Dünya hayatını, yansıma olanağından mahrum insana benzetirim. Hani kendi varlığını bilirsin ama kendini göremezsin ya ve göremediğin için de, uyaranlar olmadığı sürece iyi misin, yoksa kötü müsün ile ilgilenmezsin ya, işte öyle bir durum. Bir şekilde ömrün geçtiğini biliriz ve bir gün öleceğimizi de ama sanki ölmeyecekmişiz gibi, sanki ölüm bizim dışımızdaki varlıklar içinmiş gibi davranmaya devam ederiz. Dünyanın tatlı zevklerine götürmekle ün salmış para, azıcık açık bırakılan zihin ışığımızı da kapatıverir, tamamen karanlıkta kalan varlığımız daha bir hırsla paraya tutunmaya çalışır ve tutundukça karanlığın derinliği daha da artar. Paranın sıcaklığı dışında başka bir şey göremeyen öz, her şeyi parayla ölçmeye başlar hatta ölüm hakkını bile paraya olan uzaklığa göre sıraya koymaya başlar yani parası daha az olanın daha önce ölmesi gibi. Bilmiyorum belki fark ettiniz! Aynı yaşta bir milyonerin ölümü ile sıradan bir insanın ölümü aynı ölçüde bir etki bırakmaz üzerimizde... Peki, birden bu paranın karanlık tünelinden sıyrılıp, aydınlığı kucaklayabilir mi bir insan! Artık bunu da okuyunca göreceksiniz...
ve Tolstoy Savaş ve Barış'tan sonra bir eserinde daha özgürlüğü ölümde göreceğini umut etmiş. Herhalde hayatta bunun mümkün olamayacağını anlamış ve olsa olsa ölümde olabileceğini düşünmüş...
"Ölmekte olduğunu biliyor ama acımıyor öldüğüne." ..."Artık serbest olduğunu, onu kimsenin alıkoymayacağını anlıyor."
.
.
.
"...bıkkınlık getirdiği bu yaşamdan
başka bir yaşama, her yıl biraz daha çekici ve
anlamlı gelen bir başka yaşama geçeceğine
sevine sevine öldü... Şimdi bulunduğu yerin
buradan daha iyi olup olmadığını, gerçek
ölümden sonra uyanınca düş kırıklığına uğrayıp
uğramadığını biz de oraya gidince göreceğiz.
Kim bilir, ... belki de umduğunu bulmuştur."