Gönderi

64 syf.
·
Puan vermedi
Ufak bir yarım saat, kitabı okumak için yeterli süre olacaktır, eğer Freud’a az çok hakimseniz. Çocuk edebiyatına özellikle çocuklar için felsefe içerikli kitaplara bir arkadaşım sayesinde yavaştan başladığım şu dönemde; olanca ağır kitapların arasında durup bir soluk alma imkanı verdi bu kitap bana. Sanılmasın ki boş içerikle dolu, sırf ekonomik amaç güdülerek oluşturulmuş bir seri bu; ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Gerek sizi masal diyarında hissettirecek çizimleri gerek id ben üst ben benzetmeleriyle oldukça hoşuma gitti. Lakin Freud’un düşüncelerinin belirli bilişsel kapasiteye erişmiş bireylerin arasında bile çoğu zaman yanlış yoruma ve kişilik ithamına gidecek kadar yanlış anlaşılmaya müsait olduğu düşünülürse; henüz kendi doğrularını kafalarında tam yerine yerleştirememiş çocuklar için sanırım, yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek birkaç çizim ve cümle mevcut. O sebepten kitabın büyüklere hitap ettiğini düşündüm diyebilirim. Kitabın başında Freud hakkında şöyle bir yazı vardı çok hoşuma gitmişti. ‘’Gitgide insanı anlamak için beyinden çok ruhla ilgilenmek gerektiğine ikna oldu.’’ Metin içerisinde de rüyaların önemini kavradığı noktada, neşteri bir kenara bırakacağını ve bir daha eline almayacağına dair kendi kendine söz verdiği bir kesit var. Sanırım bu cümleye dayanarak metne yedirilmiş. Eserin yazarıyla ilgili çok hoş bir bilgi vermişler girişte; Ali Şeriati’nin tek boyutlu insan eleştirisine dayanarak sanırım bende oldukça derin tesir bıraktı şu küçük cümle. ‘’Hem sahne sanatları hem de edebiyatla uğraşıyor. Hem roman hem de felsefi romanlar kaleme alıyor. Düşünmek ile yazmak arasında seçim yapmamak için.’’ Çizer içinde şöyle demişler girişte bu da bir hayli hoştu. ‘’Bekleyişi, göğüste kavuşturulmuş kolları, uzatılmış elleri resmetmek, sessizliği renklendirmek istiyor.’’ Sessizliği renklendirme fikri ne hoş gerçekten. Tıpkı boş bir duvarın yüzlerce düşünceye, fikre, edebi esere gebe olması gibi, boş bir sayfa da renklere gebe. Yada bir alçı kalıbının içinden bir bardak, bir kalp, bir insan suretinin çıkması gibi. Aslında her biri insanın kendi kalıbına sığamadığı, taşmak istediği o anı imgeliyor bende. Güzel alıntılara geçelim öyleyse; ‘’ Beni yanına mı alacaksın?’’ diye merakla soruyor sazan. ‘’Neden ille de kendini yakalatmak istiyorsun allah aşkına!’’ ‘’Bu soğuk sularda tek başıma yaşamaktansa, senin ellerinde ölmeyi tercih ederim’’ diyor sazan. ‘’Peki sen beni niye bıraktın ki? Ne pahasına olursa olsun eve balık götürmek isteyen sen değil miydin?’’ ‘’Düşünmeden, sakarlığından diyelim… Belki de balık yemeyi okadar çok sevmiyorumdur. Belki de bana öğretecek bir şeylerin olduğunu hissettim ne dersin?’’ Burada Freud’un bilinçaltını bir çamur, balçık olarak resmetmesi ve suyun içerisinde seyahat etmesi; kitaptaki deniz metaforunun insan ruhu olabileceğini düşündürttü. Tabi bunu uyduruyor da olabilirim. Şuan aklıma geldi ve yazmak istedim. Özellikle alıntıda geçen şu kısım ‘’ bu soğuk sularda tek başıma yaşamaktansa’’ sanki ruhun yalnızlığından dem vuruyor gibi; her neyse benim öyle anlamam, başkasının da öyle anlaması gerektiği anlamına gelmemeli sonuçta. ‘’Sen, kendi utancına rağmen sen olabilirsin. Ben de kendi utancıma rağmen ben olmaya devam edebilirim, değil mi? Bak eğer kendi utancımı bilirsem senin de utancını yargılamadan anlayabilirim.’’ Böyle midir gerçekten? Utançlarımıza, rağmen içimizde değişmeyen bir değerler bütünü bir ben var mıdır? Utançlarımız insan hücreleri gibi mi yani, insanın vücut hücreleri yaklaşık yedi yılda revize oluyor, ama insan yine aynı insan olarak kalıyor; duygu durumları da böyle midir? Aslında bu konuya şüpheyle bakmama rağmen cümlenin ikinci yarısına şüphesiz katılıyorum; kendi utancının farkında olan insan; başkasının utancını yargılamayacak kadar büyük bir değer sistemine sahiptir. Çünkü utanmak aslında yanlış yaptığımız, pişmanlık duyduğumuz, ya da olmasını istemediğimiz bir özelliğin varlığından rahatsızlık duymak değil midir; özeleştiri kendini kabulün kapılarını aralamaktır bence. Bir kez kendine evet diyen insanın kapıları diğer bütün ruhlara kusurlarıyla açık olacaktır. Son olarak Thanatos ve Eros kavramlarından bahsetmiş şöyle diyor bir alıntıda: ‘’ Thanatos, insan nefes almayı kesince gelen ölümden ibaret bir şey değil; ölümün hayata yayılması, canlıların dünyasına sızan ve tüm şevklerini kıran o güç. Tıpkı eros sözcüğünde olduğu gibi. Eros insan bir sevgili seçtiği zaman duyulan aşk değil yalnızca. Aynı zamanda insanın seçmediği bir şey, bir çeşit yanardağ, birine dokunmak ve tamamen ona ait olmak için duyulan çılgınca bir arzu. Ölüm pahasına.’’ Bu küçük alıntıyı insanın kendine yabancılaşmasıyla benzeştirdim aslında. Yaşayan ölü ne demektir çünkü; kendisini bulamamış kendisini bir başkası gibi ya da başka bir şey gibi hisseden insandır. Tek boyutlu insandır. Zannımca birçok profesör üniversitelerde hoca konumunda şuan; çoğu fizik profesörü yaşamı yalnızca fizikten, bilgisayar mühendisi yalnızca bilgisayardan ibaret sanıyor. Sir Ken Robinson’un bir konuşmasındaydı sanırım şöyle bir cümle geçiyordu. Matematik Profesörlerini bir toplantıya giderken izlerseniz, vücutlarının sola eğildiğini görebilirsiniz; sanırım beynin yalnızca tek bir tarafını beslemek insanın kendine aline olmasının ilk halkalarından biri. Eros terimi de kendini başka bir kadın ya da erkeğin varlığı üzerinden var etmek gibi sanki. Bilemiyorum lakin aşk; insanı kendine yabancılaştıran bir araç kullanılmamalı. Daha yazılabilecek çok şey var buraya ama metin zaten kısa; ve yeni okuyacaklara saygı duymak benim iyi kabul ettiğim bir davranış sanırım. Keyifli okumalar :)
Profesör Freud Balıklarla Konuşuyor
Profesör Freud Balıklarla KonuşuyorMarion Muller - Colard · Metis Yayıncılık · 201575 okunma
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.