Ceza sömürgesi
Bu sırada, neredeyse elinde olmadan, cesedin yüzüne baktı.
Hayatta olduğu zamanki gibiydi; vaat edilen kurtuluşa dair hiçbir işaret yoktu yüzünde
Yasanın herkese, her
zaman açık olması gerekir diye düşünmüştür;
bekçisi, ona doğru
iyice eğilmek zorundadır; çünkü boy farkı, adamın aleyhine, çok fazla artmıştır. “Hâlâ ne öğrenmek
istiyorsun?” diye sorar kapı bekçisi, “Doyuma ulaştırılamaz birisin.” “Herkes yasaya ulaşmak için
çabalar,” der adam, “nasıl oldu da, bu birçok yıl içinde benden başka kimse giriş izni talep etmedi?”
Kapı bekçisi, adamın artık ölmek üzere olduğunu anlar ve iyice azalmış olan işitme yetisi yüzünden,
ona kükrercesine: “Burada, senden başka kimse giriş izni alamazdı, çünkü bu giriş sadece sana
ayrılmıştı. Şimdi gidip onu kapatıyorum,” der.
Hüküm
Fakat böyle yapmak aynı zamanda ona, koruyuculuğu arttıkça
kırıcılığı da artan bir şekilde, şimdiye kadar gösterdiği bütün çabaların boşa olduğunu ve artık
akıntıya kürek çekmekten vazgeçmesini, geri dönüp, kesin dönüş yapmış biri olarak herkesi kendisine
hayretten açılmış gözlerle baktırması gerektiğini; sadece arkadaşlarının bir şeyler becerebildiğini ve
baba evinden ayrılmamış bütün başarılı arkadaşlarının tuttuğu yolu tutması gereken, büyümemiş bir
çocuk olduğunu söylemek anlamına da gelirdi.
Yolunu kaybettiği açıkça belli olan, insanın en fazla acıyabileceği ama yardım edemeyeceği böyle
bir adama ne yazılabilirdi ki? Ona, evine geri dönmesi, varolma çabasını bu tarafa aktarması, bütün o
eski dostluk ilişkilerini yeniden kurması –ki bunun için herhangi bir engel yoktu– arkadaşlarının
yardımına güvenmesi mi söylenmeliydi? Fakat böyle yapmak aynı zamanda ona, koruyuculuğu arttıkça
kırıcılığı da artan bir şekilde, şimdiye kadar gösterdiği bütün çabaların boşa olduğunu ve artık
akıntıya kürek çekmekten vazgeçmesini, geri dönüp, kesin dönüş yapmış biri olarak herkesi kendisine
hayretten açılmış gözlerle baktırması gerektiğini; sadece arkadaşlarının bir şeyler becerebildiğini ve
baba evinden ayrılmamış bütün başarılı arkadaşlarının tuttuğu yolu tutması gereken, büyümemiş bir
çocuk olduğunu söylemek anlamına da gelirdi. Peki, ona reva görülecek bütün bu eziyetler bir işe
yarayacak mıydı? Belki de bir daha eve bile getirilemeyecekti; ülkesindeki ilişkileri artık
anlamadığını kendisi de söylemişti zaten; ve bu akıl hocalıklarından bezgin, dostlarından biraz daha
uzaklaşmış olarak, bütün bu çabalara rağmen kendine yabancı olan o yerde kalma olasılığı vardı.
Peki öğütlere gerçekten kulak verip de, sonuçta kendi ülkesinde –kasten değilse de koşulların
zorlamasıyla– ezilecek, ne arkadaşlarıyla ne de onlarsız bir çıkar yol bulamayacak, utanç duyacak ve
asıl o zaman gerçekten de yersiz yurtsuz ve arkadaşsız kalacaksa, şu anda olduğu gibi o yabancı
ülkede kalması, onun için daha iyi olmaz mıydı? Bu koşullar altında, onun burada sahiden
tutunabileceğini düşünmek mümkün müydü?
halde düğünümüze gelemeyecek,” dedi Frida, “oysa bütün arkadaşlarını tanımaya hakkım olduğunu
düşünüyorum.” “Onu rahatsız etmek istemiyorum,” diye cevap verdi Georg, “Beni yanlış anlama,
aslında herhalde gelirdi, en azından ben öyle sanıyorum; ancak kendini mecbur edilmiş hissedip
incinecektir, belki beni kıskanacak, ancak bu memnuniyetsizliğini bertaraf etmeyi hiçbir zaman
başaramayıp sonunda gene tek başına geri dönecektir. Tek başına! Bu nasıl bir şeydir, anlayabilir
misin?” “Peki, evliliğimizi başka bir şekilde öğrenemez mi?” “Buna engel olamam, ama onun yaşantı
tarzına bakılırsa, bu pek mümkün değil.” “Böyle arkadaşların varsa Georg, o zaman belki de hiç
nişanlanmamalıydın.” “Evet, bu konuda ikimiz de hatalıyız, ama bugün de olsa aynısını yapardım.”
Ve nişanlısı, onun öpücükleriyle nefesi kesilmişken, Georg, “Fark etmez, beni gene de incitiyor,”
dediğinde, arkadaşına her şeyi yazmasının gerçekten de zararsız ve tehlikesiz olduğunu düşünüyordu.
“Ben böyleyim işte, arkadaşım da beni olduğum gibi kabul etmek zorunda,” dedi kendi kendine, “sırf
bu arkadaşlığa daha uygun biri olmak için, kendimi olduğumdan farklı gösteremem.”
“Bırakalım şimdi arkadaşlarımı. Bin arkadaşım bile olsa
babamın yerini tutamaz.
Georg mahcup bir şekilde ayağa kalktı. “Bırakalım şimdi arkadaşlarımı. Bin arkadaşım bile olsa
babamın yerini tutamaz. Ne düşünüyorum biliyor musun? Kendine iyi bakmıyorsun. Oysa yaşlılığın
vazgeçilmez hakları vardır. İşi sensiz çeviremem, bunu gayet iyi biliyorsun, ama eğer iş sağlığını
tehdit edecek olursa yarından tezi yok, bir daha açmamak üzere kapatıveririm. Bu böyle devam
edemez. Yaşayış tarzında değişiklikler yapmamız gerek; hem de temelden. Güçlenmek için bol bol
yiyeceğine yemeğe ağzını değdirip bırakıyorsun. Bu karanlıkta oturuyorsun, halbuki oturma odasında
gayet güzel ışık var. Kapalı pencerelerle oturuyorsun, oysa temiz hava sana çok iyi gelir. Hayır baba!
Doktor getireceğim ve onun söylediklerine harfiyen uyacağız. Odaları değişeceğiz; sen ön odaya
geçeceksin, ben de buraya. Senin için büyük bir değişiklik olmayacak, odandaki her şey oraya
taşınacak. Ama her şeyin zamanı var, şimdi seni biraz yatağına yatıracağım, dinlenmeye şiddetle
ihtiyacın var. Hadi, soyunmana yardımcı olacağım, bunu yapabildiğimi göreceksin. Eğer hemen ön
odaya geçmek istersen orada benim yatağıma uzan. Hatta bu çok daha mantıklı olur.”
“Evet, kuşkusuz komedi oynadım! Bir komedi! Durumu açıklayacak en yerinde sözcük! Benim gibi
yaşlı bir dulu avutacak başka ne kaldı ki? Söyle –ve bunun cevabını verene kadar hâlâ benim yaşayan
oğlum ol!– arka odada, sadakatten yoksun, başa bela personel beni kollayıp dururken, yapabileceğim
ne kaldı ki? Ve oğlum caka satarak dünyayı dolaşıp, benim hazırladığım işleri bağlıyor; zevkten dört
köşe, perendeler atıyor ve babasının önünden, onurlu birinin ağırbaşlı, sakin ifadesiyle geçip
gidiyor!”
“Nişanlına sarıl ve bana meydan okumaya devam et sen! Onu öyle bir sürüp atarım ki, aklın durur.”
“Artık kendin dışında da nelerin var olduğunu biliyorsun; bu zamana
kadar kendinden başka bir şeyden haberin yoktu. Masum bir çocuktun ama aynı zamanda şeytan ruhlu
bir insan olduğun da bir gerçek! Bu yüzden şunu bil: Seni suda boğularak ölmeye mahkûm ediyorum