Gönderi

Farabi, el-Medinetü'l Fazıla (İdeal Devlet) kitabında İslam coğrafyasının bilim ve felsefenin merkezi halini almaya başladığı kendi dönemiyle ilgili "Felsefe ana vatanına geri döndü" der. Felsefeyi eski Yunan'ın Keldanilerden aldığının birçok eserde geçmesi, Sokrates'in eski Yunan çoktanrıcılığına karşın -bariz olarak anlaşılan- tektanrıcılığı savunmuş olması, bilimlerin çoğunun İslam’ın altınçağı olan 8.-12. asırlar arasındaki dönemde Müslüman ilim adamlarınca kurulmuş olması gibi konular daima romantik (duygusal) ateistlerin canını sıkan konulardır. "Müslümanlar maldır, hiçbir halt icat edemezler/etmemişlerdir. İslam, insanları ve toplumları ilerleten değil gerileten uydurmaca dinlerden biridir. Kuran'la bilimsel ilerlemenin uzaktan yakından alakası yoktur" kanaatindeki, tarih bilgisi zayıf (kendi medeniyetinin geçmişte büyük atılımlar gerçekleştirmiş olduğu ve içindeki şekilci-taklitçi yapıyı tasfiye ederse gelecekte de büyük atılımlar yapabilme potansiyelinde olduğu gerçeğini yadsıyan), inancını-tarihini-coğrafyasını bilim ve kültürde de emek gaspçısı Emperyalist Batı'nın propagandalarıyla karalayacak kadar aşağılık kompleksi içinde bulunan kesim hoşlanmayacak ama söylemek zorundayım: Batılılar sadece bilimde gelişme kaydetmişlerdir; Müslüman bilim adamları ise sıfırdan bilim kurmuşlardır ve bu sıçramaları da Kuran'a borçludurlar! İnsanlık tarihine bakıldığında bilim hep yavaş yavaş ilerlemiştir; ancak belli bir dönem vardır ki resmen sıçrama yapılmıştır. Bu dönem asr-ı saadet sonrası dönemdir, yani Kuran’ın tarih sahnesine çıkışından hemen sonraki dönemdir. Günümüzdeki bilimlerin çoğunun kurulduğu bu parlak dönemden sonra İslam dünyası Ebu’l Hasan el-Eşari ve Gazali gibi şekilci ve mutaassıp kafaların fikirlerinin etkisine girip bilim ve düşüncede gerileyince Avrupa Rönesans ile bilimin merkezi olma vasfını kazansa da asırlarca sıfırdan bilim kuramamışlar sadece ilerlemeler kaydedebilmişler ve bol bol da çalmışlardır (Müslüman bilim adamlarının keşif ve buluşlarını kendi buluşları olarak pazarlamışlardır: matematik , astronomi, mikrobiyoloji, evrim teorisi, kimya, fizik, optik, robotlar, sibernetik, tarih-sosyoloji, vb.) Harezmi, Biruni, Cezeri, Nasruddin Tusi, Cabir bin Hayyan, İbn Heysem, vd. yazdıkları eserlerinde yaptıkları büyük işlerin kendi dehalarının ürünü olmayıp, bu ilerlemelerinin hep Kuran'ın sayesinde olduğunun vurgusunu yapmaktadırlar. Sömürgeci, köleci, soykırımcı Batı medeniyetinin penceresinden değil de bizzat bu medeniyetin penceresinden de bakıldığında görülecektir ki, oryantalistlerin içlerindeki erdemli ve objektif insanlar maalesef yüzdece çok azdırlar. Bundan dolayıdır ki bilim tarihini yazarken Batı’nın Müslümanlardan öğrenip çok geç anlayıp yaralanmaya başladıkları birçok bilimsel malzemeyi kendilerine mal ederek emek hırsızlığı yapmışlar, uzun süredir gerilemekte olan Müslümanları aşağılık kompleksine sokmak için –maalesef başarılı oldular- sadece gerçekleri gizlemekle kalmayıp kasıtlı olarak uydurulan yalanlarla dolu kitaplar yazmışlardır. Batı, Müslümanların gösterdiği bilimsel erdemi sergilememiş, Müslümanların eski Yunan'dan eski Hint'ten bir alıntı yaparken onları kaynak belirttikleri gibi Batılılar Müslüman bilim adamlarını kaynak olarak belirtmemişlerdir! Asırlar sonra ancak anlayabildikleri ne varsa anlayan kişi 'bulan/icat eden kişi' olarak ortaya çıkmış, yani resmen araklamış ve üstüne yatmışlardır. (Ör: Binom açılımı olarak bildiğimiz üçgenin Ömer Hayyam üçgeni adıyla değil Pascal üçgeni adıyla bilinmesi; Sosyoloji biliminin kurucusu olan İbn Haldun'un adının asla ağza alınmayıp Sosyolojinin Auguste Comte'a yamanması; Evrimsel biyolojinin kurucusu olarak Nasruddin Tusi'nin değil Lamarck-Darwin amcaların adınının geçmesi; hatta bununla da yetinmeyip Hegel ve Marks'ın sömürge bulmuş Emperyalist gibi atlayarak evrim teorisini, diyalektik materyalizmin sosyal bilimlere uyarlanmasında bilimsel dayanak olarak kullanıp istismar etmeleri; vb) Örneğin matematiği kurup günümüzdeki matematik yapan Müslüman matematikçilerin hakkını görmezden gelmek isteyen çevreler matematiğin Yunandan, daha da olmadı Hintlilerden alındığını iddia etmektedirler. Oysa sıfırın ve dolayısıyla sayı kümeleri ve denklem sistemlerinin keşfi, trigonometri, ondalık ve üslü sayılar, logaritma, vb. hep Müslümanların buluşudur. Yani cebirin sahibi Müslümanlardır. Bunu alıp geliştirmemişler, basbayağı sıfırdan kurmuşlar, icat etmişler, yaratmışlardır! Harezmi sıfırı icat ederek (10'luk sistem) matematiği kuran adamdır. Eski Yunanlılarda her sayıya bir sembol (60 tane sembol) ürettikleri için ellerindeki semboller kadar sayı vardı. Harezmi'den önce, sadece, bir şeyin yok olduğunu ifade etmek için kullanılan bir semboldü sıfır. Sayının sağına ekleyince 10 kat büyüten, soluna koyunca 10 kat küçülten, denklem çözerken sadeleşmeyen ama çarpınca yutan, bugünkü matematiksel sıfır kavramını Harezmi buldu. Harezmi'den önce kullanılan sıfır, hesaplamalarda yokluğu veya hiçliği belirtmek için kullanılan sıfırdır. (Muhasebede kullanılan ‘sıfır bakiye’ gibi) Sıfır da, x de var sadece sembol olarak vardı Harezmi’den önce. O sembolü alıp Matematiksel bir kavram haline getirilip insanlığa matematik biliminin armağan edildiğini görmek istememek ancak kasıtlı bir düşmanlıktan ileri gelebilir. Müslümanlar, 10'luk sistemi bularak sonsuz sayıyı ifade edebilmeyi ve işlem yapabilmeyi mümkün kılmışlar, insanlığa soyut düşünmenin (Matematik) yolunu açmışlardır. Hem matematiğin hem de rakamların Hintlilerden araklandığı iddiasının da ne kadar çocukça olduğu biraz araştırınca görülecektir. Hintlilerin Vedik adını verdikleri, pratik hesaplama tekniklerine dayanan bir yöntemleri var eski Yunan'dan farklı olarak. Fakat bunun da günümüzdeki matematikle bir alakasının olmadığını biraz araştıran herkes anlayabilir. Ayrıca ‘Arabic number’ diye bilinen rakamlar güneyimizdeki Arapların Hintlilerden alıp bazı değişiklikler yaparak kullandığı rakamlar değil, Endülüslü Arapların geliştirdiği ve geometrik açıya dayanan sembollerden oluşan rakamlardır. Matematiği İnsanlığa Müslümanlar Armağan Etti! Cebir kelimesi el-Câbir'den geliyor. Avrupalılar el-Câbir sözcüğünü telaffuz edemediklerinden el-Câbir adını el-Gebra diye okurlar ve bugün İngiltere’de Almanya’da basılan bütün cebir kitaplarının üzerinde el-Gebra demek suretiyle el-Câbir’in adına izafeten bu bilim liselerde ‘Cebir’ diye okutulur. Türkiye’de bile Matematik, genel olarak Cebir ve Geometri konuları olarak iki başlık altında sayılır. Câbirin yaptıkları şunlardır: Eski Yunanlıların ve Hintlilerin yaptıklarım incelemiş; ama oryantalistlerin dediği gibi onları çalmamıştır. Çünkü zaten ortada çalınacak bir bilim yoktur! Onların inceledikleri konulara bakmış, bir takım hesaplamaları üçgenlerle, şekillerle yaptıklarını yani ilkel yöntemlerle problem çözmeye çalıştıklarını gözlemlemiş. Matematiksel kesinlik yok, yaklaşımlar ve kestirimler yoluyla sonuca ulaşma çabası var... Çünkü cebir bilimi eski Yunan, Mısır ve eski Hintte yoktu! Câbir birtakım büyüklükleri harflerle göstererek bugünkü Cebir’in esaslarını ortaya koydu. Bir eşitliğin iki tarafına aynı miktar ilâve edilirse, çıkartılırsa, çarpılırsa veya bölünürse bu eşitlik asla bozulmaz diyen Câbir'dir. Bugünkü Matematiğin sahibi Câbir’dir, yani Müslümanlardır. Cabir, birinci derecedeki denklemlerin ve ikinci dereceden denklemlerin çözümüyle kalmayıp üçüncü derece denklemlerinin bile çözümünü vermiş, bütün bunların yanında küp kök almayı da göstermiştir. Rakıyı, dondurmayı, pideyi bile çalıp kendi malları olarak dünyaya pazarlayan hırsız Batılıların en çok emperyalistlik yaptıkları alanlar tarih ve medeniyet alanlarıdır. Oryantalistlerin yayınlarıyla kendi medeniyetimizi araştırıp onların ağzıyla Müslümanların aslında o kadar da abartılmaması gereken ufak tefek işler yaptıkları propagandası etkisinde konuştuğunun artık farkına varması gerekiyor birçok vatandaşımızın. Bazı insanlar ısrarla, Kuran ya da Müslümanlık, söz konusu ilerlemeleri gerçekleştiren kişilerin –hasbel kader, coğrafyadan-zamandan kaynaklanan sıradan bir özellikleri de bu özelliğin bilimselliğin itici gücü olarak lanse edilemeyeceğini söylemektedirler kıvrana kıvrana. Oysa Kuran, yukarıda bazıları örnek olarak verilmiş gerçek Müslüman alimlerin sıradan bir özellikleri değil; onları bizzat düşünmeye akletmeye teşvik eden, evrene ve matematiğe uygun sayısız ifadeleri bulunan, bilimsel ve matematiksel düşünmenin yollarını gösteren bir kitaptır. Bu kitap ile yola çıkan bilim insanı tartışmalar ve polemikler sonunda uzun zaman sonra gelinecek noktadan başlıyor ilk olarak. (Ör: ayın da güneşin de yörüngelerinin olduğu, dünyanın yuvarlaklığı, evrenin genişlemesi, vs) Yani bilim yapmak için yola koyulan bilim insanını 3-0 önde başlatan bir kitap. Kuran bilimi sadece teşvik etmekle kalmaz, eleştirel akılcılığı içselleştiren bir düşünce dünyası yaratarak bilimde sıçramalar yaptırır. Önemli bir mesele de şudur: Bu alimlerin az bir kısmının Arap olduklarını ve dönemin bilim dili olduğu için eserlerini Arapça dilinde yazdıklarını bilinmesi gerekmektedir. Araplar İslam'ı hiçbir zaman tam olarak özümseyemedikleri için hiçbir zaman ahlaklı bir toplum da olamadılar, bilgi toplumu da. “Müslüman = Arap”, “Kuran = Arapça” gibi önermeler yanlış önermelerdir ve bizleri yanlış sonuçlara götürür. Araplar Eşari gelenekten kaynaklanan taassuplar içinde debelenirken aynı dönemde Kurtuba bölgesi ile Horasan ve çevresindeki bölgede (Maveraünnehir Havzası) Hanefi-Maturidi anlayışın ağır basmasıyla oluşan ortamda İslam Rönesansı yaşandı ve bu da ellerindeki Kuran sayesinde (Kuran'ın siyasi-mezhepsel kalıplara sokulmadığı, yine Kuran'ın emrettiği üzere akıl yoluyla anlaşılmasıyla) oldu. Kuran, 6236 ayetlik temel bir kitaptır; bu kitapta ideal gaz denklemini ya da 2. dereceden denklem çözümünde kullandığımız diskriminantı bulamayız elbette. Çünkü Kuran bir bilim kitabı değildir; felsefe veya tarih kitabı da değildir. Ancak bu alanlarda ilham veren, insanlara rehberlik eden, genel ölçüler veren bir kitaptır. Ayrıca Kuran, insana düşünmekle ilgili sadece direktif vermekle kalmayan, ontolojik ve epistemolojik konularla ilgili ayetlerin büyük kısmında sorgulamanın metotlarını gösteren bir kitap olmasından dolayı sorgulama, felsefi-analitik düşünme disiplini kazandırma konusunda da eşsiz bir kitaptır. Özetle, Kuran insanlığa indirilmiş bir kitaptır; sadece Araplara değil. İslam da Arapların milli dini değil, tüm insanlığa gönderilmiş evrensel bir dindir. Kuran’ın indirildiği dönemde en insanlık dışı kavim oldukları, azgınlaşmada İsrailoğullarını bile geçmeye başladıkları için ‘elçi’, Arapların içinden çıkmış ve doğal olarak da Kuran'ın dili Arapça olmuştur. Kuran başka bir kavmin içinden çıkmış bir elçi aracılığıyla indirilseydi o kavmin dilinde olacaktı; ancak anlamı yine evrensel, devrimleri ve insanlığa yol göstericiliği yine kapsamlı olacaktı. Bkz: İslam ve İlim, Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Tanınmayan Büyük Çağ, Prof. Dr. Fuat SEZGİN Ortaçağ I, Prof. Dr. Umberto ECO İslam Güneşi, Dr. Sigrid HUNKE
·
92 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.