AMA ÇOCUK KAYBOLURÇarpım tablosu ezberlerken hayatının en zorlu imtihanlarından birini verir çocuk. Çabucak ezberleyen zekidir, diğerleri eh işte, hiç ezberleyemeyen aptal!
Okumayı sökemez bir türlü, en arka sıraya atılır. Sınıfın tembelidir o artık. “Parmakla gösterilen!”
Koşuda birinci gelemez, şarkıyı ritmine uygun söyleyemez. Geç tembeller sırasına!
Vazgeçer sonra çocuk. Kayıptır artık. Bulunmamak için iyice gizlenir. Gizlendikçe daha da kaybolur.
Oysa çarpım tablosunu oluşturan rakamlardır onu korkutan. Dokunamadığı, koklayamadığı, küçücük kafasında bir şekle sokamadığı tuhaf şeylerdir.
Öğretmeni o gün rakamları elmaya, taşa, kaleme, ne bileyim renkli renkli bilyelere dönüştürüp çocuğun “rakamlara dokunmasını” sağlasaydı, kaybolmayacaktı çocuk.
Okulun ilk günü “öğretmenim ben zaten okumayı biliyorum” deme cesaretini gösterebilseydi, bu cesareti öğretmeninden alabilseydi, yola mağlubiyet hissiyle başlamayıp, kaybolmayacaktı çocuk.
“Ben bazı harfleri söyleyemiyorum, bana gülüyorlar, çok yazı yazdırıyorsunuz parmaklarım acıyor, o yüzden okumak- yazmak istemiyorum.” diyebileceği bir öğretmene sahip olsaydı çocuk, kaybolmayacaktı.
“Ben hızlı koşamıyorum, zaten neden her şeyde yarışmak zorundayım ki? Şarkı söylemeyi değil, dinlemeyi seviyorum. Siz şarkı söylerken ben resim yapsam olmaz mı?” diyebilseydi öğretmenine, kaybolmayacaktı çocuk.
Ama çocuk kaybolur. Çünkü onu da kayıp bir çocukluktan gelme öğretmeni yetiştirmiştir.
Ne yazık ki eğitim-öğretim acımasız bir yarıştır dünyada. Bu yarışta düşenler diğerleri tarafından üstüne basılıp geçilir, parça parça edilirler.
Şansı varsa tam düşeceği sırada elinden yakalayıverir bir “öğretmen”. Ve bu tüm hayatını kapsayan bir etkileşim başlatır.
Bu yetersiz, ezberci ve gelenekçi eğitim sistemlerinin acımasız çarkında kaybolmayan bireyler yetiştirmek için siyasetçiler, yöneticiler, öğretmenler, anne-babalar, hepimiz elimizi taşın altına koymak zorundayız.
Kitabı okumanızı tavsiye ederim. İşte bize tam olarak bunlardan ve çözüm yollarından bahsediyor.