toplantı yapılıyordu fakat hâlâ giderleri karşılayabilmek için kalıcı bir çözüm bulunamamıştı. Böyle toplantıların birinde İmam Ali Rıza’nın aklına parlak bir fikir geldi. Cami çok geniş yapılmıştı, alt katı bir firmaya kiraya verilse fena mı olurdu? Bu sayede hem cami aydan aya garanti bir gelire kavuşacaktı hem de caminin bakımı çok daha rahat bir şekilde yapılacaktı. Bu düşünceyi dernektekiler biraz garipsedilerse de ellerinde daha iyi bir seçenek olmadığından fikrin uygulamaya geçilmesine hep birlikte karar verdiler. İlk olarak cemaatin müdavimi olan bazı ticaret erbaplarından bu yere kiracı olacak birisinin araştırılması istendi. Ayrıca cemaat yoluyla da caminin alt katına bir kiracı arandığı tüm mahalleye yayıldı. Birkaç ay sonra aranılan kiracı bulunmuştu. Caminin alt katına bir süpermarket kurulacaktı. Kiracı Muhammet Emin adında aslında tekstil işiyle uğraşan ama yurdumuzda bulunan birçok zengin gibi “elimde param varken başka sektörlere de geçeyim, işimi daha da büyüteyim” diyen birisiydi. Muhammet Emin otuz beş yaşlarında, son derece hırslı ve gözü açık bir kişilikti. Bir süpermarket açma fikri onun bir süredir aklındaydı ama bir türlü şartlar olgunlaşmamıştı. İşte şimdi tam da istediği gibi bir yer bulmuştu. Cebinde nakit de bol bulunduğundan yeri kiralaması zor olmadı. Böylece Muhammet Emin süpermarketi kurma çalışmalarına başladı. Marketi içinde envai çeşit ürünü bulunduracak şekilde tasarladı. Potansiyel müşterilerin çoklukla cemaat içinden olacağını düşündüğünden bu süpermarketin ismini de “Hicretmar” olarak koydu. Ve bir Cuma namazı sonrasında İmam Ali Rıza’nın da yaptığı dualar eşliğinde Hicretmar, cafcaflı bir törenle hizmete girdi. Tören sırasında hem İmam Ali Rıza’nın hem de diğer dernek üyelerinin âdeta gözlerinin içi gülüyordu. Bu sayede camiyi “yaşatma” görevi de dernek üyeleri için başarıyla yerine getirilmiş oluyordu. İlk zamanlarda Hicretmar her yeni açılan market gibi mahallelinin son derece ilgisine mazhar oldu. Bu dönemde satışlar gayet tatmin ediciydi. Fakat ilerleyen aylarda işler hiç de Muhammet Emin’in istediği gibi gitmemeye başladı. Cuma namazları sonrası ve hafta sonu işler biraz kıpırdanıyordu ama özellikle hafta içi Cuma dışı günler satışlar kesat gidiyordu. Hicretmar’ı açalı altı ay olmuştu ve market sürekli zarar ediyordu. Açıkçası bu duruma Mehmet Emin’in dayanacak gücü kalmamıştı ve aklından yavaş yavaş Hicretmar’ı kapatmayı geçirir olmuştu. Son çare olarak İmam Ali Rıza’yla konuşmaya karar verdi. Bir Pazartesi günü öğle namazı sonrasında hoca efendinin yanına gitti. “Selamün aleyküm Ali Rıza hocam.” “Ve aleyküm selam Muhammet Emin kardeşim. Sen nasılsın? İşler nasıl gidiyor?” “Hocam vallahi işler kesat, bu gidişle topu atacağız.” “Muhammet Emin kardeşim biraz sebat etmek lazım. İnşallah Allahu Teâlâ yardımcın olacaktır biraz daha sabır göster.” “Hocam iyi diyorsun da Hicretmar altı aydır hizmette ve ilk aylardan sonra zarar etmeye başladı. Bu zararla ne kadar daha devam edebilirimki. Ali Rıza Hocam işin kısası ben buraya sana bir ricada bulunmaya geldim. Hicretmar’ın işlerinin açılması için cemaatin alışverişe gelmesi gerekli, bunun için de Cuma sohbetinden sonra -tıpkı camiye bağış istediğin günlerdeki gibi- cemaate marketin reklamını yapmanı istiyorum.” İmam Ali Rıza bu isteği kafasında beş-on saniye kadar düşündü. Eğer Hicretmar kapanırsa caminin garanti geliri kaybolmuş olacak ve cami eski parasız günlerine geri dönecekti. Ayrıca cemaatten camiye yardım diye bağış istemektense Hicretmar’ın reklamını yapmak kendisi için daha rahattı. “Peki Muhammet Emin kardeşim dediğini yapacağım, Hicretmar’ın kapanmasını ben de istemem. Bak aklıma şimdi yeni bir fikir geldi. Sen bir reklam hazırlat, biz de her Cuma namazı bitiminde caminin hoparlörünü kullanarak bu reklamın yayınını yapalım.” Bu düşünceye Muhammet Emin çok sevinmişti, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Hemen işe girişti, şöyle sloganı okkalı olan bir reklam hazırlattı. Cemaate hoş gözükmek için de reklam sloganında “Kabenin Yolları” ilahisinin melodisini kullandı. Böylelikle İmam Ali Rıza namazdan önce her Cuma sohbeti sonrasında Hicretmar’ın reklamını yapıyordu. İmam Ali Rıza sohbetlerde şunları söylüyordu: “Ey cemaati müslümin, biliyorsunuz camimizin altında altı aydır Hicretmar adlı süpermarket bulunmaktadır. Ve altı aydır biz sizlerden camiye yardım adı altında bağış toplamıyoruz. Fakat aldığımız duyumlara göre Hicretmar’da müşteri azlığı varmış ve satışlar da istenilen düzeyde değilmiş. Sizlerden ricam camimizin kalkınması ve gelirinin devam etmesi için Hicretmar’a bir uğrayıp alışveriş yapmanızdır. Ayrıca ben de evimin alışverişini Hicretmar’dan yapıyorum, gayet hesaplı da bir market. Hem de bugün Cuma, Hicretmar’da Cuma günleri “Halk Günü” bu nedenle büyük indirimler var, bu indirimlerden de faydalanın.” Cuma namazları bitiminde de caminin hoparlöründen Kabenin Yolları melodili şu reklam duyuluyordu: Namazdan sonra Hicretmar’a gelin Namazdan sonra Hicretmar’a gelin Hesaplı alışverişi de görün Hesaplı alışverişi de görün Bu reklamın devamında da şunun gibi bir başka reklam duyuluyordu: “Cuma günleri Hicretmar’da Halk Günü. Bugün kasap reyonumuzda müthiş indirimler var, kuzu külbastı ve dana kıymada şok indirim. Bu fırsatı sakın kaçırmayın.” İmam Ali Rıza’nın ve reklamların da etkisiyle cemaat Hicretmar’a yeniden yoğun ilgi göstermeye başladı. Muhammet Emin marketi kâr etmeye başladığı için son derece sevinçliydi, İmam Ali Rıza ve dernek üyelerinin de keyiflerine diyecek yoktu tabii ki. Bu durum cemaatten tek tük tepkilere neden oluyordu ama hemen hemen herkes olayı kanıksamıştı. Cemaatin içinde Hicret Camii’nin müdavimlerinden seksenine merdiven dayamış Hacı Salih adında bir zât vardı. Hacı Salih aslında Hidayet Camii’nin müdavimlerindendi ama evine daha yakın bir yerde olduğu için artık namazını Hicret Camii’nde kılıyordu. Bu cami hizmete girdiği günden beri Hacı Salih bütün namazlarını buradaki cemaatle kılardı. Fakat tam da Hicretmar’ın kuruluşuna yakın bir zaman önce Hacı Salih ağır bir kalp rahatsızlığı geçirmiş ve hemen akabinde çok ciddi bir ameliyat olmuştu. Uzun süreli bir tedavi sonucunda sağlığına yeniden kavuşmuştu ama artık namazlarını da evde kılıyordu. Lakin sağlığı eskisi gibi olmasa da en azından Cuma namazlarını Hicret Camii’nde kılmak istiyordu. Kendinde güç bulduğu ve havanın da güzel olduğu bir Cuma günü namaza Hicret Camii’ne gitti. Fakat hem Cuma sohbeti sonrasında İmam Ali Rıza’nın Hicretmar’ın reklamını yapması hem de namaz bitiminde cami hoparlöründen reklamın duyulması Hacı Salih’i çok şaşırtmıştı. Sadece şaşkınlık değil içinde kızgınlığında var olduğu birçok duyguyu aynı anda yaşıyordu. İkindiyi de Hicret Camii’nde kılmaya karar verdi. Bu durumu mutlaka Ali Rıza Hoca’ya sormalıydı, herhalde hoca efendi kendisine tatmin edici bir cevap verirdi. Bu kararla evine gitti. Biraz dinlendikten sonra ikindi vaktinin yaklaştığını gördü ve abdestini tazeledi. İkindi ezanının okunmasına az bir süre vardı, camiye ancak giderdi. Evinden çıktı ve yavaşça camiye doğru yürümeye başladı. Camide en ön safta yer aldı. Ve namaz kılındıktan hemen sonra İmam Ali Rıza’nın yanına gitti. “Selamün Aleyküm Ali Rıza Hocam.” “Ve Aleyküm Selam Hacı Amca. Sağlığın nasıl? Duydumki ağır bir rahatsızlık geçirmişsin, umarım sıhhatin yerindedir.” “Hocam ne olsun işte yaş neredeyse seksen, bir ayağımız çukurda. Sıhhatim fena sayılmaz, şükür yine buralara gelip namaz kılabiliyorum.” “Allah daha uzun ve sıhhatli ömürler versin Hacı Amca.” “Ali Rıza Hocam bilirsin ben seni oğlum gibi severim. Uzun zamandır hastalığım nedeniyle camiye gelimiyordum, bugün Allah kısmet etti ve ben de Cuma namazını eda ettim. Fakat gördüklerim ve duyduklarım beni çok şaşırttı. Bunları sana sormaya geldim.” “Buyur Hacı Amca ne sormak istiyorsun?” “Hocam caminin altına market yapılmış bu ne iştir? Onu da geçtim sohbet sonrasında marketin reklamını yapıyorsun, bu da yetmezmiş gibi cami hoparlöründen marketin reklamları yayınlanıyor.” “Hacı Amca eskiden camiye cemaatten sürekli olarak yardım toplardık. Böyle yapmak hem bizim için hem de cemaat için sıkıntılı bir durum oluşturuyordu. Ayrıca giderlerde fazlaydı. Biz de çözüm olarak caminin altını kiraya verdik. Caminin altı oldu Hicretmar. Baktık Hicretmar iş yapmıyor, kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bu sefer de çare olarak bize reklamını yapmak düştü.” “Ali Rıza Hocam eskiden ne güzel gönlümüzden ne koparsa az çok demeden bağış yapardık. Yeri gelir cebimizde paramız olmaz o zamanda bu seferlik boş geçerdik. Yaptığımız bağışlarla hem sevap kazanırdık hem de manevi olarak huzur bulurduk. Şimdi ise eski köye yeni âdet getirmişsiniz. Cemaati camiye yardım diye Hicretmar’dan alışveriş yapmaya yönlendiriyorsun. Giderler fazlaydı diyorsun, bak Hidayet Camii’ne bizim bağışlarımız sayesinde neredeyse altmış yıldır ayakta.” “Hacı Amca bizim camimiz büyük, masraflarımız Hidayet Camii’ne hiç benzemez. Devir değişiyor Hacı Amca geriye bakmamak lazım. Eski adetler eski zamanlarda kaldı, artık devir Hicretmar devri.” “Peki Hocam sen kal sağlıcakla. Ben sorularımı sordum cevaplarımı da senden aldım. Allah’ın inayeti üzerine olsun.” Hacı Salih, İmam Ali Rıza’dan aldığı cevapların yarattığı büyük hayal kırıklığının üzerine sinmesiyle düşüne düşüne evine gitti. Eve gittikten sonra koltuğa ağır bir külçeymişçesine çöküp kaldı. İmam Ali Rıza’dan duyduğu sözleri bir süreliğine düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı, ”Hoca yeni devir diyor, belli ki bu devir benim gibi seksenlik bir adamın devri değil. Pek tabii ki bu devrin camisi de benim camim değil. Benim camim olsa olsa altmış yıldır ayakta duran Hidayet Camii’dir. Bundan kelli namazlarımı tıpkı eskisi gibi Hidayet Camii’nde kılacağım.” Aldığı karardan mutluydu Hacı Salih ama kızgındı hem de çok; eskiyi, gelenekleri kaldırıp bir köşeye atan yeni nesle. Not: Bu hikaye, Kasım 2010 tarihli Temrin Dergisi 31. Sayısında yayınlanmıştır.
··
52 görüntüleme
Kitap Kâşifi okurunun profil resmi
Boşuna dememişler; "bir varmış, bir yokmuş" diye. Hayat böyle işte bir gün varsıdır, yarın yok.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.