Gönderi

Simone ve Jean-Paul 1929'da tanışıp birbirlerine âşık olduklarında ilişkileriyle ilgili bir anlaşma yapmışlardı: İki sene birlikte olacaklar, sonra ne yapacaklarına karar vereceklerdi. "Hayatımdaki tartışılmaz en büyük başarı Sartre ile olan ilişkimdir. 30 seneden fazla süren beraberliğimizde sadece tek bir geceyi dargın geçirdik. Yıllarca konuşmaktan hiç sıkılmadık.” Montparnasselı edebiyatçı çiftin bütün Avrupa’ya yayılan bir ünleri vardı. Yazdıklarıyla ünlü bir adam ve bir kadın, Avrupa entelektüel dünyasında otorite, ikisi de politik bir angajman içinde. Yazar ve düşünür olarak birbirine yakın değerde olan bu kadın ve erkek aşkla da bağlıydılar birbirlerine. Böyle bir ilişkide olması beklenen kıskançlık ve mesleki çatışmalardan doğabilecek gerginliklerden azade, bir iktidar savaşına girmek yerine birbirlerini destekleyen, yazdıkları ve yazacakları şeyler hakkında birbirlerini cesaretlendiren bir ilişki içindeydiler. “O olmasaydı aynı yaşam tecrübesine asla sahip olamazdım” diyor Sartre. “Yaşadıklarım hakkında onunla konuşmamış olsaydım, anlamlarını, özgünlüklerini yitirirlerdi. Tanımladığım bir jest, analiz ettiğim bir yaşantı, ancak Simone’un tecrübe yoğunluğu aracılığıyla gerçek şeklini, kesinliğini kazanabiliyor.” Sartre ve Beauvoir öldükten sonra kamuoyu bu anıtı yıkabilmek için çiftin mektuplarını, özel notlarını didik didik ettiler. Bir şeyler buldular tabii ki; onların da yaşadığı krizler olmuştu, hayatlarına giren üçüncü kişilerle ilgili zorluklar, kaybetme korkuları, ayrılık düşünceleri, öfke... Ama bunların hepsi geçiciydi ve ilişkilerinde kalıcı bir etki bırakmadan geride kalan yaşantılardı. Onlar 20. yüzyılın rüya çiftiydiler: Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir. Bunun nedeni, ne pahasına olursa olsun ilişkilerini sürdürme azmi değildi. Onlar aşk ve özgürlüğü, bağlılık ve bağımsızlığı, sadakat ve otonomiyi birleştirmeyi başarmıştı. Simone ve Jean-Paul 1929’da tanışıp birbirlerine âşık olduklarında ilişkileriyle ilgili bir anlaşma yapmışlardı: İki sene birlikte olacaklar, sonra ne yapacaklarına karar vereceklerdi. Simone 21, Jean-Paul 24 yaşındaydı. Mekânsal mesafe koyuyorlardı birbirlerine bilinçli bir şekilde. Amaçları sevgilerini test etmek değil, başka tanışıklıklara olanak sağlamaktı. Ama iki yıllık deneme süresi sona ermeden birbirlerine ait olduklarını anlamışlardı. “Sen bana gereklisin” diyordu Sartre, “diğerleri yalnızca bir tesadüf.” Ama bu tesadüfi ilişkilerden de vazgeçmek istemiyordu, bunu yapmadı da. Aynı özgürlüğü sevgilisine de verdi, o da bu özgürlüğü sonuna kadar kullandı. Üçüncü kişilerin bağlarını zedelememesi, bu bağın çok derin ve özel olması nedeniyleydi. Birbirlerine karşı dürüst olmaya ve yalan söylememeye söz vermişlerdi ve bu sözü hayatları boyunca büyük oranda tuttular. Ama o nedir ki, dürüstlük? Kim kendine dürüst olmaya söz vermişse, gerçeklikle hesaplaşmak zorundadır. Ve kim bunu rahat bir vicdanla yapabilir? Bütün normal çiftler gibi onların da vicdanla ilgili sorunları oldu. Neyse ki her ikisi de filozoftu ve gerçekliğin, her şeyden önce felsefenin en temel sorunsallarından biri olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle bu soru(n)larla başa çıkmak ve hayatlarına devam etmek konusunda dünyanın geri kalanına göre daha şanslıydılar. Radikal yaşantılar ve uçta sosyal deneyimler için çok cesurdular, bütün hissettiklerini yaşamlarını kısıtlamak yerine, içinde bulundukları felsefi akım olan varoluşçuluğa taşıyabiliyorlardı. Varoluşçuluk, özgürlük ve bireyin kendini hayatta nasıl tasarladığı sorularını merkeze koyan felsefi bir akımdı çünkü. Her ikisi de burjuva ailelerden geliyordu ve burjuva değerlerin hayatı bu kadar belirliyor olması her ikisinin isyankârlığını hayatları boyunca kamçıladı. Sartre babasız büyümüş, Beauvoir ise sert bir Katolik eğitimden geçmişti. Öğrencilik yıllarında ikisini de meşgul eden soru, birey için özgürlüğün nerede olduğuydu. Kendi hayatlarında özgürlüğü, evlenmeden, cinsel sadakati göz ardı ederek, aynı evde oturmayı hiç düşünmeden ve çocuk yapmadan ama birbirleri için karar vererek gerçekleştirdiler. Evlilik hakkında tek bir kelime duymak istemediler, birlikte yaşamayı konuşmadılar bile. Birbirlerine siz diye hitap etmeyi ömürleri boyunca bırakmadılar. Her şeylerini konuştular, duygusal yaşantılarını, düşünsel dünyalarını, her şeyi... Birbirlerini hep desteklediler, verdikleri tavsiyeler ve yapıp ettikleriyle. Bağlılık ve özgürlüğü bir ilişkide yaşamayı başaran ender çiftlerden oldular. Birbirlerine duydukları güven yıllar içinde hep arttı ve sonunda dünyanın herhangi bir yerinde birinin adını ağzına alan diğerini de anmadan edemedi. Alper Hasanoğlu, Radikal, Sartre ve Beauvoir, 01.09.2013
··
20 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.