Gönderi

"Aslında, bir yere yerleşmek garip bir iştir ve belki de bunun nedeni, amacın yalnızca kendine hizmet etmesi ve o belirli süre biter bitmez ya da o sürenin bitiminden kısa bir süre sonra, orayı terk edip eski durumumuza dönmeye kararlı olduğumuz için yeni bir çevreye alışmanın ve onu benimsemenin getirdiği zorluktur. O tür bir değişikliği, yaşamımızın esas akışına onu bölen bir parça ya da bir ara oyunu gibi sokarız ve amacımız ‘dinlenmek’, yani günlük yaşantının kesintisiz tekdüzeliğinin rahatına gömülüp kendimizi ilgisizliğe kaptırdığı için gevşeme tehlikesiyle karşı karşıya kalan organizmamızın canlanmasını ve kendini yenilemesini sağlayacak bir egzersiz yapmaktır. Arada sırada vazgeçilmeyen yaşantı kuralları insanı neden bitkinleştirir ve ilgisizliğe yol açar? Bunun nedeni, yaşamın getirdiği zorlukların neden olduğu yorgunluk ve yıpranmadan çok (bunlar için en iyi ilaç dinlenmedir) psikolojiktir ve zaman duygumuzla bağlantılıdır çünkü zaman, hiç kesintiye uğramadan hep aynı akarsa, elimizden kaymaya başlar ve zaman duygumuz, yaşam duygumuzla öylesine bağlantılı ve iç içedir ki bu duygulardan birinin zayıflaması demek öbürünün de acı ve yıpratıcı bir deneyimden geçmesi demektir. Can sıkıntısının kaynağıyla ilgili bir yığın yanlış düşünce dolaşır ortada. Zamanı yeni ve ilginç şeylerle doldurmanın, onun geçmesini sağladığı –aslında kısaltmak demek istiyoruz–, buna karşın tekdüzeliğin ve boş durmanın zamanı ağırlaştırdığı ve onun akışına engel olduğu kanısı yaygındır. Oysa, bu her zaman böyle olmaz. Boş durmak ve tekdüzelilik bir ânı ya da bazen bir saati bile uzatıp can sıkıcı bir hale getirebildiği gibi, hiçliğe indirgenene dek, çok büyük, hatta en büyük zaman dilimlerini de kısaltıp eritebilir. Tersine, zengin ve ilginç bir içeriğin saati ve hatta günü kısaltma ve hızlandırma gücü vardır ve böyle durumlarda zaman kanatlanır; daha geniş bir açıdan baktığımızda da, zamanın akışına genişlik, ağırlık ve daha somut bir biçim kazandırır ve böylece, rüzgârda savrulup giden o boş ve tüy hafifliğindeki acınası yıllara oranla, olay açısından zengin yıllar çok daha yavaş geçer. Can sıkıntısı denen şey, aslında, zamanın tekdüzeliğinin neden olduğu sağlıksız bir kısalmadır ve kesintisiz bir değişmezlik, geniş zaman alanlarını, kalbi korkudan öldürecek denli daraltır ve her gün öbürünün aynı ise, tüm günler bir güne indirgenir ve kusursuz bir tek türlülük en uzun ömrün bile, göz açıp kapayana dek geçmiş bir kısalıkta algılanmasına neden olur. Alışkanlık, zaman duygusu uykuya yatarsa ya da en azından renksizleşirse ortaya çıkar; ve insana gençlik yılları yavaş, daha sonraki yıllar ise gitgide hızlanarak akıp gidiyor gibi gelirse bu alışkanlık yüzündendir. Yeni alışkanlıklar edinmenin ya da eskilerini değiştirmenin, yaşamı korumak, zaman duygumuzu yoğunlaştırmak, zaman deneyimimizi yavaşlatmak ve böylece yaşam duygumuzu yenilemek için yapıldığını biliyoruz. Yer ve hava değiştirmenin ve kaplıcalara gitmenin, yani dinlendirici küçük olayların deneyiminden geçmenin amacı budur. Yeni bir yerde geçirdiğimiz birkaç gün diri, yoğun ve rahat akar – altı ya da sekiz gün. Sonra, o yere alışıldığı oranda, zamanda, genel bağlamda kısalma oluşmaya başlar ve yaşama bağlı olan ya da bunu umut eden birey, günlerin bir kez daha yoğunluğunu yitirmeye ve uçup gitmeye başladıklarını korkuyla fark eder; son hafta ya da belki de dördüncünün sonunda da zaman ürkünç bir hız kazanarak uçup gitmeye başlar. Zaman duygumuzun yenilenmiş biçiminin, bu bu ara oyundan sonra da sürdüğü kesindir ve günlük düzenimize yeniden girdiğimizde de etkisini hâlâ hissederiz. Yer değiştirmemizi izleyen evdeki ilk birkaç günümüz boyunca, –ama yalnızca birkaç gün boyunca– deneyimlerimiz daha yeni, daha geniş kapsamlı ve daha canlıymışlar gibi gelir ama yalnızca ilk birkaç günümüz böyle geçer çünkü eski kurallara dönmek, onlardan vazgeçmekten çok daha kolay bir iştir. Zaman duygumuz yaşlılık yüzünden yıpranmışsa ya da zaten hiçbir zaman yoğun olmamışsa –bu doğuştan canlılığın olmadığını gösterir– kısa sürede yeniden uykuya yatar ve yirmi dört saat içinde sanki hiçbir yere gitmemişiz ve gezimiz bir gece önce gördüğümüz bir düşten öte bir şey değilmiş gibi gelmeye başlar.''
Can Yayınları, Birinci CiltKitabı okudu
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.