Gönderi

SIRADAN BİR HAYAT
Genelde bu saatlerde bir şey yapmam. Aslında yıllardır bir şey yapmıyorum. Düzenli olarak yaptığım tek şey öldürmek. Her yıl, her ay, her hafta, her gün, her saat, her dakika, her saniye bıkmadan usanmadan bir çocuk masumiyeti ile koşturan zamanı öldürüyorum. Öldürülen her an ruhuma atılan bir çentik, melun bir adam olarak ancak bu şekilde kurtulacağımı düşünüyorum, ruhumu parçacıklara ayırarak bedenimden kurtulmak, maddeyi terk etmek... Zaman mefhumu üzerine cinayetlerimin biteceği yer, şu anda kapısının önünde durduğum evimin en kasvetli odasıdır ki bir zamanlar iki nefesin -ustaların gözleri önünde- bir araya geldiği mabetti. Öyle demek hoşuna giderdi, “burası bir mabet” der, ben de hoşuna gidiyor diye “burası bizim mabedimiz” derdim. Lakin öncesi var, öncesinde evime her geldiğinde bu odaya geçer karşılıklı berjerlere otururduk, daha doğrusu o hep oturur, ben genelde ayakta onun duyabileceği seviyede bir ses tonuyla, bildiğim bir sırrı açıklar gibi binlerce kitabın içinde yer alan, özenle seçtiğim, ustaların aşklarını anlatırdım. Ne aşklar yaşamışlarsa, ne kadar mutlu ve mutsuz olmuşlarsa biliyormuş gibi hatta yaşamışım gibi anlatırdım. Sonraları benim anlatılarıma, anlatılarımdaki duygu yoğunluğuna teslim olmaya başladığını gördükçe o farkına varmadan bu odayı bile isteye böyle mabede dönüştürmüştüm. Şimdi nasıl oldu da bu odaya girebildim, şaşkınım! Gözlerimi kısarak geçmişe bakıyorum, geçmişi oldukça aydınlık ve huzur verici görüyorum; ses, tat ve koku içeriyor. Silinmeye yüz tutmuş hatıraların kırıntılarına bile heyecanlanıyorum, cesurca derin düşüncelere dalarak geleceğime yön verebilecek bir ışık arıyorum lakin artık çok geç, biçare gönlüm ne yazık ki karanlık. Geçmiş ve gelecekten sıyrılıp bu ana baktığımda küf kokulu bu mekânda kırık dökük hatıralar dışında fark edebildiklerim sınırlı, ilk gözüme çarpan sehpanın üzerine bırakılmış ve zamanın itinayla tozla kapladığı iki kadeh, bir paket sigara ve bir kutu kibrit. Paketi elime alınca eski bir lahit mezarın kapağı açılmış gibi sehpanın üzerinde en maharetli ustaların yapabileceği düzgünlükte bir mezar beliriyor. Kapağın açılmasıyla oda şeklindeki mezarın içinden o günlerin sıcacık tebessümleri, gözyaşları, yaşanan hicran ve vuslatların şehveti beklenen vakit gelmişçesine yeni hayata doğru akıveriyorlar. Neden sonra tozlanmış sigara paketine üflüyorum, toz bulutu düşük ritimde dans ediyormuş gibi acele etmeden yükseliyor… Kömür rengi saçlarını dans ederken sallayışını hatırlıyorum, usulca yaklaşarak arkasından ona sarıldığım zamanları, ter içinde kalıncaya kadar ellerimin arasında tutsak ettiğim bedenini hatırlıyorum, buseler kondurmadan önce dudaklarımın ateşi yakmasın diye iğneden önce tene sürülen alkollü pamuk gibi nefesimle tenini rahatlattığım anları hatırlıyorum. Neden sonra paketin içine bakıyorum, yedi sigara kalmış, yedinin tüm kutsallığını göz ardı ederek günaha koşarcasına içinden bir sigarayı alıyor, kav gibi dudaklarıma yerleştiriyorum. Kibritin çatırtısı gök gibi gürlüyor, sanki uzun süre yanmayı beklemiş, öyle de oluyor, hızlı bir şekilde yanıp tutuşuyor! Çektiğim nefesle çıtır çıtır ses çıkıyor sigaranın gırtlağından, kibritin alevi de sahne ışıkları gibi odadaki toz huzmesinin üzerine dökülüyor, şimdi huzmenin içinde ruhumun parçacıkları ışık saçıyor, özüme ait parçacıklar dans ederek aşkın samanyolunu oluşturuyorlar. Onu da alıp yükseliyorum, bembeyaz kanatlarımla uçan bir atım, başım dönüyor, raflarda kitaplar tek tek kanatlanıyorlar, bana özeniyorlar, zamanda yolculuk yapıyormuşuz gibi medeniyetlerden medeniyetlere, doğumdan ölüme, iyiden kötüye, barıştan savaşa, insan hayatının hiçliğine doğru akıp gidiyoruz… Kitaplar ailemden kalan en büyük hazineydi. Çocukluğumun zor günlerini hep onların arasında geçirmiştim. Herkesin bana sırtını döndüğü zamanlarda onlar benim sığınağım olmuştu. Ruhumla bedenimin savaştığı dönemlerde kitapların sararmış ve kavrulmuş yaprakları arasında taptaze yaşayan aşkları özümserken kendimi kaybederdim. Hiçbir zaman hissiselimi güçlü bir adam olamadım, sadece öyleymişim gibi davrandım. Masalımsı aşkları yaşayabilmek için geceleri uzun saatler sahneye hazırlanan sanatçılar gibi ustaların aşk öykülerine çalıştım. Bu mekânda, bilinçaltıma atarak biriktirdiğim yüzlerce aşkın ihtirası, onun karşısında su üstüne çıkıyordu. Bir kadını etkileyebilmenin zamanla saplantı haline dönüşmesi ruhumun hastalanmasına işaret miydi bilmiyorum, galiba ihtiraslarım elde etmekten ziyade elde edebilmenin hazzına erişmenin tutkusuyla coşmaktaydı… Gözlerim kararıyor yere yığılıyorum, kanatlarım kırılıyor, sona yaklaştığımı hissediyorum, gözüme odanın köşesindeki paket ilişiyor. Onu son gördüğüm kısacık görüşmemizde, elindeki paketi usulcacık o köşeye bırakmıştı. Sorularımı yanıtlamadan aceleyle “hemen gitmeliyim” diyerek, sanki vedalaşıyormuş gibi yanağıma bir öpücük kondurarak çekip gitmişti. Önce günlerce bekledim, bekledim... O gelmedi. Sonra günlerce aradım. Acılarıma dayanamayacak hale gelince içime çekilerek her şeyin başladığı yere annemin karnına dönmek istedim; yeniden doğmak ya da yok olmak için. Bu ahvalde seçim yapmam hiç zor olmadı. Cenin pozisyonuna dönerek yaşamdan düşmeyi tercih ettim, zamanı öldürerek uzun bir geri sayımı başlattım. Yedi yıl sonra içimde tarifi mümkün olmayan bir kıpırdamayla kendimi bu odada buldum. Belki de mabet olarak bellettiğim bu oda mezarım olarak beni içine davet etmişti. Neden sonra paketi elimde buluyorum, tek bir hamlede ambalajı yırtıyorum, bir tablo ile karşılaşıyorum. Bildiğim bir tablonun reprodüksiyonu, Magritte’nin “çoğaltma yasaktır” adlı Edward James portresi. Yakından bakmak için son bir gayretle doğruluyorum, bir zarfın yere düştüğünü fark ediyorum. Zarfı elime aldığımda elim yanıyor, bir mektupla karşılaşıyorum. Daha iyi görmek için perdeleri çekiştiriyorum, içeri giren ışıktan; gözlerim, heyecandan; ayaklarım, ellerim, kalbim, tüm uzuvlarım kamaşıyor. Yedi yıl gecikmeli okuyorum, okudukça düşüyorum, küçülüyorum, başa dönüyorum; annemin karnına cenin pozisyonuna, zamanı öldürmekte artık sona geldiğimi anlıyorum, son gördüğüm şey tablodaki Edward James’in yakışıklı yüzü… “Sevgilim, yaşadığın ruhsal sıkıntılarının da, oynadığın tüm oyunlarının da farkındayım, buralardan uzaklaşmaya ihtiyacımız var, bunları yüzüne söylemeyi çok isterdim lakin dinlemeyeceğini de biliyordum. Ustaların aşklarıyla yarattığın büyülü dünyadaki rolümü her zaman seve seve oynadım. Artık gerçek acılar, gerçek mutluluklar istiyorum. Bize ait bir aşkı yaşamak için sana yalvarıyorum. Aynaya baktığımızda kendimizi görelim istiyorum. Bu şekilde devam edersek sana hediye ettiğim tablodaki gibi zamanla aynaya yansıyan aksimiz bile bize sırtını dönecek, her şey bize yabancılaşacak. Benim istediğim gerçeküstü bir şey değil, ustaların aşkları gibi de sıra dışı olmamalı, basit, sıradan bir hayat yaşamak istiyorum. Lütfen bana kızma, kaderin yazgısına teslim olmak için gidiyorum, lakin senin de benimle geleceğini hayal ediyorum. Yeniden başlamak için iki gün sonra gardan kalkacak Sofya treninde seni yanımda göreceğimi umuyorum. Ben her şeyi hazırladım. Seninle yaşamak istediğim hayatı lütfen bana bağışla. Gelmezsen bunu kaderimiz olarak kabul edeceğim. Sevgilin S.” --- ihtiyar ---
··
96 views
Gül güzeli okurunun profil resmi
Masalımsı aşkları yaşayabilmek için geceleri uzun saatler sahneye hazırlanan sanatçılar gibi ustaların aşk öykülerine çalıştım. 
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.