Gönderi

Osmanlı Çevreciliği
  Potocki İstanbul'u ziyaret ettiğinde, kent halkının bugün "çevreci" olarak niteleyebileceğimiz davranışı hemen dikkatini çekmişti. O tarihlerde bizim oralarda Jovellanos'un Meşeta'da artık iyice seyrelmiş bulunan ağaçlara karşı Kastilyalıların duyarsızlığından yakındığını anımsayalım: ağaçların "havanın saflığını bozduklarına" inanıyorlarmış, o nedenle tüm yoksulluklarına karşın, "Aydınlanmacılar"ın ormanları yeniden üretmeleri için önerdikleri parasal teşviklere iltifat etmiyorlarmış. Osmanlılar'ın onlarınkiyle taban tabana zıt tutumu gerçekten kayda değer: "Türklerin hiç kuşkusuz gönlünüzü çelecek olan yanı -diye yazıyor Potocki- ağaçlara olan sevgileridir. Ağaç kesmek tüm mahalle halkını ayağa kaldıran pek büyük bir suç sayılıyor; engel olmak için akla gelmeyecek şeyler yapılıyor. Birçok yerde ulu bir çınarı çevreleyecek biçimde yapılmış dükkânlar gördüm, ağaç damdan yukarı çıkıyor, yapraklarıyla yapıyı örtüyordu ya da kesmeye cesaret edemedikleri dallar duvarları delip geçiyordu. Kocamış ağaçların çoğunun çevresi kökleri desteklenmek amacıyla toprakla doldurulup yükseltilmiş. Fidanların çevresi hasırlar sarılarak korunmuş, hem de hiç kim şeye ait olmayan arazide." Kimi asırlık ağaçlar bugün hâlâ varlığını koruyor örneğin Bab-ı Ali'ye yakın bir refüjün ortasındaki çınar ya da Sahaflar Çarşısı' nın orada, Beyazıt Camii' nin yanındaki kahvehaneye gölge veren çınar gibi-, ama İstanbul sokaklarında çok uzun süredir taban tepen bir gezgin olarak, yukardaki alıntıyı yüreğim sızlamadan okuyamıyorum: yirmi yılı bulmayan bir sürede, kentte nice bahçe koruluğun yok olduğunu gördüm, tıkanık trafiğin keşmekeşine ve otopark ihtiyacına kurban edildiler. Altmışlı yılların Madrid'inde olduğu gibi, Belediye yetkilileri ağaçları kesip kuşa çevirdiler, sonuçta kent çirkinleştiği gibi, kentlilerin yaşamında herhangi bir iyileşme olmadı. Doğrusu şu ki para sınır tanımıyor ve bayındırlık işlerini gerçekleştiren firmalar salt kendi maddi çıkarlarını düşündüklerinden,Türk gelenekleri gibi, halkın büyük çoğunluğunun duygularından da habersizler. Yıkıcı gelişme tutkusuna hâlâ kuvvetle karşı çıkanlar yok değil, ama örneğin Tepebaşı gibi kimi mahallelerin bir İstanbul tutkununa şimdi sergiledikleri görünüm bundan daha umut kırıcı olamaz. Kuşlar, köpekler ve kediler de Türklerin gözünde sevgiye ve özene değerler. İngiltere'de hayvanları koruma dernekleri kurulmadan yüzyıllar önce, gezginler İstanbul halkının hayvanlara davranışını hayranlıkla vurgulamışlardır. Urdemalas Osmanlı hakkında kötü şeyler söyleyen ve barbar diyenlere karşı çıkarak söyle der: "...birçokları durup denizdeki balıklara ekmek atıyor, balık bilmezse Halik bilir diyor. İstanbul'un her yanı başıboş köpeklerle dolu, Hünkâr'ın sarayının çevresindeki alanlarda karınca gibi kaynaşıyorlar; çünkü bir dişi köpek doğurduğunda yavrularını öldürmeyi günah sayıyorlar, öyle olunca da tabii şeytan gibi çoğalıyor itler. Bir o kadar da kedi var, sahipsiz olduklarından, barınacak bir evleri yok, uyuz içindeler. Çoğu kimse sadaka olsun diye kebap ya da ekmek alıp bunlara dağıtıyor. Bir yakınları hasta olunca bir kafese kuş dolduruyor, sonra Allah'ın gönlünü etmek için kapısını açıp hepsini salıveriyorlar." Osmanlı vakanüvisi Evliya Çelebi'nin aktardığı bir söylence var: Bir gün bir minarenin tepesine yuva yapmaya çalışan bir leyleği müezzin hoyratça kovmuş, o gün bugündür leylekler İstanbul'da konaklamıyorlarmış. Ama daha sonraki yazarlar onu yalancı çıkarıyorlar: kent leyleklerle dolu diyorlar, güvercinler de şaşılacak bir hızla çoğalıyorlarmış. Ali Bey de Marakeş' te bundan biraz farklı bir söylence işitmiş: Leylekler kışın Mekke'ye hacca gidildiğinden ötürü, kimsenin kendilerini rahatsız etmesinden korkmadan, canlarının istediği yere yuva kurabilirlermiş. Doğrusu en gözüpekleri günümüzde kahvelerin masalarına bile konuyorlar ve büyük bir kibarlıkla gedikli müşterilerin kendilerine bir şeker ya da bisküvi ikram etmesini bekliyorlar. Osmanlı'nın İstanbul'unda insanlarla hayvanlar arasında egemen olan uyum ve güven gezginlere çok mürekkep akıttırmıştır. Bir yazar, kayıklar geçerken kuşlarının yerlerinden ancak şöyle hafiften kımıldadıklarını anlatıyor; bir başkası diyor ki, çocuklar Avrupa'dakiler gibi kuşların doğal düşmanı olmak şöyle dursun, kuş yuvalarını gözleri gibi koruyorlarmış. "Köpekler sürüler halinde oradan oraya dolaşıyorlar, hem kötü muamele edenin vay haline! diye yazıyor Castellan. Sepetleri et dolu seyyar kasaplar çevreleri kedi ve köpek kafileleriyle sarılı geziyorlar, sevap işlemek isteyen Türklerin hesabına onların karınlarını doyuruyorlar. Güvercinler limanda tahıl taşıyan gemilerin üstüne binlercesi birden çöküyorlar ve belki de gümrüğün aldığından daha yüksek bir vergi tahsil ediyorlar. Evler yapılırken, sahipleri hayvanların su içmesi için yalaklar koyduruyorlar, duvarlara da kuşlar yuvalarını yapsın diye Arap stili minyatür köşkler konduruyorlar." XIX. yüzyılın ilk yarısında, yeni Avrupa mahallesi Pera ile, Galata'daki iş merkezi arasında o zamanlar yer alan büyük mezarlıkta dolanıp duran köpek sürülerinden rahatsız olan kentsoylu ve Romantik gezginler kedilerle köpeklere iyi davranılmasının nedeninin İstanbul' da alt kesimin oturduğu mahallelerin sokaklarını atılan hayvansal artıklardan temizlemeleri olduğunu yazıyorlar; etkin bir çöp toplama hizmeti yapılmadığından, kentin temizlenmesi ancak böyle mümkün oluyormuş. Nerval, Gauthier, Flaubert, DuCamp Tepebaşı bahçelerinde ya da Kasımpaşa mezarlığındaki gezintilerini anlatırken, gürültü ve aç köpek sürülerinin varlığını belirtmeden edemiyorlar. Günümüzde leyleklerle köpekler kent manzarasından yok olmuş gibiler, ama Yeni Cami ile Mısır Çarşısı'nın çevresinde güvercinler bulutlar halinde dönüp duruyorlar; sayısız martı limanda mekik dokuyan vapurların Eminönü ve Galata sahilindeki iskelelere gürültüyle yanaşıp ayrılmalarına aldırmadan limanın çalkantılı sularına ok gibi dalıyorlar; İstanbullular Galata köprüsünün üstüne sıra sıra dizilip Haliç'e girip çıkan balık sürülerine ekmek yerine olta atıyorlar; İstiklal caddesine yakın eski binaların avlularında meraklı bir gezgin hâlâ kenti denetlemekle görevli kedilerin görkemli oturumlarına katılabilir. Gelgelelim turistler telaş içinde kentin bir ucundan öbür ucuna koşuşturmaktalar, durup da Türklerin hayvanlarla ve ağaçlarla eskiden kurduğu verimli ilişkinin zamanla nasıl değiştiğini gözlemlemiyorlar. -Osmanlı'nın İstanbul'u, 74-76, İstanbul.
··
59 views
Cheshire Cat okurunun profil resmi
Ağaçları kesmeden ve hayvanlarla yaşamanın güzelliği ikisininde kimseye zararı olmadığının ne güzel bir örneği :))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.