"Ahmed Cevad" kimdir?
Şöyle bir geriye yaslanır ve beni can
kulağıyla dinlerseniz, sizi, birkaç dakika da olsa,
başka bir dünyaya, duygu âlemine taşımak
istiyorum.
Türkiye ve Türk kültürüne hizmet edenler
unutulmamalıdır. Evet, milleti millet yapan
değerler vardır, şahsiyetler vardır; hani, bir
melodi var ya “unutmamalı, sevgiyle anmalı”
diye, bizim kültür hayatımızda kutup
yıldızlarımız vardır, bir çırpıda büyük
çoğunluğumuzun i
sayabileceği kutup yıldızlarımız. Bazıları da
vardır ki, eserlerini yaşattığımız, kalbimize,
gönlümüze işlediğimiz; ama, isimlerini
bilmediğimiz.
Ben, eserleriyle, yaşam mücadelesiyle, büyük
kültürümüze, özgürlük sevdamıza hayatı
pahasına katkı sağlamış, Azerbaycan’ın büyük
istiklâl şairi Ahmet Cevad’ı , bilmeyenlere
tanıtmak, bilenlere hatırasını saygıyla yaşatmak
adına yazmak istedim..
Hepimizin evinde, kalbinde, dilinde bir
“ÇIRPINIRDI KARADENİZ” türküsü vardır.
Söylendi, ağlandı, dinlendi; yazanı hiç
hatırlanmadı. Siyasî polemiklere konu oldu;
yazanın hangi ruh halinde, hangi mekânda ve
hangi ülkede yazdığı hiç hatırlanmadı.
Bu şiirden birkaç dörtlük hatırlayalım:
“Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türkün Bayrağına
Ah deyerdin, hiç ölmezdim
Düşebilsem ayağına.
Ayrı düşmüş dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalıdır, geldi giden
Yol ver Türkün Bayrağına.
Dost elinden esen yeller
Bana şiir, selam söyler
Olsun bizim bütün eller
Kurban Türkün Bayrağına” der.
Türkiye olarak, dünyanın neresinde olursa olsun,
Bayrağımıza, vatanımıza, kültürümüze hizmet
etmiş ve eden herkese karşı sorumluluklarımız
olduğunu unutmamalıyız; millet olmanın gereği
budur, büyük devlet olmanın da gereği budur.
Görevimizi yapmalıyız. Bu millet, hep vefalı
olmuştur, vefalı olmalıdır. Mezarları bile belli
olmayan, mana iklimimizi oluşturan bu
şahsiyetlere hangi ödülü versek kifayetsizdir;
ama, verilmelidir, mutlaka bir devlet nişanıyla
ödüllendirilmelidir.
Kuru kuru sevgi olmaz, bunu, bir devlet
sorumluluğu içerisinde taçlandırmalıyız.
Eseri ebedileştirmek için, orijinaline uygun klip
ve film çalışmaları gerçekleştirmeli. Belgesel
olarak Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Ahmet
Cevad’ı anma sempozyumlarıyla belgesel barış
ve kardeşlik güçlendirilmeli. Bu görevleri yerine
getirmek kime düşer?
Kültür ve Turizm Bakanlığımıza mı yoksa
Dışişleri Bakanlığımıza mı bilemiyorum.
Eserleri yaşayan bu büyük şahsiyetlerin manevi
huzurunda saygıyla eğiliyorum, rahmet ve
şükranla anıyorum.
Bugünümüze ışık tutan bir şiirini, bu şiirin
yaşanmış hikayesini sizlerle paylaşmak
istiyorum.
1920’de Azerbaycan’ın Bolşevik Rusya
tarafından işgalinden sonra, Ahmet Cevad için
zor ve meşakkatli tahkirler ve takiplerle dolu bir
hayat başlar. 1937’de Türkçülükle ve karşı
devrimle suçlanarak tutuklanır, askerî mahkeme
kararıyla ölüm cezasına mahkûm edilir. 1937
sonlarında kurşuna dizilerek şehit edilmiştir.
1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
başsavcısı, Ahmet Cevad’a karşı ileri sürülen
bütün ithamların asılsız olduğunu belirterek,
ölümünden sonra beraat kararı verir.
Fırtınalı, acıyla dolu bir yaşamın son meyvesi,
son mısrası “SUSMARAM” şirini sizinle
paylaşmak istiyorum,
“Susmaram” şiiri, 1937’de yazılmasına rağmen
neden 2004 yılında gündeme gelmiştir, tam 67 yıl
sonra?!
Yakın arkadaşını hapishane ziyareti esnasında
ezberlettirilen bir şiirdir bu şiir. Çünkü yazılı
metin olarak elde tutulması, yakalanması büyük
bir suçtur, hatta, ölümle neticelenecek kadar
büyük bir suçtur. Bu cezaya arkadaşının
çarpıtılmasını istemediği için sadece belki
“ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle,
ama, bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel
günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu
yazıya döker, oğluma da ulaştırırsın ve bunu
yayınlatarak, milletime de hediye edersin” der ve
bu şekilde ezberlettirilerek bugünlere taşınır bu
şiir.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”
diyen Büyük Gazi Mustafa Kemal’i de hatırlatan
Ahmet Cevad, gelecek nesillere, 1937’de, bir
şubat ayında şöyle sesleniyor:
S U S M A R A M !
“Men bir gulam, yük altında ezilmişem,
gardaşım,
Sevinç bilmez bir mahkumam, ahu-zardır
sırdaşım.
Damga vurub, zencirleyib tullamışlar
zindana,
Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur
bana.
Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan
susacam,
Buhranların, hicranların, mahbesinde
galacam?
Niye susum, konuşmayım, insanlıkda
payım var,
Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.
Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur
bu toprak,
Oğuzların, elhanların vatanında kimdir,
bak!
Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün
tut,
Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!
Nece susum, konuşmayım, men eyleyim
heyanet?
Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı
millet?
Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş,
özüm aç,
Atam mahkum, anam sail, elim her şeye
möhtaç.
Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam
var,
Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?
Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk" AHMED CEVAD " KİMDİR ?
Şöyle bir geriye yaslanır ve beni can
kulağıyla dinlerseniz, sizi, birkaç dakika da olsa,
başka bir dünyaya, duygu âlemine taşımak
istiyorum.
Türkiye ve Türk kültürüne hizmet edenler
unutulmamalıdır. Evet, milleti millet yapan
değerler vardır, şahsiyetler vardır; hani, bir
melodi var ya “unutmamalı, sevgiyle anmalı”
diye, bizim kültür hayatımızda kutup
yıldızlarımız vardır, bir çırpıda büyük
çoğunluğumuzun i
sayabileceği kutup yıldızlarımız. Bazıları da
vardır ki, eserlerini yaşattığımız, kalbimize,
gönlümüze işlediğimiz; ama, isimlerini
bilmediğimiz.
Ben, eserleriyle, yaşam mücadelesiyle, büyük
kültürümüze, özgürlük sevdamıza hayatı
pahasına katkı sağlamış, Azerbaycan’ın büyük
istiklâl şairi Ahmet Cevad’ı , bilmeyenlere
tanıtmak, bilenlere hatırasını saygıyla yaşatmak
adına yazmak istedim..
Hepimizin evinde, kalbinde, dilinde bir
“ÇIRPINIRDI KARADENİZ” türküsü vardır.
Söylendi, ağlandı, dinlendi; yazanı hiç
hatırlanmadı. Siyasî polemiklere konu oldu;
yazanın hangi ruh halinde, hangi mekânda ve
hangi ülkede yazdığı hiç hatırlanmadı.
Bu şiirden birkaç dörtlük hatırlayalım:
“Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türkün Bayrağına
Ah deyerdin, hiç ölmezdim
Düşebilsem ayağına.
Ayrı düşmüş dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalıdır, geldi giden
Yol ver Türkün Bayrağına.
Dost elinden esen yeller
Bana şiir, selam söyler
Olsun bizim bütün eller
Kurban Türkün Bayrağına” der.
Türkiye olarak, dünyanın neresinde olursa olsun,
Bayrağımıza, vatanımıza, kültürümüze hizmet
etmiş ve eden herkese karşı sorumluluklarımız
olduğunu unutmamalıyız; millet olmanın gereği
budur, büyük devlet olmanın da gereği budur.
Görevimizi yapmalıyız. Bu millet, hep vefalı
olmuştur, vefalı olmalıdır. Mezarları bile belli
olmayan, mana iklimimizi oluşturan bu
şahsiyetlere hangi ödülü versek kifayetsizdir;
ama, verilmelidir, mutlaka bir devlet nişanıyla
ödüllendirilmelidir.
Kuru kuru sevgi olmaz, bunu, bir devlet
sorumluluğu içerisinde taçlandırmalıyız.
Eseri ebedileştirmek için, orijinaline uygun klip
ve film çalışmaları gerçekleştirmeli. Belgesel
olarak Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Ahmet
Cevad’ı anma sempozyumlarıyla belgesel barış
ve kardeşlik güçlendirilmeli. Bu görevleri yerine
getirmek kime düşer?
Kültür ve Turizm Bakanlığımıza mı yoksa
Dışişleri Bakanlığımıza mı bilemiyorum.
Eserleri yaşayan bu büyük şahsiyetlerin manevi
huzurunda saygıyla eğiliyorum, rahmet ve
şükranla anıyorum.
Bugünümüze ışık tutan bir şiirini, bu şiirin
yaşanmış hikayesini sizlerle paylaşmak
istiyorum.
1920’de Azerbaycan’ın Bolşevik Rusya
tarafından işgalinden sonra, Ahmet Cevad için
zor ve meşakkatli tahkirler ve takiplerle dolu bir
hayat başlar. 1937’de Türkçülükle ve karşı
devrimle suçlanarak tutuklanır, askerî mahkeme
kararıyla ölüm cezasına mahkûm edilir. 1937
sonlarında kurşuna dizilerek şehit edilmiştir.
1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
başsavcısı, Ahmet Cevad’a karşı ileri sürülen
bütün ithamların asılsız olduğunu belirterek,
ölümünden sonra beraat kararı verir.
Fırtınalı, acıyla dolu bir yaşamın son meyvesi,
son mısrası “SUSMARAM” şirini sizinle
paylaşmak istiyorum,
“Susmaram” şiiri, 1937’de yazılmasına rağmen
neden 2004 yılında gündeme gelmiştir, tam 67 yıl
sonra?!
Yakın arkadaşını hapishane ziyareti esnasında
ezberlettirilen bir şiirdir bu şiir. Çünkü yazılı
metin olarak elde tutulması, yakalanması büyük
bir suçtur, hatta, ölümle neticelenecek kadar
büyük bir suçtur. Bu cezaya arkadaşının
çarpıtılmasını istemediği için sadece belki
“ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle,
ama, bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel
günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu
yazıya döker, oğluma da ulaştırırsın ve bunu
yayınlatarak, milletime de hediye edersin” der ve
bu şekilde ezberlettirilerek bugünlere taşınır bu
şiir.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”
diyen Büyük Gazi Mustafa Kemal’i de hatırlatan
Ahmet Cevad, gelecek nesillere, 1937’de, bir
şubat ayında şöyle sesleniyor:
S U S M A R A M !
“Men bir gulam, yük altında ezilmişem,
gardaşım,
Sevinç bilmez bir mahkumam, ahu-zardır
sırdaşım.
Damga vurub, zencirleyib tullamışlar
zindana,
Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur
bana.
Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan
susacam,
Buhranların, hicranların, mahbesinde
galacam?
Niye susum, konuşmayım, insanlıkda
payım var,
Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.
Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur
bu toprak,
Oğuzların, elhanların vatanında kimdir,
bak!
Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün
tut,
Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!
Nece susum, konuşmayım, men eyleyim
heyanet?
Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı
millet?
Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş,
özüm aç,
Atam mahkum, anam sail, elim her şeye
möhtaç.
Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam
var,
Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?
Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk
var, ben varam,
Zülme garşı isyankaram, ezilsem de
susmaram!”
demiştir.
var, ben varam,
Zülme garşı isyankaram, ezilsem de
susmaram!”
demiştir.