Bir şey, çok açık bir şekilde nasıl gizlenir?
Bizler , ekonomi adına bizlere anlatılan bu saçmalıkları nasıl kolaylıkla kabul edebiliyoruz?Bunun cevabı hem çok basit hem de çok zordur. Gerçekte biz bu kabullere hayatımız boyunca yavaş yavaş sindire sindire ulaştırılıyoruz.Hayat standartlarımız bunları kabul edebileceğimiz şekilde tasarlanıyor.Sonunda kendimizi bir öğretilmiş çaresizliğin içinde buluyoruz. Çünkü İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ekonomi anlayışı kendisini diğer sosyal ,politik,ahlâkî ve dini olaylardan soyutlayarak çok farklı bir şekilde konumlandırdı.Surekli olarak oluşturdukları varsayımlarla gerçek problemlere çözüm üretmekten ziyade küresel sömürü çarkının bir perdesi olmaya başladı.Zaten, bir şeyi analiz ederken varsayımlarınız çok artıyorsa,siz gerçeklikten uzaklaşıyorsunuz demektir.
Öncelikle en yanlış varsayım ,ekonominin en temel tanımında oluşturuldu.Gerisini artık siz düşünün. Bir çok makroekonomi kitabına baktıginizda ekonominin temel tanımı şu şekilde yapilir:
İnsanın arzu ve istekleri sınırsız,kaynaklar ise sınırlıdır.
Ekonomi,sınırlı kaynaklar ile sınırsız arzu istekleri yönetme bilimidir.
İşte size "dakka bir gol bir "durumu.
Evet insanoğlunun arzu ve isteklerinin "sınırsız" olduğu doğrudur.Örneğin güzel ve lezzetli yemeklerden gönlünüzce yemek istersiniz,arabalarınız ve evleriniz olsun istersiniz,güzel elbiseleriniz olsun istersiniz,yeni çıkan her üründen hemen elde etmek istersiniz,eşiniz ile birlikte sabahlara kadar eğlenmek istersiniz....Bu sınırsız istekler karşısında dünyanın kaynakları sınırlı gözükmektedir.
Ancak az önce verilen tanımı kelime anlamı olarak incele-
diğimizde “arzu ve istekler” ifadesi hayali ve mesnetsiz kavram-
lar olarak durmaktadır. Arzu ve istekler soyut kavramlardır.
Ama kaynakların kısıtlılığı somut bir ifadedir. Bu iki ifadeyi,
aynı tanımda karşılaştırma ifadesi olarak kullanmak (eğerkasıtlı değil ise) çok yanlış bir mantıktır. Soyut bir şeyle, so-
mut bir başka şeyi karşılaştıramazsınız. Yaparsanız, “Dün gece
765 Kg sevindik” gibi bir ifade olur. Doğru olan ise “arzu ve
istekler” değil “ihtiyaçlar” kavramının kullanılmasıdır. Çünkü
insanoğlunun ihtiyaçları somuttur. Belli ve sınırlıdır. Siz hoşu-
nuza giden bir yemekten arzu ettiğiniz kadar değil “doyunca-
ya” kadar yersiniz. Fiziksel dayanımınız ölçüsünde eğlenirsiniz.
Aynı anda bir araba kullanabilirsiniz ve aynı anda bir evde
oturabilirsiniz. Görüldüğü gibi ihtiyaçlar sınırlıdır. Bu durum-
da, var olan dünya zenginlikleri karşısında ihtiyaçlar kolaylık-
la giderilebilecek bir seviyede kalırlar.
Ancak mevcut paradigma öyle demiyor! Bu anlayışla
ekonomi, “arzu ve istekler” temeline oturtulduğu anda bi-
zim algılarımız da değişmeye başlıyor. Bütün amacımız daha
çok para kazanmak oluyor. Bu algı ile kârımızı artırmanın ya
da maliyetlerimizi azaltmanın peşinde koşturup duruyoruz.
Doğal olarak ekonomik faaliyetlerden biri de bu “arzu ve
isteklerin” kamçılanması olacaktır. İşte günümüz pazarlama
ve reklamcılığının temel mantığı da bu şekilde ortaya çıkı-
yor. Elinde iki kalemlik ihtiyaç listesi ile büyük marketlere
giren bizler genelde 7-8 kalemlik mal ile çıkmıyor muyuz?
Çünkü orada, arzu ve isteklerimiz kamçılanıyor! Sadece ora-
da da değil, hemen hemen her yerde.
Bu çerçevede “kazanç” ihtiyaçların giderilmesi olmaktan
farklı bir hale dönüşüyor. Çok para kazanmak, daha çok para
kazanmak, daha da çok para kazanmak gibi sonu gelmez bir
döngü içerisine giriyoruz. Paradan para kazanmayı, doğal
bir ekonomik faaliyet olarak algılamaya başlıyoruz. Parayı
bir ölçü birimi olmaktan ziyade, alınıp satılabilen bir mal
olarak kabul ediyoruz. Temel kabullerimizden dolayı temel
sorgulamaları yapamıyoruz. Çünkü bu kabullere adeta iman ediyoruz.