Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Auschwitz...
Elim titriyor gibi ama parmaklarım kendini Bruno için toparlayabilecek güçte bu gece için son kez... Aklım onda kaldı kitabın o Bruno ve Shmuel'le ilgili olan son cümlelerinde, kalbimse hala sol yerinde ama bir acı oturdu tam yaşamak için direnen son zerresine bu okuduklarından sonra, kaldıramadı hislerim, düşündü aklım da çaresizce yaşamadan duyumsamak böyle acıttıysa, bir zamanlar kitaptakine benzer acımasız bir gerçeğin ortasında kalmış olan çocuklar ve tüm o insanlar ne yaptı ve neler hissetti ki o zamanlar? Ne dediğimi anlamıyor olabilirsiniz, haklısınız, anlatmaya henüz başlamadım çünkü, kelimelerim ağrıyor ve çıkmak istemiyorlar bir vahşetin anlatılışında rol oynayan sözcük olmak bile acımasız geliyor onlar için zira. AUSCHWITZ'i duymuş veya duymamış olabilirsiniz. İlk duyduğumda bir anlam veremediğim fakat okuduğum kitaplarla hakkındaki tüm o hakikatlerin bir kısmını öğrendiğimde artık duyduğumda tüylerimi diken diken eden, gözlerimde anlam veremediğim bir hüzne ve kalbimde yine kendime yakıştıramadığım öfkeye sebebiyet veren öyle can yakan bir kelime haline geldi bende "Autschwitz"... İlk "İnsanın anlam arayışı" kitabında tanıştım onunla. İnsanların toplandığı bir kamp olduğu ve onlara türlü şeylerin zorla yaptırıldığını, sevdiklerinden ayrılanları, acımasızca öldürülenleri, gaz odasında bir taraftan insanların kendi ölümlerini beklediklerini diğer taraftan insan denilen diğer yaratıklar tarafından onların göz göre göre ölüme gönderildiklerini öğrendim. İnsanların hayatta kalabilmek için bir diğerinin ölümünden faydalanabilecek kadar gözünün döndüğü bir hale getirildiğinde içimde korkunç ürpertiler hissettim ve hayatta kalabilmek için yaşamak için bir nedene tutunanları da gördüm her şeye rağmen. Auschwitz yine çıktı karşıma, silmemişim anılarımdan fark ettim ki silememişim. Nasıl silinir ki? O açılan bir yaranın geride kalan izi gibi. Stephen King'in "Kuşku Mevsimi ve Esaretin Bedeli" adlı kitabının ilk hikayesinde, bu defa kampta mağdur olan taraftan değil de eziyet eden taraftan dinlemiştim hikayeyi, kampta yaşananların acımasızlığını bir kez daha tüm bedenimde hissettiğim gibi, farklı bir şey oldu bu kez içimde, sadece kampta zayıf olana değil, kendini güçlü olarak nitelendiren diğer insanlar adına da üzüldüm. Karakterin ağzından dinlediğimde de iğrençti yaptıkları ama o da farkındaydı bence bunun ve zamanla savunma mekanizmaları geliştirerek bu gerçekten kaçmaya çalışıyordu, nereye kadar kaçacaktı sanki, vicdan azabı bitiriyor olsa gerekti yüreğini ve onca masum insanın canına kıyılmasında rol oynadığı için olacak ki kabuslar gördüğünü söylüyordu hikayede sürekli. Ve asıl söz konusu kitaba dönmek istiyorum. "Çizgili Pijamalı Çocuk"a. O kadar masum başlamıştı ki hikaye ve öyle de devam etti (bir çocuğun gözünden dinleyince bu böyleydi aslında, bazı şeyler vardı ki hiç masum değildi, zavallı Bruno bunu bilmiyordu ki. Nereden bilecekti onun zihni ve kalbi büyüklerinki kadar kirlenmemişti henüz) ta ki acı olan sonuna kadar. Bruno, çok nazik, çok tatlı, anlayışlı ve bence doğru ve yanlışı birçok büyükten daha iyi ayırt edebilen bir çocuk... Babası bir komutan, ablası var bir de Gretel (umutsuz vaka) ve annesi. Babasının yeni görevi nedeniyle çok sevdiği üç arkadaşından (sonradan isimlerini bile anımsayamadığı) ayrılmak ve çatısındaki pencereden parmak uçlarıyla ayaklarını kaldırarak tüm Berlin'e bakmayı sevdiği o beş katlı evinden taşınmak zorunda kalması onu bir hayli üzer, ve Out - With (Auschwitz'le çağrışım yapması için bu ad kullanılmış) yeni evlerinin adıdır artık, Bruno içinden geçenleri söylemenin doğru olduğuna inanan, kendisi uyarken kuralları koyanların büyükler olduğu halde onların uymamalarını hazmedemeyen böylesine içten ve samimi bir çocuktur. O hiç sevmediği teğmenin kendisinden büyük birine saygısızlık etmesine tahammül edemeyecek kadar koca yüreklidir aslında, insanlığın değil de rütbenin büyüklüğüne önem veren büyüklerinin aksine. Evinin penceresinden görünen o tel örgülere ve içindeki hep aynı çizgili pijamaları giyip aynı takkeleri takan çocuk, genç, ve yaşlı erkeklere de anlam veremez zaten Bruno. O tel örgünün arkasından bir arkadaş edinir kendine Shmuel, Bruno her gün belli vakitlerde sırf onunla sohbet edebilmek için yürür tel örgüleri takip ederek sonunda bağdaş kurup yere bakan çocuğun yanına varana dek. Göz çukuru içine kaçmış, üzgün gözlere sahip, gri yüzlü bu sıska çocuk en iyi arkadaşı olur onun artık. Doğum günleri bile aynıdır (kaderleriyse öylesine farklı) Fakat bir kez olsun oyun oynayamazlar çocukça ve özgürce ne yazık :( Neden mi Yahudiler tel örgünün diğer tarafında olmak zorundadır. Oradaki askerler komutanın oğlu Bruno'ya davrandıkları gibi davranmazlar Shmuel'e. O da çocuktur oysa ve onun da pek çok şeye hakkı vardır, gülmek gibi, oyun gibi, elleri artık bir çocuk elleri gibi değildir mesela fazla yıpranmıştır çalışmaktan ama bu onun suçu değildir. Bu onu bu hale getirenlerin, getirilmesinde rol oynayan herkesin ve sessiz kalan herkesin suçudur aslında. O kampta bir suç işlenir. Ailelerinden ve evlerinden koparılıp oraya getirilen binlerce insan... O insanlara acımasızca şeyler yapılır. Sırf dinlerinden dolayı sırf bir diğerinden olmadığı için. Öteki ne iğrenç bir kelimedir. Kabul ne yücedir aksine her şeyiyle. Biriz değil mi, ne sen öteki ne o diğeri, hepimiz biriz öyle değil mi? İşte bu acının ve zulmün ortasında bu çocukların masumiyeti karanlığı aydınlatan bir güneşti bana göre. Öyle ki Bruno çoğu büyüğünden daha büyüktü belki de, ufak bir suç işlediğinde bile utanma erdemini gösterecek kadar hem de. Bruno neden o tel örgülere anlam veremedi biliyor musunuz? Onun kafasında kalıp yargılar yoktu daha ve en önemlisi kalbi hala masum ve temizdi, büyükler tarafından bilmediği o kötülükle de doldurulmamıştı içi daha zira. Bu yüzden anlam veremedi büyüklerin oluşturduğu o tel örgülü pis dünyaya, bu yüzden pis olanı bile anlamadı hiç aslında, böyle temiz bakarken o masum kalbi nasıl görsündü ki kocaman bir siyahı? İşte o karanlık güneşi yuttu, çocukları, dostluklarını, babası kendi açtığı bataklıkta boğuldu. Bruno, öyle ağladım ki biliyor musun yüreğim hala acıyor. Benim de elimi sımsıkı tutar mısın, gitme nolur. İnsanlara eziyet edenler, ırklarından, dinlerinden dolayı, aşağılayanlar, insanların hassasiyetini kullananlar, vatanı bölenler, hayvanları öldürenler ve daha nice kötüler gitsin bu dünyadan, bu evrenden ama sen gitme Bruno, Afrika'da bir çocuk açlıktan ölmesin, okumak isteyen çocuğun kitap tutacak elleri kaldıramayacağı yükleri taşımasın, bebekler ağlamasın, bir çocuğun kulakları bomba sesleri duymasın ve SEN GİTME Bruno... Bu satırları okuyan sen sesimi duyduysan gerçekten söz verir misin bana? Bu dünya için gitme dediğim kişilerden olur musun lütfen? Masum, iyi, dürüst, ayrım yapmayan ve geleceğine, çocuklara da böyle model olan. Hep birlikte güzel yaşayabiliriz değil mi? Evet tabi ki işte bu yüzden sen de gitme kal, bu hikayedeki iki çocuk gibi olalım biz de, öyle güzellerdi ki kötülüklerin içinde bile. Hissettim ahh tam şu an "söz" dedin, teşekkür ederim kim olduğunu bilmesem de benimle olduğunu biliyorum ya. Düşüncemiz, dinimiz, ırkımız, dilimiz, yaşadığımız yer, cinsiyetimiz bir değil belki ama kalbimiz bir bu yetmez mi? :) Son olarak meleğime teşekkür etmek istiyorum, Bruno'yla beni tanıştırdığı için <3
Beyza
Beyza
Çizgili Pijamalı Çocuk
Çizgili Pijamalı ÇocukJohn Boyne · Tudem Yayınları · 202139,3bin okunma
··
84 görüntüleme
Eminkolnikov okurunun profil resmi
Filmini defalarca izlemişimdir. Toplama kamplarının amacı zamanı geldiğinde gelen emir ile toplu imha girişimleri içindi. Burada sadece Yahudiler yoktu. Toplumdaki genel algı Yahudiler üzerine kurulduğu için diğer köken ve cinsiyetler göz ardı edilebiliyor. Çingeneler, sapkınlar, eşcinseller, toplumdaki düzeni bozan her kesimden insanlar vardı. Toplu imhanın zaman alması ve maliyetli olması SS komutan Himmler'in gaz odası fikrini doğurmuştur. Toplama kamplarının amacı savaş döneminde esirlerin çalıştırılması için ve bazen esir takası için uluslararası Cenevre sözleşmesine dayalıdır. Ancak buradaki durum günde 12 saat çalıştırmak ve yetersiz gıda tüketimi ile ölümleri hızlandırmaktı. Üstelik çeşitli deneylerde yapıldı. Mesela saf Alman ırkı için göz rengini, cilt ve deri rengi üzerindeki değişimler için çocuklar üzerindeki deneyleriyle bilinen Josef Mengele. Birde Ölüm Kampı olarak bilinen Auschwitz olsa da, diğer kamplarda çok can aldı. Özellikle Krakow-Plaszow ve Varşova(Polonya)... Neyse, kıssadan hisse Fury filminden bir replik vermek yeterli olacaktır. ''İdealler barışçıldır, tarih ise şiddet dolu." İnceleme için de parmaklarına sağlık. Boşluklar bırakmamandan ve dolu dolu, bazılarının da alaacele yazılması senin çok etkilendiğini gösteriyor.
Bi kübb okurunun profil resmi
Ed toplama kampı ile ilgili bilgilerin bir kısmı demiştim ben eksik olan çoğu şeyi de yazmışsın sen çok teşekkür ederim. Toplama kamplarında olan tüm o vahşet ve senin de dediğin gibi topluma aykırı görülen o insanların öldürülmeleri öyle acı ki. İnsan bunları düşünürken bile kaldıramıyor ki. Ben de daha yazardım hislerim öyle yoğunlaşmıştı ki ama daha fazla anlatmaya devam edemedim. Tespitinde haklıydın gerçekten etkilendim. Filmini nasıl izlerim bilmiyorum 🙈
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.