"Gözlerim, yeşil yılanların gözleriydi"
Az da olsa spoiler içerebilir ama o spoilerler olmasa da bu incelemeyi yazamazdım.
Edebiyatımızın güçlü kalemi Selim İleri'nin yazdıkları ve edebiyata kattıklarıyla aldığı bir çok ödül ve övgüye rağmen yine de daha fazla onore edilmesi gerektiğini
düşünenlerdenim. Mutlaka bir yerlerde bir sokağa falan ismi verilmiştir ama hayatını sadece kalemiyle kazanan bu usta yazarın en azından bir üniversiteye adı verilmelidir diyorum. Bu sonuca varışımdaki temel faktör Selim İleri'nin kullandığı kendine özgü sözcüklerle, cümle yapılarıyla dil hazinemize zenginleştirme yönünde yaptığı katkılardır. Bunun örnekleri okuduğum "Hepsi Alev" adlı romanında da bol miktarda var.
Gelelim romana.
Selim İleri edebi hayatının 40. yılında yazdığı bu romanıyla gerçek anlamda bir şaheser yaratmış. Bu yönüyle edebiyatta zirveyi yakalamış bir diyebiliriz. Bizans'ın bir dönemine damgasını vurmuş "güçlü kadın" İmparatoriçe İrene'nin ağzından, kendi dönemi içinde gidişli gelişli, zaman zaman bilinç akışı metodunu kullanarak ve şiirsel bir dille yazılan 190 sayfalık bu romanı dört güne yayarak ve tadını çıkararak okudum.
Yoksul bir kız çocuğu olarak saraya satılışı ve imparatorla evlendirilmesi, burada cinselliği tanıması, kayınpederi tarafından uğradığı cinsel tacizler, kişisel gelişimi oluşurken ve çevresindeki entrikaların etkisiyle oluşan ve belli bir süre sonra imparator naibi olarak iktidarı ele geçirmesi sonrası kişiliğinde oluşan iki uçlu değişim Selim İleri'nin büyülü cümleleriyle kağıda nakşedilmiş.
İktidarı ele geçirmesi sonrası, uzun yıllardır kendinden önceki imparatorların yasakladığı ikonaları "yüksek sanat" olarak kabul edip bunları yok etmeyi hedef alan "İkonoklazm" denen akımın fanatikleriyle yaptığı mücadele romanın ana izleklerinden bir tanesi. Hz. İsa'nın ve Meryem'in çektiği çileleri anlatan resim ve heykelciklerin put olarak kabul edilip yok edilmesini yani "İkonoklazm"ı sanata karşı bir bağnazlık olarak kabul edecek kadar ince ruhlu -o döneme göre çağdaş ve sanatsever- kişiliği yanında, bu mücadelesini bahane ederek kendisine isyan eden güruha karşı başlarındaki öz oğlunu gözlerine mil çektirerek ve işkencelerle öldürecek kadar da gaddar bir lider figürü görüyoruz. Meryem Ana'nın oğlu İsa çarmıha gerilirken döktüğü yaşları "mavi gözyaşları" olarak betimlemesi kendi oğluna karşı iktidarını korumak amacıyla verdiği tepkiyle çelişse de İrene bu ikilemleri romanın başka bölümlerinde karşısına çıkan farklı durumlarda vereceği kararlarda da yaşıyor. Zaten kişiliğinde oluşan bu iki uçlu görünüm tıbben "bipolar kişilik" olarak da bilinir.
Böylesine çalkantılı bir dönemde Bizans gibi entrikalarıyla ünlü ve çağının dünyadaki en güçlü ve tek imparatorluğunun başında bir kadın olarak verdiği mücadele romanın diğer izleği kabul edilebilir ama saf ve yoksul bir genç kız iken böyle bir hayat yaşayıp iktidarını kaybettiği ve sürgüne giderken kendisiyle baş başa kaldığı dönemde başlayan romanın ama teması İrene'nin ruhundaki fırtınalarla, iç hesaplaşmalarıyla, pişmanlıklarıyla yüzleşmesi olarak da görülebilir.
Dünya tarihi zaman içinde kırılmalar yaşamıştır ve böyle dönemler içinden farklı "devrimciler" çıkarmıştır. İşte İrene'i o dönemin devrimci figürü olarak kabul etmeliyiz. "Put kırıcılara" karşı gösterdiği duruş bir yönüyle günümüzdeki bağnazlığa karşı verilen laik ve aydınlanmacı mücadele ile örtüşüyor. Selim İleri aslında romanın satır aralarına yerleştirdiği sihirli cümleleriyle o günlerden bugünlere bir mesaj da veriyor.
Her yönüyle çok beğenerek okuduğum, etkilendiğim bir eser oldu. Kitabı "malum kitapstore"un indirim bölümünden neredeyse 5-6 yıl önce 4 liraya alıp kütüphanemde unutmam ve bu nedenle okumada gecikmem benim; böyle bir romanın sadece iki baskı yapmış olması ve "çoksatar" değil "yoksatar" olmaması da biz edebiyat sevenlerin ayıbı olsun.