Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

64 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
18 saatte okudu
Stefan Zweig varlıklı bir tüccar aileden gelen, çok iyi eğitim görmüş ve seçkin çevrelerde dost edinmiş bir entelektüeldi. Ancak intihar, zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavram olmuş. Yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda hayatına kendi eliyle son verebileceğini daha üniversite yıllarında söylemiş, planladığı birçok intihar girişimlerinden vazgeçmiş olsa da nihayet İkinci Dünya Savaşı yıllarında sırasında insanlığın karşılaştığı acılara dayanamamış, dünyanın içinde bulunduğu çirkinliğe daha fazla katlanamamış ve karısıyla birlikte intihar ederek yaşamına son vermiştir. Stefan Zweig’in Amok Koşucusu adlı kitabı; "Bir Çöküşün Öyküsü", "Madalya", "Amok Koşucusu", "Bezginlik", "Ay Işığı Sokağı", "Leporella" ve "Leman Gölü Kıyısındaki Olay" olmak üzere altı kısa hikayelerden oluşmaktadır. Kitapta yer alan bütün hikayelerinde çökmüş hayatları, bunalımlı insanların ruh halini, yok etme arzusundan yok olma arzusuna savrulan hayatları konu almış ve bu öykülerle ; duyarlı kişiliğini, olağanüstü gözlem gücünü, insanı en güçsüz, en savunmasız yönleriyle ele alıp, kişilerin ruhunun en derin katmanlarına inmeyi bilen, bütün bunları son derece canlı, ayrıntılı anlatabilen çok başarılı bir kaleme sahip olduğunu, okuru gerçekten etkileyebilen bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır… "Amok" ne demek? Kısaca "Amok" mental bir rahatsızlık olup bu hastalığa yakalanan kişilerin önüne gelen her şeyi öldürerek ve yok ederek kendi ölümlerine doğru gitme durumudur. Daha çok Malezya, Endonezya gibi yerlerde görülen bu haldeyken kişi saldırgandır, düşüncesi; ezici, yıkıcı ve acıma duygusundan arınmıştır. Eline bir silah alır ve önüne gelen herkesi öldürerek kendi ölümüne doğru "koşar". Birçoğumuzun oynadığı şiddet içerikli bilgisayar oyunlarındaki gibidir durum. Eline silah alan kişi karşısına kim çıkarsa devirir. Zaman zaman silahını değiştirir ama karşısına çıkanı sorgusuz ve sualsiz öldürür. “Kaçacak yeri olmayan fakat kaçmaya çalışan, bu yüzden düşman birliklerinin içine dalan askerlerin düştüğü durum” 'Amok Koşucusu'nu iyi ifade eder. Ölüm kaçınılmazdır, bu bir tür çıldırmaya yol açar. Ama ölmeden önce düşmana ne kadar zarar verebilirse bu kârdır... Hikayenin örgüsüne gelince, şöyle özetleyebilirim; Avrupa’ya dönmek üzere bindiği transatlantikte anlatıcı bir doktorla tanışır. Doktor, kimse tarafından görünmek istemediği için geceleri, herkes yattıktan sonra güverteye çıkar ve anlatıcı ile orada karşılaşırlar. Sadece yıldızların aydınlattığı karanlık gecede doktor hayatının bütün sırlarını tek tek anlatır. Romanın merkezindeki olay, doktorun son bir haftada yaşadıklarıdır bunlar. Doktor yedi yıl kadar önce, doktorluğun yanı sıra yerli halkın üzerinde bilimsel araştırma yapmak üzere Endonezya’da ücra bir köye yerleşir. Aslında, çalıştığı hastanenin para kasasına el uzattığı için bir çeşit sürgüne gitmiştir. Kendisinden başka beyazın yaşamadığı bu ücra yerde zamanla alkole bağımlı, depresif bir ruh haline girer. Evine Hollandalı varlıklı bir tüccarın güzel ve kibirli İngiliz karısının gelmesi ve kendisinden çok gizli bir talepte bulunması ile doktor kendini çok talihsiz bir maceranın içinde bulur… İlk başta kişilik çatışması gibi görünen bu karşılaşma her ikisi için de çok kötü gelişir. Doktor obsesif bir ruh haline girip, kadının peşine düşer; tam bir Amok koşucusu gibi, saldırgan, mantıktan uzak, hiçbir gücün durduramayacağı bir deliye dönüşür.. En çok dikkatimi çeken nokta ise; Endonezya’da karşılaştığı yerlilerden söz ederken “Düşünün ki yedi yıl boyunca neredeyse yalnızca yerlilerin ve hayvanların arasında yaşadım”, “evdeki sarı benizli kadınlarla ve viskimle oturmuştum”, “… zira buradaki kızlar, o cıvıl cıvıl, narin hayvancıklar, bir beyaz, bir ‘efendi’ onlara sahip olmak istediğinde saygıdan tir tir titriyorlardı… tevazu içinde eriyip gidiyorlardı, her zaman müsait, her zaman sessiz, kıkırdayan gülmeleriyle insana hizmet etmeye hazırdılar… ama işte tam da bu itaatkarlık, bu kul kölelik insanın zevkini kaçırıyordu.” gibi ifadeler kullanması, başka bir bölümünde ise bir yerliyi betimlerken sürekli onu köpeğe benzetmesi; “köpekçe sadakati içime dokunmuştu” “o köpeksi bakışında öyle müteşekkir bir şey beliriyordu ki…” “bu sarı benizli miskin hayvan” “böyle düşük bir varlığın içinde birden bu kadar bilgelik nereden geliyordu (…) onun gibi tamamen kaba birinin ruhundan çıkabiliyordu?”… ve alıntıladığım bölümlerden de anlaşılacağı üzere ırkçı ifadelerin de hihayenin içinde yer alması. Çok iç açıcı bir hikaye olmasa da…Keyifli okumalarınız olsun. kitap.yazarokur.com/amok-kosucusu cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/691...
Amok Koşucusu
Amok KoşucusuStefan Zweig · Can Yayınları · 2017111,5bin okunma
··
137 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.