"En çok adaya giderdik, Heybeli'ye. Bir pazar günü yine gidecektik." (s. 56) Suzan Defter / Ayfer Tunç
İçinde bu cümlenin geçtiğini bilmeyerek okuduğumuz Suzan Defter kitabını bir pazar günü Heybeliada'da tartışabilmek için değerli kitap dostlarıyla buluştuk.
Peki bir kitap buluşması için neden dört tarafı sularla çevrili bir ada mekanı seçilmiş olabilirdi?
Ayfer Tunç'un Suzan Defter'de kurguladığı karakterlere göre ev, rahimdi. Onun karakterleri hayattan ve dış dünyadan korkardı. Hayat onları sürekli incitirdi. Aslında Kierkegaard'a göre de insanın varoluşunu sürdürmesi ancak içinde bulunduğu toplumdan sıyrılmasıyla mümkün olabilirdi. Yalnızlık, iç sıkıntısı, kaygı ve umutsuzluk kavramları ancak birey yalnız kalınca ortaya çıkardı. Biz de belki de sadece 1000kitap İstanbul Okuma Grubu buluşmalarımızla bireysel yalnızlığımıza kavuşabiliyorduk.
Aslında hayattan korkan, çekinen ya da onun hakkında umutsuz olan bireyler değildik ya işte, Ayfer Tunç'un düşüncelerinden etkilenmiştik. Tunç şöyle derdi evin bir rahim olması için:
"Ev fikri rahimdir. Zaten bizim aldığımız ilk yara, depremden sonra evlerimizin yıkılmasıyla oldu. Gene rahim olacak. Çünkü insan her zaman bir rahim arar. O, annemizin güvenliğine dönmektir."
İşte, bizim de rahmimiz, şu insan kalabalığından bir anlığına sıyrılıp kendi entelektüel gerçekliğimize döndüğümüz varoluş sebebimiz, ayda 1 yaptığımız kitap buluşmaları en nihayetinde. Bu zamana kadar biz de annemizin güvenliğine dönmek isteyen bireylerdik belki de. Bir adada kitap tartışma düşüncesi de aslında bizi bu fikre bağlıyordu. Kalabalık sokakların güvensizliğinden ve sahteliğinden uzak, dört tarafı sularla çevrili bir adada belki biz de dört tarafı acılarla, hayal kırıklıklarıyla, korkularla ve incitilmişliklerle hayatın küçük bir skecini oynamıştık. Zaten ada da etrafında sular olmadan anlamsızdır ya, işte biz de, Ayfer Tunç'un kurguladığı karakterler de etrafında bu 4 unsur olmadan anlamsızdı.
Soruldu sorular, Suzan var mı, Suzan yok mu, kitabı beğendiniz mi, beğenmediniz mi... Bu tür sorular da bizi Suzan Defter adının eski dildeki karşılığına denk gelirdi. "Yanan" defter... Kitap okuma ve yorumlama aşkıyla yanan insanların bir araya geldiği bir buluşmada bu tür tezlerin ve antitezlerin ardı arkası kesilmezdi. Hatta
Bengü arasında bir ara Street Fighter karşılaşmalarını aratmayan cinsten entelektüel bir diyalektik tartışması yaşandı: i.ibb.co/k5Qk4LX/1K.jpg
Zaten kitap buluşmalarının da güzelliği buradaydı. Kitabı beğenmeyenler kendi tezini söylerdi, kitabı beğenenler de kendi antitezini söylediğinde o şehrin içerisinde küçük bir edebi diyalektik ışığı yakmış olurduk. Keşke Hegel de buluşmalarımıza katılıp bu kısa süreli ama çok güçlü "yanan" edebiyat ışığına tanıklık edebilseydi.
Nikola Tesla demişti ya;
“Eğer nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi, bütün dünyayı aydınlatmaya yeterdi.''
Grubumuzda nefrete, ötekileştirmeye, düşmanlığa, sevgisizliğe ve hasete yer yoktur. Bizim "yanan" ışığımız bilgidir, akıldır, düşüncedir. Eğer bilgimizi elektriğe dönüştürebilseydik, bütün dünyayı aydınlatmaya yetmesini isteyecek olan insanlarız. Bilginin bu kadar ötelenmeye çalışıldığı, yeteneksizliğin ve tembelliğin bu kadar ön plana çıkarıldığı bir çağda sizin de Suzan Defter'deki insanların acılarıyla, hayattan korkmalarıyla, hayal kırıklıklarıyla yanabilmeniz dileğiyle...
Katılımcılar :
1-
Keyifli sohbet için herkese teşekkürler. 🌺
Okuyacağımız kitap şu an kütüphanemden bana bakıyor. 😂 Can yayınlarının fotoğraflı klasikleri diğerlerinden daha uygundu, sırayla okurum diye almışım. Farkında değilim. 🤣