Gönderi

Tarihsel Özet * Darwin’den önce de evrimle ilgili geliştirilmiş düşünceler vardı; ancak evrimin işleyiş mekanizmasını ortaya koyan ve bunu kanıtlarla destekleyen ilk kişi o oldu. (s.23) * Darwinizm ortaya çıktığı dönemden bu yana, kimilerini kendi katı gerçekliklerinin bir dayanağı olarak kullanılmış ve bu nedenle saygınlığı yara almıştır. O, politik amaçlar için kötüye kullanılmış ilk bilim değildi (muhtemelen son da olmayacak) Piskopos Berkeley, sosyolojiyi fiziğin bir dalı olarak ele almıştı. 1713 yılında –Newton’un Principia’sından kısa bir süre sonra- Newton’un evren modeline paralel bir toplum modeli ileri sürdü. Bu modele göre toplum, kütleçekime benzer bir Ahlaki Kuvvet Yasası tarafından yönetiliyordu ve “insanların ruhlarını ve akıllarını etkileyen bir ilke” onları “aileye, arkadaşlığa ve çeşitli toplumsal ilişkilere” doğru yönlendiriyordu. Uygarlık, gezegenler örneğindeki gibi, uzak nesneleri yakında bulunanlardan daha az çekiyordu. İnsanlar eğer dünyanın çekim kuvvetinin hakimiyeti altındalarsa (bir tepeyi aşmak bunun böyle olduğunu gösterir), toplumsal ilişkilerde aynı durum neden geçerli olmasındı? (…) Başka kimi düşünürler ise William Harvey’den (kan dolaşım sistemini açıklamıştır) ilham alarak, politik otonomi olarak adlandırdıkları bir sistem modeli yeğlemişlerdi. Birisi güçlü diğeri zayıf iki yasama meclisine gereksinim vardı, çünkü kalbin değişik boyutları olan iki karıncığı bulunuyordu. Bugün, güneş sistemini ya da kalbin yapısını model alan politik veya toplumsal model önerilerine kahkahayla gülüneceği açıktır. (…) Darwin, teorisinin bilimsel gelişme tarihindeki öneminin farkındaydı ama tezlerinin, toplumsal ilişkileri açıklamak amacıyla kaba bir biçimde kullanılmasına karşıydı. (s. 29-31) Giriş * DNA, balinalarla diğer memeliler arasındaki bağı da açıklayabilir. Bu devasa memeliler, ne yazık ki ayılara pek yakın değildir. Moleküler mirasları, balinaların toynaklı memelilere yakın olduğunu gösteriyor. Balinalar, bu grup içindeki hayvanlardan, domuz, geyik ve su aygırı gibi çift sayıda ayak parmağı olanlara daha yakın, at ve gergedan gibi bir, üç ya da beş parmaklılara daha uzaktır. (…) Günümüzde balinalar ve su aygırları pek benzemiyor olabilir, ancak hâlâ akrabalıklarının işaretlerini taşıyorlar. (…) Yavrularını suyun içinde emzirirler; su altında çıkardıkları seslerle iletişim kurarlar; kılsızdırlar, terleyemezler ve erkeklerinin testisleri bedenlerinin içindedir. (s.55-57) 1.Bölüm * Buğday, Anadolu steplerinde üç tür çimenin melezlenmesi sonucu ortaya çıktı. Bunlardan biri olan küçük kızıl buğday (eincorn) hâlâ orada çok az geliştirilmiş biçimde yetiştiriliyor. Yabanıl olanla ıslah edilmiş küçük kızıl buğdayın DNA’larının karşılaştırılması, Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan Karacadağ’da yetişen yabanıl bitkinin, buğdaya genlerini verdiğini göstermektedir. Modern dünya orada doğdu, çünkü bu tepelerin güneye bakan ovaları, üzümün, zeytinin, nohudun ve karaburçağın da doğum yeridir. (s.62) * Yapay seçilimin sonucu, cinsel olarak olgunlaşmış kurt yavruları üretmek olmuştur diyebiliriz. Labrador, kurt boyutlarında bir köpektir ama beyni kurdunkinden beşte bir oranında küçüktür; beyin hacmi, üç aylık bir kurdun beyin hacmi kadardır. Ev hayvanları, atalarının yavru versiyonu gibidir. Evde beslenen köpekler, yiyecek vermeleri umuduyla sahiplerinin yakınlarında oturur; yediği eti kusmasını sağlamak için annelerinin yüzünü yalayan kurt yavruları gibi sahiplerinin ellerini yalarlar. Yabanıl köpeklerin çoğunda, yavrular ya sürü hâlinde ya da (çakallarda olduğu gibi) “bekâr teyzeler” tarafından ortaklaşa büyütülür. Onların evcilleşmiş mirasçılarının başarısı, insanları teyze olarak davranmaya ikna etme yeteneğine bağımlı duruma gelmiş olmalarıdır. (s.68) 2.Bölüm * Çoğu fare popülasyonunda 20 çift kromozom bulunurken, bazı bölgelerde belirli kromozomlar kaynaşmış durumda bulunmaktadır. Yüzden fazla kaynaşma bilinmektedir ve bu durum Alpler, Yunanistan ve Orkneys’te yerel ırklar oluşmasına neden olmuştur. (s.95) * Bütün bunlardan çıkarılacak kaçınılmaz sonuç; türlerin, süreklilikleri genlerin değiş-tokuşunun engellenmesi ile garanti altına alınan, belirgin ve sürekli varyeteler olduğudur. (s.97) 4.Bölüm * Sabun fabrikaları, sıvının parçacıklar hâlinde çökelmesi sırasında ne olduğu üzerine uzun çalışmalar yapan çok sayıda bilimci çalıştırmıştır. Sorun, en iyi mühendis için bile yapmaktan en çok hoşlandıkları yöntemle, soruyu matematikle araştırmak ve en iyi çözümü tasarlamakla çözmeye izin vermeyecek ölçüde güçtü. Bu yöntem başarısız kaldığı için başka bir yaklaşım denediler. Bu yöntem, evrim olgusunun da kilit öğesidir; tasarımcı olmadan yapılan tasarım: yararlı değişimlerin korunması ve zararlı olanların reddedilmesi. Diğer anlatımla, doğal seçilim. Mühendisler, yaşamın kendisini biçimlendirdiği bir ilkeyi kullandılar: Aynı kökenden gelerek değişim. İyi işleyen bir boru ağzı örneği alıp, her birinin rastgele değişen kopyalarını yapalım. Bunların, tozun elde edilmesinde ne ölçüde iyi iş gördüklerini sınayalım. Sonra, hepsinin varlığını koruyamayacağı bir var olma savaşı geliştirelim. Değişiklik yapılmış gereçlerin çoğu, ilk kullanılan biçimden daha iyi olmayacaktır (çoğunlukla daha kötü olacaktır). Bu biçimler ıskartaya çıkarılacaktır, ancak çok az da olsa birkaçı işini önceki biçimlerden daha iyi yapacaktır ve bu biçimler kopyalanacaktır; fakat yine mükemmel olmayan bir kopyalama. Kuşaklar geçtikçe, sanki mucizevi biçimde karmaşık ve beklenmedik bir biçime sahip ola yeni ve etkili bir boru tipi ortaya çıkacaktır. (s.120) * Hayatta kalmayı başaran çok az tür, eski çağların kalıntısı olarak varlığını sürdürür. Akciğerli balıklar, ilk kez 400 milyon yıl önce ortaya çıktı. Bunlar, karşılaştıkları koşullara uyum göstermeyi başaran, aktif ve çeşitlilik sergileyen gruplardı. Ailenin küçük bir dalı, omurgalıların denizden karaya çıkışında önemli bir rol oynadı. Daha sonra birdenbire akciğerli balıkların evrimi yavaşladı; buna karşılık çevrelerindeki diğer omurgalıların sayısında patlama yaşandı. Şimdi geride yalnızca yarım düzine çeşit kaldı. Bunlar Afrika, G.Amerika ve Avustralya’nın bazı gölleri ve ırmaklarında, yılın çoğunda çamur içine gömülü biçimde kasvetli bir yaşam sürüyor. Onlar, yitip gitmiş bir dünyanın kalıntısı olan yaşayan fosillerdir. (s.151) 5.Bölüm * Bu bölümde, orijinal bölüme diğer bölümlerde olduğumuzdan daha az bağlı olacağız. Çünkü Darwin bu bölümü yazarken epeyce yanlış yapmıştı. (s. 164) * Mendel’in ünlü oranlarının değişkenlik gösterdiği örnekler de vardır. İki Manks kedisi çaprazlandığında, bir sonraki kuşakta üçe bir oranı elde edilmez. Kuyruksuz iki kediye karşılık bir kuyruklu yavru olur. Bu durumun nedeni, iki kuyruksuzluk aleline sahip olmanın, yavruların ölümüne neden olmasıdır (bezelyelerde iki doz sarı renk aleline sahip olanlar ölmüyordu). (s.172) * Yaşlı babalar (tarihlerinde birçok bölünme bulunan yaşlı spermleriyle), dişilerin ürettiğinden 20 kat fazla genetik hata oranına sahiptir. Erkekler, evrimin hammaddesinin büyük bölümünün kaynağıdır. Yakın memeli türlerinin erkeklerinin ve dişilerinin karşılaştırılması, yalnızca erkeklerde bulunan Y kromozomunun, X kromozomundan çok daha hızlı değiştiğini gösteriyor. Kuşlarda, erkekler değil dişiler Y kromozomunun eşdeğerine sahiptir ve kuş Y kromozomu, memelilerdeki durumun tersine, normal hızda evrim geçirir. Dişi kuşlar, genetik değişiklik birikiminin, cinsiyetin nasıl belirlendiğinden değil de, erkekliğin kendisinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. (s.176) 6.Bölüm * Evrimsel süreçte çoğu durumda doğal seçilim, bir mimardan çok bir polis görevi görmüştür. Her molekülü her çevresel koşul değişimine uyarlamamıştır ama bedenin iyi işleyen bölümlerini bozan mutasyonları elemiştir. (s.205) * Bugün biyolojinin dikkati, giderek artan biçimde başka bir çatışmaya yoğulaşmaktadır: Derinin altında süren, genlerin kendi arasındaki savaşa. Anlaşıldığına göre DNA’nın gündemi, taşıyıcısının çıkarlarıyla çelişebilmektedir. (s.207) * Bu durum, genlerin kendi evrimsel gündemleri olduğuna işaret ediyor. Belki de belirli DNA parçaları için türler, bireylerinin birbirleriyle cinsellik aracılığıyla bağlantı kurduğu, barınılacak büyük hayvan kıtalar olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır. (s. 211) * Gelişmekte olan moleküler anatomi kavrayışı, 300 milyon yıl önce gen değiş-tokuşunun evrensel bir durum olduğunu gösteriyor. Karmaşık canlıların tümünün genomları, her biri erken dönemlerde, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, farklı atalardan köken alarak gelişen organizmaların genetik malzemelerinin oluşturduğu yamalardan oluşmaktadır. Kökeni bilinen 700 genin, farklı bir geçmişi izleyen, bakteride mayaya ve kurtçuğa kadar geniş bir organizma yelpazesinden geldiği anlaşılmıştır. Bu genler kökenlerine göre değil, yaptıkları işe göre gruplanmıştır. İster bitkilere, isterse hayvanlara ya da bakterilere aktarılmış olsun, bir grup gen bilgiyi örgütlemek, işletmek ve yayınlamaktan sorumlu olmuştur. Geri kalanlar, onarım, yiyecek hazırlanması, atıkların boşaltımı ve hareket edilmesi gibi ev içi işleri yapar olmuştur. Bilgiye ilişkin olan gen dalı, metanı dışarıya pompalayan basit bir mikrobun genlerine benzemektedir; buna karşılık geri kalanların genetik malzemesi, bu grup ve diğer bir bakteri grubundan toplanmıştır. Evin içini yöneten genler, neredeyse yaşamın başlangıcından bu yana oradan oraya sıçramış gibi görünürken, bilgiyi işleyenler daha az hareket etmiştir. İkincilerin daha az yer değiştirmesinin nedeni, birbirleriyle haberleşme zorunlulukları olabilir. Ancak yaşam bir zamanlar sanıldığından çok daha akışkandır. (s.214) 8.Bölüm * DNA molekülünün kendini hatasız kopyalamadaki beceriksizliği –mutasyon- evrimin kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Doğal seçilimin, bu yanlışlarda öte bir sermayeye gereksinimi yoktur. (s.255) * İki tür çaprazlandığında ortaya çıkan ısrarlı bir desen vardır. Yavrular arasında cinsiyetlerden biri görülmüyorsa ya da kısırsa, bu durum neredeyse hep o cinsiyette iki çeşit cinsiyet kromozomu olmasındandır; farelerde ve meyve sineklerinde erkek, kuşlarda ve kelebeklerde dişi cinsiyet. Bu desen, bulunduğundan beri Haldane Kuralı olarak bilinir. (s.268-269) * Bitkilerde durum hayvanlardakinden oldukça değişiktir. Bitkiler yabancı bir eş kabul etmeye, hayvanlara göre çok daha hazırdır ve böylesi yasak aşklardan olan yavrularda yeni gen bileşimleri sıklıkla o denli iyi uyum gösterir ki, böylesi hibritler ataları aleyhine gelişim gösterir. (s.271) 10.Bölüm * Akarsular, çeşitli kuvvetlerin dengesine bağlı olarak evrim geçirirler. Nehrin yatağı, suyun bir kıyıdan aldığını bir başka kıyıya boşaltması nedeniyle sürekli bir değişim geçirir. (…) Düzinelerce ırmağa ilişkin yapılan ölçümler ve bilgisayar simülasyonları, bir düzlük boyunca ilerleyen bir ırmağın olası en kısa yatağıyla, gerçek uzunluğu arasındaki ilişkinin her zaman aynı olduğunu göstermiştir. Bu oran, bir çemberin çevresinin çapına oranı olan pi sayısına karşılık gelir. Her ırmak, boyutu ne olursa olsun, denize ulaşmak için aşması gereken yolun üç katından biraz daha fazla bir yol kateder. (s.311-312) * Sıra sellerin etkilerinin incelenmesine geldiğinde, Karadeniz’in başına gelenler öykünün bir bölümünü anlatacaktır. Karadeniz bir zamanlar küçük bir tatlı su gölüydü ve İstanbul boğazı, iki havza arasındaki kuru bir çıkıntıdan başka bir şey değildi. Ama sonra, bir ırmak kuzeye doğru bir vadi oydu. Güneye doğru ise dünya yüzeyinde gerçekleşen bir kayma, derin bir fiyort ortaya çıkardı. Günümüzden 5500 yıl önce deniz yükseldiğinde, Akdeniz Karadeniz’e doğru olan son barikatları parçaladı ve sular Karadeniz’e akmaya başladı. Öylesine büyük bir su akışı oldu ki, ortaya çıkan çağlayan Niagara’nın 200 katı boyutundaydı. Çağlayandan dökülen suyun çıkardığı kükreyiş, 300 mil uzaktan bile duyulabilirdi ve kimi yerlerde kıyı yalnızca bir gün içinde bir mil karanın içlerine doğru ilerliyordu. Tuzlu su, Karadeniz’in tatlı suya uyum göstermiş hayvanları açısından evrimsel bir felaket anlamına geldi. Ancak 500 yıl sonra, felaket yaşama sırası Akdeniz’e gelecekti; bu felaket sırasında yaşanan toplu ölüm, deniz tabanında ince bir çürümüş tabaka olarak iz bıraktı. Firavunların ortaya çıktığı dönemden kısa süre sonra, bölgede şiddetli bir yağmur yaşandı. Bu yağmurlarla oluşan sel, aşındırdığı toprağı denize taşıdı ve toprak deniz yüzeyini kapladı. Bu katman denize karışmadan, oksijenin suda çözünmesi olanaksızdı. Bugünün Karadeniz’inde olduğu gibi (oksijensiz tuzlu su katmanı, daha tatlı olan katmanın altında durmaktadır), Akdeniz’in derinlikleri ölümü yaşadı. Bu süreç 60 yıl sürdü ve binlerce türü ortadan kaldırdı. Böylesi bir felaket, bugün de denizleri aynı hızla öldürürdü. (s. 317) * Bir milyon yıllık evrimsel değişim birimi bir Darwin olarak adlandırılır. (s.325) * Günlerin sayısı azalmış, süresi uzamıştır. Ay, komşusu Dünya’nın enerjisini tükettiğinden, yerkürenin dönme hızı tarih boyunca yavaşlamıştır. Mercanların, 400 milyon yıl öncesine ait günlük ve yıllık kabarmaları ile belirlenen büyüme halkaları, bu tarihlerde bir yılın 400 günden oluştuğunu gösteriyor. (s.336) 13.Bölüm * Kladistikten önce, dört ayaklı omurgalıların tümünün antik lob yüzgeçli balıktan geldiği ve bunların çoğunun 400 milyon yıl önce ortadan kaybolduğu sanılıyordu. Bunların yüzgeçleri, eksenleri bakımından ayağa dönüşebilecek yapıdaydı. Bu grubun Coelacanth adı verilen bir üyesini 1930’lu yıllarda Afrika’da deniz kıyısının açığında bulunan bir örneği, balıklarla dört ayaklı omurgalılar arasındaki “kayıp halka” olduğu düşünülerek selamlanmıştı. Ancak kladistik, bu düşüncenin doğru olmadığını gösterdi. Coelacanth, dört ayaklı omurgalılarla aynı dalın üzerinde değildir. Bu iki grubu birleştirenin, Coelacanth ile aynı dönemde gelişmiş olan başka bir büyük grup, akciğerli balıklar grubu olduğunu gösteriyor. (s.403-404) * [Kladistik] bütün kara bitkilerinin tek bir soyun üyeleri olduğunu ve (bu işi düzinelerce kez yapan hayvanların tersine) denizden karaya bir kez taşındıklarını gösterir. (s.404) * İnsanlar ve fareler, batrağın sahip olduğu bütün genlerin ekstralarına sahiptir; ortak atadan gelen yolun bir yerinde, genlerin sayısı iki kez ikiye katlanmıştır. Bir grup balık (ışın yüzgeçli balıklar), memelilere giden soydan ayrıldıktan sonra, genlerinde bir kez daha ikiye katlanma gerçekleşmiştir. (s.419) 14.Bölüm * Kısacası türlere, cinslerin sadece kolaylık olsun diye oluşturulmuş yapay derlemeler olduğunu kabul eden doğa bilginlerinin yaklaştığı gibi yaklaşmamız gerekecektir. Bu pek de iç açıcı bir bakış açısı olmayabilir ama en azından tür teriminin o keşfedilmemiş ve keşfedilmesi mümkün olmayan özünü boş yere aramaktan kurtulmuş oluruz. (s.485)
·
168 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.