Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

375 syf.
8/10 puan verdi
·
4 günde okudu
THE ENDÜLÜS | Aman Tadınız Kaçmasın 1k!
YouTube kitap kanalımda Afrikalı Leo kitabını yorumladım: youtu.be/2BNzHTVG6ls Amin Maalouf'u tek cümleyle özetleyecek olsaydım herhalde "Kızgın kumlardan serin sulara sonra yine kızgın kumlara" diye özetlerdim.
Doğu'nun Limanları
Doğu'nun Limanları
adlı kendim için tam bir edebi facia olarak bulduğum kitabından sonra Afrikalı Leo, içinde keşfedilmeyi bekleyen "Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey!" cinsinden ayrıntılar ve dönemin akılcılığı yok eden insanlarına karşı göndermelerle dolu. Bir de adamın ilk romanı bu. Şaşılacak iş. Ama kitabın diğer incelemelerinde gördüğüm kadarıyla kitabın içindeki ayrıntılara da eğilen hiç olmamış. O zaman kaçsın bakalım, tadımız... Geçenlerde
Tüfek, Mikrop ve Çelik
Tüfek, Mikrop ve Çelik
adlı kitabı okumamın eşliğinde aklımı "Neden yiyecek üretiminin ve siyasi örgütlenmelerin ilk olarak başladığı, bir zamanların en verimli yeri olan Türkiye-Suriye sınır bölgesi (Bereketli Hilal) şu an savaş ve yokluk içinde?" benzerinden sorular işgal etmişti. Zaten herhangi bir olguya, herhangi bir kişiye, herhangi bir nesneye karşı "Neden?" sorusunu yönelttiğiniz takdirde sizi ardı arkası kesilmeyen sonsuz cevaplar döngüsü bekliyor olacaktır. (Örnek: "Bir kuş ötüyor, neden ötüyor? Dişilerini etkilemek için. Neden dişilerini etkilemek istiyor? Evrimin cinsel seçilim mekanizmaları bu ötme özelliğini seçtiği için. Evrim neden bu özellikleri seçiyor? Canlıların üremesine avantaj sağladığı için. Canlılar neden üremek zorunda? Bir türün sürerlilik sağlayabilmesi için." cevaplarından sonra canlılık, fizik yasaları ve kimyasal reaksiyonlara kadar gidilerek devam edilebilir.) Her şeyi sorgulayabilmek için kullanılan bu yöntemi bu kitap için kullanalım. Afrikalı Leo kitabı neden yazıldı? Dönemin siyasetindeki ve toplumundaki insanların yozlaşmalarına, Endülüslerin çöküşünün sebeplerine ve psikolojik olarak vefasızlıklarına bakabilmemiz için. Peki neden bu insanların yozlaşmalarını ve vefasızlıklarını okumalıyız? Şu anda yaşadığımız toplumda oluşmuş bazı katı batıl gelenekleri daha iyi anlayabilmek için. Peki neden bu batıl gelenekler var? Zamanın bazı insanları düşünmeyi, aklı ve sorgulamayı savunmadığı için. Öncelikle Maalouf'un dönem toplumundaki ideal ve ufuk daralmasına ve dönem siyasetindeki sistem tıkanıklığına dair muhteşem bir tespitiyle başlamak isterim: "İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için Gelenek'i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu." (s. 40) Düşünce bildiğimiz düşünce. Ama Gelenek bildiğimiz öyle masum geleneklerden değil işte. Şeyhlerin ve müritlerinin, tasavvufçuların "Dünyayı terk et" anlayışıyla birlikte gelen, bu anlayışın zamanla katılaşıp bir kale haline gelerek "kendilerini bu kaleye kapatmalarına sebep olan" bir anlayış işte bu. Yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştirilmesinin sebebi de bu. Zaten kitapta Şeyh Estağfurullah adlı bir karakter var. Aman Allahım diyorum tam olarak. Yani Amin Maalouf yazarken bunları düşünmüş müydü bilmiyorum ama şeyh de düşünmeyi ve sorgulamayı savunmayan, tam tersine süpersonik kadercilik faşisti bir adam. Hatta bir cümlesinde şunu diyor: "Düşmanları yenecek olan askerlerin imanları ve şehadetleriydi." Peki bir şeyh neden bunu diyor olabilir? Zamanında Mutezile ve devamında gelen Ahi Evren akımının da etkisiyle bol bol okuma, araştırma, deney ve gözlem yapan Yunan filozoflarının evrimleşmiş hali Müslümanlar varken, diğer bir tarafta tam tersine kafası çalışmayan, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş alanlarına akın eden Haçlı askerlerinin karşısında yine onlar gibi düşünmeyen ve sorgulamayan Gazali tipi adamların beynini yıkadığı Müslümanların savaştırılması gerektiği için. https://1000kitap.com/Nordavind Mutezile'yi sever. Çünkü ellerindeki akılcılığı yok eden, Müslümanların yine ta kendisidir.
İslam'da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü
İslam'da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü
Bu konuyu detaylı merak edenler için önerebileceğim bir kitap olabilir. Neyse, konumuza dönelim. Dedim ya, Maalouf ilginç bir yazar. Cidden öyle. Şeyhin haklılığına inanan, başarısızlıklara ve kadere sürekli boyun eğen, entelektüel çöküşün bas bas bağırarak geldiğini bilmesine rağmen hala düşünüp sorgulamayan bir toplum imajı var burada. Kitaptaki mekan sıralaması da Endülüs zamanlarından sonra sırasıyla Fas, Kahire ve Roma'ya kadar gidiyor hatta. Amin Maalouf'un kitabı yazarken düşünüp düşünmediğini bilmediğim bir başka konu, Afrikalı Leo adlı baş karakterin Endülüs Devleti olarak görülüp onun zamanla yozlaşmasını ve dini bir parabol misali Hristiyanların "megalo idea"sının gerçekleşmiş haliyle birlikte karakterin din grafiğinin Müslümanlıktan Hristiyanlığa evrilmesini yansıtmak istemiş olabilir. Yani Afrikalı Leo = Endülüs Emevi Devleti tarihinin reenkarne-ütopya hali bile olabilir. Akılcılığı terk edip kendini düşünmemeye ve sorgulamamaya adayanlar vardı. Hah işte, bu anlayış zamanla İslam'ın eşitlik anlayışını bir tarafa bırakıp Arapçılık anlayışıyla her toplumdaki Müslümanları Araplarla birbirine düşman hale getirmesiyle sonuçlanmadı mı? Müslümanların salaklaştığını gören Hristiyanlar Asturias, Navar Krallığı ve Barcelona Kontluğu gibi küçük azınlık grupları kurmadı mı? Düşünmeyen ve sorgulamayan adamların başa geçirilmesiyle deneyimsiz otoriteler, otorite boşluğuna yol açmadı mı? Güçlü iktidar + güçlü ordu + kaynaşmış toplum anlayışı zedelenmedi mi? Bölünmeler ve darbeler olmadı mı? Düşünmeyi ve sorgulamayı yok eden tarikatların, tasavvufçuların, Endülüs'ün siyasi düzenini yerle bir eden insanların başarısı bir Hristiyan komutana şunu dedirtebilmesidir: "Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (aslında Endülüslüleri kastediyor) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim, ne dinleri, ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var. Onların kaydettikleri gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslülerin gerçek yüzleri ortaya çıktı." Müslümanların birbirlerine düşmelerinin ardından gelen sistem tıkanmaları, bölünmelerin başlaması, ufak çaplı darbelerin olması, Müslümanlarda meydana gelen ideal ve ufuk daralmaları da zaten en sonunda kendine "Reconquista" adıyla yer buluyor. Reconquista da zaten siyasi olarak, Endülüs'de veya İspanya'da İslam hakimiyetine son verilmesi. Dini olarak da İslam'ın akılcılıkla birlikte tanık olunan kültür yükselişine engel olabilmek. YERSEN. Akılcılar savaşmaz ama içlerinden akılları alınırsa onlar da savaşır. Haçlıların istediği de tam olarak buydu. Amin Maalouf'a bunları anlattığı için teşekkür ediyorum buradan. Bravo Afrikalı Leo. Bravo akılcılığı yok edenler. Bu eser hepinizin. Mutezile ekolünün, Ahi Evren'in gerektirdiği okuma, deney, sorgulama ve araştırmayı yok eden Mevlanalar, Gazaliler, dünyayı terk eden muhteşem ilhamcı ve keşifçi arkadaşların hepsinin üzerinde şu Granadalı çiftçinin dediklerinin vebali var: "Hiçbir halk, Granada Müslümanları kadar acı gözyaşları dökmemiştir. Ben gördüklerimi anlatıyorum, sözümde mübalağa yoktur. Daha dün, üç yüz müslüman kadın ve kızın esir pazarında satılığa çıkarıldığını gördüm. Kadınlarımız tecavüze uğradılar. Bizzat ben, üç oğlumu ve iki kızımı kaybettim; elimde sadece altı aylık şu ufacık kızcağızım kaldı. Ben mazi için ağlamıyorum; zira mazi geçti, artık geri de dönmeyecek; fakat bundan sonra göreceklerimiz için ağlıyorum. Bu gördüklerimize tahammül edemiyorsak, bundan sonra göreceklerimize nasıl tahammül edeceğiz? Bize taahhüdlerde bulunan kralın bizzat kendisi bu taahhüdlerini bozuyorsa, onun yerine oturacaklardan ne bekleyebiliriz?"
Afrikalı Leo
Afrikalı LeoAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202214,4bin okunma
··
6,5bin görüntüleme
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Herhangi bir incelemede pdf uzantılı bir link paylaşmanız, filtre yiyip o incelemeyi sadece sizi takip eden okurlara görünür yapabilir. O yüzden bu incelemeyi yazarken kullandığım pdf’yi yorum olarak paylaşıyorum: dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream... Eğer incelemenizin 1000kitap’a kayıtlı olmayan insanlar tarafından da görülmesini istiyorsanız eğer gerekliyse pdf uzantılı linklerinizi yorumlarda paylaşmanızı tavsiye ederim
Numan okurunun profil resmi
Güzel inceleme Oğuz. Din konusu her ne kadar sitede başlık ve iletilerin yüzde olarak önemli bir kısmını kaplasa bile incelemende değindiğin kısımlar bence en önemli noktalarıdır. Ama bu kısımları konuşan pek yok maalesef. Zaten bunlardan haberi olan, bilerek, anlayarak, aklına yatarak inanan pek yok. Mutezile bence Yunan filozoflarının evrimleşmiş hallerinden ziyade uygulayıcılarıdır. Yunan felsefesi üstüne bir geliştirme ya da o felsefenin üstüne bir taş ya da fikir koyma mevcut değil. Ya da yaptığım okumalarda ben göremedim yahut rastlamadım. O damardan beslenen bazı filozof ve bilim insanlarının çeşitli konularda yenilikler yaptığı ve aklı öne alan bir anlayış olduğu doğru. Ama felsefe anlamında yeni bir şey ya da evrim söz konusu değil gibi pek. Uyarlama kelimesi daha uygun gibi geldi bana. Mutezile ve Eşari anlayışın savaşı biraz da dönem halifelerine göre şekillenmiştir. Bazı Abbasi halifeleri rüyalarında Aristo ile tartıştıklarını söylemiş ve Mutezile'ye destek olmuştur. Başka bir halife gelip Mutezile'nin köküne kibrit suyu döküp Eşari anlayışı hâkim kılmıştır. Gâzâli öncesi ise Mutezile topluluktan ziyade kişiler bazında var olabilmiştir ve Eşari anlayışın hâkim olmadığı yerler de mevcut. Ama Gâzâli Efendi, Eşari anlayışı entelektüel anlamda neredeyse tüm İslam coğrafyalarına hâkim kılmıştır. Bugün dâhi müslümanların %80'ine hakimdir bu anlayış. Zaten felsefenin yasak olduğu bir ortamda zar zor çıkan birkaç büyük beyni de kafir ilan eden odur. Kafir ilan ettiklerinden biri de Fârâbi. İslam tarihinde akla Gâzâli kadar zarar veren de yoktur tartışmasız. Kitabı okumadım ama incelemenden Endülüs'ün Mutezile ile ilgisi olduğu izlenimini edindim. Bu konuda bir anlayış varsa kitapta aydınlatırsan sevinirim Oğuz, ona göre listeme alacağım hatta. Çünkü İbn-i Rüşt harici Mutezile ile pek alakası yok Endülüs'ün. Ki İbn-i Rüşt'ün Gâzâli'yi eleştirdiği ve cevap verdiği eseri (Fatih Sultan Mehmet bile bu konu hakkında bilginleri toplayıp İbn-i Rüşt vs Gâzali konusunu ve hangisinin haklı olduğunu incelemiştir) ve Aristo çevirileri yakılmıştır. Yakılmadan önce İbn-i Rüşt'ün çevirileri bazı Avrupa ülkelerine gitmiş ve bir müslüman filozof sayesinde Avrupa tekrar akılla tanışmıştır. Bugün kimin kazandığını hâkim oldukları coğrafyaların hâllerine bakarak da görülebilir. Ama bunun harici Endülüs Eşari anlayış etkisinde olmuştur hep. İbn-i Haldun gibi diğer büyük beyinleri bile Eşari olarak yetişmiştir. Haldun hak mezheplerin 5 olduğunu söyler mesela. Zahiri mezhebi. Zahirilerin Hanbelilerden pek farkı yoktur. Ki Hanbeli dediğimiz mezhebin Selefiyye kollarına bakılırsa tümünün müslüman terör örgütlerinin mezhebi olduğu görülebilir. Yani akıla dair pek bir şey yok birkaç kişi hariç Endülüs'te. Bunların daha çok konuşulduğu ve tartışıldığı bir site dileğiyle, emeğine sağlık.
7 önceki yanıtı göster
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Beyler burası şampiyonlar ligi olmuş, araya giriyorum kusura bakmayın. :)
Numan
Numan
din konusu sitede başlık ve iletilerin önemli bir kısmını kaplıyor fakat maalesef ki içi dolu olan bu konuda çok az paylaşım görüyorum ya da benim eksikliğim bilmiyorum. Sitede yorum kapatma özelliği geldikten sonra aslında insanların daha fazla özgürce yazmalarını beklerdim ama bir işe yaramadı sanki o kadar. Mutezile ve Yunanlıları aynı cümle içinde kullanmışım ama aslında genel olarak Harezmi, Biruni, Farabi gibi dönemin üst düzey aydınlarını kastetmeye çalışmıştım. Haçlıların akılsızlığıyla İslam'ın altın çağındaki bilimle uğraşan insanların akıllılığının farkını daha da uçurum haline getirebilmek amacıyla bir mübalağa da diyebiliriz. "İslam tarihinde akla Gâzâli kadar zarar veren de yoktur tartışmasız." Bu aslında yorumlarının özeti niteliğinde olmuş. O yüzden diğer yazdıklarına geçiyorum. Kitapla alakalı yorumuna gelince, daha çok geniş bir pencereden baktım. Mutezile genelde akılcılıkla bilindiği için öyle yaklaştım. Ama kitapta bunların neredeyse çoğunu bulamazsın, yani böyle bir kitap değil bu. Daha çok Simyacı'daki Santiago misali bir gencin kendi kişisel menkıbesini bulmak için sürgüne gitmesi ve Fas, Kahire, Roma şehirlerinde kendi varlığını, yaşayış amacını sorgulaması şeklinde ilerliyor kitap. Ama benim ilgimi özellikle Endülüs kısmı çektiği için oraya yoğunlaşmak istedim. Zaten Mutezile'nin kapsamını düşünürsek 728-1143 gibi yılların arasını konuşmamız gerekir. Fakat kitaptaki yıllar 16. yüzyılın başlangıcı. Kitap ile benim bu yazdıklarım da biraz anakronik görünmüş olabilir sana. Ama genel kapsamdan bakacak olursak karşılaşmayı Mutezile vs. Gazali şeklinde değil de akılcılık vs. akılsızlık diye nitelendirebilirim. https://1000kitap.com/Nordavind Müslümanlık maalesef asırlardır yerinde sayıyor. Papaz eriğini imam eriğine çeviren makinelerden, hacı robotlardan ve daha envaiçeşit olaydan sonra bu sugötürmez bir gerçek zaten. Zamanla Batı uygarlıkları Doğu uygarlıklarını her konuda hegemonyaları altına almayı çok iyi becermişler. Zaten ilk obalar, kabileler ve şefliklerde vergi alımları, dinleri kabul ettirme gibi olaylar da otoriteyle birleştikleri anda kabul görülür hale gelmiş. Yoksa eski yerliler bile ülkelerine Pizarro gelince adamları Tanrı falan sanıyormuş. Aslında Müslümanlar iyi başlangıç yapmışlar fakat devamını hiç getirememişler. Çok iyi pas yapıp orta açmayı beceren fakat gol atamayan bir takım gibi artık. https://1000kitap.com/readthink FSM'nin bile aklını alan Gazali'ye selam olsun. :))
Bu yorum görüntülenemiyor
Gökhan okurunun profil resmi
Tasavvuf geleneğinde eski Türk dervişleri ekolü var. Genelde hepsinin piri Ahmet Yesevi'dir. Bozkırdan gelmiş olmanın da verdiği etki ile doğaya ve insana verilen muazzam bir değer söz konusudur. Bu insanlar çiftçilik yapmış ve dahi buğday ekmeyen derviş olamaz nevinden kelamlar da etmişlerdir. Tasavvufa girmenin ön koşulu olarak çalışmak ve üretmek görülmüştür. Bakınız Ahmet Yesevi'ye göre; bir hoca talebesinin hediye ettiği bir lokmayı yese, o yemek bünyeden çıkmadıkça hiç bir ibadet kabul olmaz demektedir. Ayrıca sohbetlerini kadın-erkek karışık yapmıştır. Daha sonra bir şeyler oluyor ve arap tasavvuf ekolü Osmanlıyla beraber Anadoluya hakim kılınıyor. Nedir bu ekol; zerdüştlük ve budizm'den muazzam bir etkilenme söz konusudur. Şeyh asla çalışmaz, dünya işlerine kafa yormaz, talebelerin dünyevi meşgaleleri yoktur. Bugün Türkiye de tasavvufçularda görülen ne kadar yanlış uygulama varsa -rabıta gibi- hep bu ekolden türemiştir. Bunların içinde İran menşei olanlar da vardır; Mevleviler gibi. Onlar da üç aşağı beş yukarı böyledir. Anadoluya ilk gelen Türkmenlerin nerdeyse tamamı tarikat erbabıdır ama bu günkü tarikatlar gibi değillerdir. Sizin de değindiğiniz gibi; Ahi Evran mesela; kışın, kış uykusuna yatan yılanların zehrini sağıp, panzehir yapan birisidir. Letaif dahil olmak üzre pek çok eser ve zanaatiyle alakalı risaleler yazmıştır. Aktif ve bilimsel kafa yapısına sahip birisidir. Sadece Ahi Evran da değil: O dönemler "bab" denilen şeyhler hep bir zanaat de ustadır. Ahmet Yesevi'de kaşık ustasıdır. Bu sebeple Anadolu sufiliğinin son 200 yılı dikkatle incelenmelidir diye düşünüyorum. İnceleme için teşekkürler :)
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Değerli bilgi aktarımlarınız için çok teşekkürler hocam, bu sitede bu konuda bilinçli olan sayılı insanlardan bir tanesisiniz. :)
1 sonraki yanıtı göster
Selen Sevim okurunun profil resmi
Semerkand da facialardan biriydi. Özellikle Türklere sallaması bakımından.
Science Fiction okurunun profil resmi
Akılcılığın yok olmasını Gazali ve Eş'ari gibi etmenlere bağlamak çok sığ kalıyor. Ayrıca akılcılığın yegane temsilcisi gibi görünen Mu'tezile'nin de bu görüntüsü sebebiyle tarihte yapmış olduğu hatalar (Mihne süreci gibi) göz ardı ediliyor. Bence meselenin daha geniş bir perspektiften ve daha fazla etmenle harmanlanarak tartışılması gerekiyor. İslam tarihi içerisindeki düşünce akımlarını tamamen olumlu ya da tamamen olumsuz şeklinde kategorize etmek oldukça zor görünüyor. Endülüs tecrübesi ise biz Müslümanlar için hem oldukça renkli bir olgu hem de büyük bir trajedi. İncelemenizdeki birçok hususa katılmakla beraber ileti altındaki yorumların bir kısmının derinliği olmadığını düşünüyorum.
Basatbeg okurunun profil resmi
Belki geç bir yorum olacak ama yazmadan da edemeyeceğim; Özellikle bir esnaf teşkîlâtlanması olan Ahilik kurumunun "Yunanca düşünce Arapça kültür" denebilecek o dönemle ne ilgisi var? Zâten Bağdat kütüphânesi dönemine bakarsak Ahilik diye bir yapılanmayle ilgisiz olduğunu herkes eminim ki görecektir. Muʼtezile mezhebinin detayını bilmediğim için onların felsefeyle ilişkisine yorum yapamam fakat müslümanlar içinde bir dönem hayat bulmuş feylesof-meşrepliğin Ahilik yapılanmasıyle ilgisi yok denecek kadar azdır. Bâzı ezberleri aşmak lâzım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.