Gönderi

İnsan Kalabilmek
Cemşid'in, memleketinden ilk ayrılışıydı. Lise ikiye kadar okumuş, buna rağmen liseden mezun edilmişti. Son sınıfa geçtiğinde ilçede aylarca süren sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar yaşanmış, okula gidemeyen öğrencilere, sokağa çıkma yasağı kalktığında diplomaları verilmişti. Neredeyse hepsinden bir an önce kurtulmak istermiş gibi, bütün son sınıf öğrencileri mezun edilmişti. O kadarla kalmamıştı. Cemşid'in bazı arkadaşları sokağa çıkma yasakları devam ederken yapılan operasyonlarda ölmüştü. Kimileri sıkıştıkları apartman bodrumlarında yakılmış, cenazeleri tanınmayacak hale geldiğinden DNA testleri sonucunda aylar sonra kimlikleri tespit edilebilmiş, ancak ondan sonra aileleri çocukları için bir mezara kavuşabilmişti. Öyle ki, ölüm sıradanlaşmış, yıkımlar, kıyımlar günlük hayatın parçası haline gelmişti. Ölümden daha acı olansa ülkenin geri kalanının ve bütün dünyanın sessizliğiydi.  Cemşid çok düşünmüştü o günlerde, öfkeden kudura kudura, çaresizlikten çırpına çırpına düşünmüştü. Bir şeyler yapmak istiyor ama hem ne yapabileceğinden bir türlü emin olamıyor hem de aklına getirdiklerine cesaret edemiyordu. Bir çokları gibi Cemşid'in ailesi de yakın bir köyde akrabalarına sığınıp aylarca yirmi altı nüfuslu bir evde yaşamak zorunda kalmıştı. Bir yıl böyle geçtikten sonra sokağa çıkma yasakları kaldırılmış, göç etmek zorunda kalanlar geri döndüklerinde bir harabeyle karşılaşmışlardı. Ne başlarını sokabilecek bir evleri ne de işyerleri kalmıştı. Kasabada her yer viraneye dönmüş, taş üstünde taş kalmamıştı. Cemşidlerin evleri de, evlerinin altındaki bakkal dükkânları da yerinde yoktu artık. Geriye taş ve moloz yığınından bir şey kalmamıştı. İşte o günlerde Cemşid başka bir şehre göç etmeye karar verdi. Babasının bir bakkal dükkânı yoktu artık, işsizdi ve evdeki yedi kişinin bir şekilde geçinebilmesi gerekiyordu.  Lise arkadaşlarından birinin önerisiyle gelmişti Bodrum'a, Türkiye'nin tatil cennetine. Ekmeğini kazanmak için, eve biraz da olsa para yollayabilmek için. Başka çaresi yoktu, evde eli iş tutabilecek tek kişi oydu artık. İşleri hal yoluna koyana kadar çalışıp ailesinin geçimini sağlamak zorundaydı. İş bulmak kolay değildi, hele kendisi gibi gençlerin doğru dürüst bir işte çalışması imkânsız gibiydi. Toplumu kuşatan kamplaşma nedeniyle milyonlarca benzeri gibi Cemşid de potansiyel düşman olarak görülüyordu. Bodrum'da hemşerisi olan bir restoran sahibi onu işe almayı kabul etmişti. Bulaşıkçılık yapacaktı, elinden başka iş gelmezdi zaten. Sahile yakın bir yerde, büyük bir mekândı burası. Çalışanların çoğu kendisi gibi Kürttü, içlerinde en yenisi Cemşid olmuştu. Diğerleri yıllardır turistik bölgelerde çalışan deneyimli işçilerdi. Bir çoğu yarım yamalak da olsa yabancı dil öğrenmiş, işin her türlü inceliğini, hinliğini kapmıştı. Zaten esmer olan tenleri güneşin altında iyice bronzlaşan bu kara gözlü, kara çocuklar Cemşid'e daha ilk günden sahip çıkıp abilik yapmışlardı. Hepsi de ülkede yaşananlardan dolayı öfkeliydiler, ama hayat devam ediyordu bir yandan. Gece yarısına doğru iş bitip de hepsi hemen giyinip süslenip o yorgun hallerine rağmen Bodrum'un gecelerine '' akıyorlardı''.  Cemşid'i de yanlarına katmak için her gece ısrar etseler de Cemşid gitmeme konusunda inadını sürdürüyordu. Bir akşam iş sonrası herkes bir yerlere dağılmıştı, Cemşid de her gece yaptığı boş sahilde, bir şezlongda oturup sessizce denizi izliyordu.  Dalgalar ayaklarına vuruyor,su arada köpüklenerek, azalıp çoğalıyordu. Sahilin öbür ucundan gelen müzik sesiyle uyumlu lazer ışıkları gökyüzünün gri karanlığını dolduruyordu. Kumsalda yürüyüşe çıkanlar Cemşid'in arkasından umursamazca yürüyüp geçiyordu. Cemşid onların seslerini, konuşmalarını duyuyor ama dönüp bakmıyordu. Gözünü sakin denizin sonsuzluğuna dikmiş; olup bitenleri, bütün yaşananları yeniden yeniden düşünüyordu. Geçen yıl bu zamanlar, onlar apartman boşluklarındaki o büyük vahşeti yaşarken muhtemelen buralar yine böyle cıvıl cıvıl, böyle neşeliydi. Ve daha dünyanın bir çok yeri acılar içinde kıvranırken, bir çok yer tıpkı Bodrum gibi o kahrı bilmeden yaşayıp gidiyordu. Buna bir türlü akıl erdiremiyordu. Bu işte bir yanlışlık olmalıydı, her şey bu kadar basit olamazdı. Tamam ateş düştüğü yeri yakardı ama hayat olduğu gibi devam etmemeliydi. Uzayın boşluğuna savrulup yok olmuyordu acılar. Nereye gidiyordu peki bunca acı, bunca yaşanmışlık neyi değiştiriyordu? Biz insansak bunları kimdi? Bunlar insansa biz kimdik? Hepimiz insansak...Hayır, hepimiz birde insan olamazdık, insan türü dışında yeni bir tür oluşuyordu muhakkak. İnsan türünü küçümseyen, hor gören, yeni bir canlı vardı artık, kendini yarı tanrı gibi gören bir tür belki de. Konforlu küçük saraylarını '' ötekilerin '' üstüne inşa eden uyduruk, sahte tanrılar. Yarı tanrı olmakla ezilen dışında bir seçenek yok muydu artık ? Pazardan aldığı ucuz bir şort vardı üzerinde. Yavaşça denize yürüdü. Hem düşünüyor hem yürüyordu. Su ılıktı, deniz sakindi. Uzakta, açıkta bir kaç lüks yat demirlenmişti. Ay ışığıyla birlikte, yatlardan süzülen ışıklar denizin karanlık yüzünde hafifçe oynaşıyordu. Su göğsüne gelene kadar yavaşça yürüdü Cemşid. Hızla yüzmeye başladı sonra. Her kulaçla biraz daha uzaklaştı sahilden, sahilde bıraktığı sorunlardan. Hiç bir şey düşünmeden yüzdü bir müddet. Yüzmeyi Dicle Nehri'nde öğrenmişti, kendine güveniyordu ama yine de fazla açılacağının farkındaydı. Bir an bile geri dönüp sahile bakmadı. Hep yüzdü ileriye, daha da uzağa. Deniz daha adil bir dünyaydı sanki; burada olmak, denizin koynunda, daha güvenliydi. '' Boğulmak nasıl bir şeydir acaba? '' diye geçirdi aklından. Sonra Ege'de boğulan binlerce mülteciyi hatırladı, çocukları, bebekleri, Alan Kurdi'yi. Hayır, deniz de adil değildi, burada da eşitlik yoktu. Lüks yatlardan birine yaklaşmıştı artık. Yüzerek yanından geçmek istedi. İyice yakınlaşınca bir kaç kişinin bir masanın etrafında oturmuş içki içtiğini, gülerek, bağırarak konuştuğunu gördü. Yatın kenarından yüzerken artık kimseyi görmüyor ama seslerini duyuyordu. Ne konuştuklarını pek anlamıyordu; hem sarhoşlardı, hem de hepsi aynı anda konuşuyordu. Teknedeki kadınların neşeli kahkahaları duyuluyordu. Sessizce yüzerek geçti lüks yatı. Bu esnada, konuşulanlardan bir cümleyi net olarak duyabildi. '' Lan oğlum bir gün daha kalalım, Bodrum'da yanmayana insan mı denir lan?''  Cemşid durdu denizin içinde, kulaklarında çınladı tekrar tekrar aynı cümle, '' Bodrum'da yanmayana insan mı denir? '' Daha hızlı yüzmeye başladı; yorulana, nefesi tükenene kadar durmadı. Yavaş yavaş dibe doğru gittiğini hissediyordu artık. Kalan gücüyle kulaç atmaya çalışıyor ama suyun üstünde duramıyordu. Tuzlu suyu yutmaya başlamıştı, son bir çırpınışla tekrar yüzeye çıktı, aksırıp öksürdü, tükürdü, su yutuyordu, tekrar dibe doğru gitti. '' Bodrum'da yanmayana insan mı denir? ''Suyun altındaki sessizlikte tek cümle duyuluyordu, kulaklarında müthiş bir basınç hissediyordu. Giderek artan bir uğultunun arasından o cümleyi duyabiliyordu yine de.  '' Bodrum'da yanmayana insan mı denir?'' Baygınlıktan ayılır gibi aniden canlandığını hissetti. Kendini yukarı doğru itti hızla. Suyun üstünde oynaşan ışıkları görebiliyordu ama bunlar yıldız kadar uzaktı sanki. Bir türlü yetişemiyordu, kendisi ışığa doğru gittikçe ışık uzaklaşıyordu adeta. Ciğerleri patlamak üzereydi, gözleri kapandı, her şey karardı bir an. Yüzeye değil de dibe doğru mu yüzmüştü yoksa? Bir an incecik bir buz tabakasını deliyormuş gibi serinlik hissetti başının tam üstünde, sonra kafası suyun üstüne çıktı, derin bir nefes aldı, tuzlu suyu kustu öksüre öksüre. Sırt üstü uzandı, yıldızları görmeye çalıştı, çok azdılar, ama oradaydılar işte. Bütün gücünü toplayıp kulaç attı sahile doğru. '' Bodrum'da yanmayana insan mı denir?'' Cevabı bulmuştu. Yarı tanrı olmakla ezilen olmak dışında bir de insan olmak vardı, insan kalabilmek diye düşündü. Bodrumda yanmayana, bodrumda yananlara yüreği yanmayanlara insan mı denir? Daha bir güvenle yüzdü sahile, binlerce yıldır değişmeyen cevap hep aynıydı oysa, mesele insan kalabilmekti, bedeli Cizre'de bodrumda yanmak da olsa.
Sayfa 131Kitabı okudu
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.