Gönderi

112 syf.
·
Not rated
·
Read in 4 days
Bu incelemede bütünlük yoktur. Albert Camus ile bu eserle tanışmış oldum ve daha da tanımaya niyetliyim. Bir arkadaşım Meursault karakterine çok sinirleneceğimi ve eseri sevmeyeceğimi iddia etmişti, tabii geçen sene. O dönemlerde okusaydım belki de gerçekten öyle olabilirdi, muhtemelen karakteri de anlamazdım ama şimdi okuyunca karakteri anlayabildim ve hiç de kızmadım, kızamadım. Karakteri anlayabilecek ruh haline ve düşüncelere sahiptim. Hayatımızdaki dönemler bakış açımızı büyük oranda etkiliyor gerçekten. Toplumun benimsediği normlara aykırı ve yabancı bir karakterle karşı karşıyayız, adı Meursault. Meursault dünyaya, çevresine belki de kendisine bile yabancıydı. Bazen adını soyadını, ona bir isim verildiğini bile unutmuş olabilirdi. Geçmiş yüzyıllarda sayıları ne kadardı bilmem fakat günümüzde birçok yabancı aramızda yaşıyor. Çevrelerinde olup bitenlere kayıtsız, tepkisiz ve hatta duygusuz kalırlar. Ölüm onlar için sıradan olabilir: "Ölmüşse artık bana neydi bundan. Ben öldükten sonra herkesin beni unutmasını nasıl doğal buluyorsam, bunu da öylece doğal buluyordum. Onların benimle ilgileri kalmamıştı artık. Böyle bir şeyi düşünmenin acı olduğunu bile söyleyemezdim." Evlilik teklifi alınca "Nasıl istersen" deyip kabul etme ihtimalleri yüksek. Meursault'un hep söylediği şey: fark etmez. Peki neden böyle biridir Meursault? Doğuştan mı böyle yoksa yaşantısı mı etkiledi onu, bilmiyorum. Belki de hayatın anlamsızlığına ve buna rağmen diğer insanların günlük yaşantılarına devam etmelerine "alışmış"tır. Annesini bakımevine yerleştirmesi hakkında şöyle diyor: "Yurda gelişinin ilk günlerinde sık sık ağlamıştı. Fakat alışkanlık yüzündendi bu. Birkaç ay sonra da, onu yurttan çıkarsalar bu yüzden ağlayacak duruma gelmişti. Hep alışkanlık yüzünden." Belki o da alışmak hastalığına yakalanmıştır. Karakterimiz yaşamın boş olduğunun bilincindedir, fakat hayatında ona zevk veren şeylerden kendini alıkoymaz ve gelmişken yaşayalım madem, şeklinde düşünür. Camus'nün kendi felsefi düşüncesi de bu yöndedir. İnsanoğlu her ne kadar inançlı olsa da, umutlara sıkı sıkı bağlansa da asla tam anlamıyla tatmin olamaz. Hep arar, hep o boşluğu dolduracak olan o şeyi arar. Ben de aradım, ama şöyle bir durup etrafa bakınca her şeyin manasız ve geçici olduğunu, korkunç bir şekilde yalnız bırakıldığımızı fark ettim. Herkesin bunu görmezden gelip günlük yaşantılarına devam etmesi ise beni çıldırtıyor. Her neyse, evet, yalnızız efendim. İnsanoğlu bundan korktuğu için dinleri icat edip inanma gereği duymuştur, çünkü Tanrı yoksa bile, Tanrı olmalıdır, umut olmalıdır. Meursault umutsuzdu. Bir rahiple arasında geçen konuşmayı okuyalım: "Bana, 'O halde hiçbir ümidiniz yok mu? Tamamıyla ölüp gideceğiniz düşüncesini mi taşıyorsunuz?' dediği zaman sesi de titremedi. Ben de, 'Evet,' dedim. O zaman, başını eğdi ve oturdu. Bana acıdığını söyledi. Bunun bir insan için dayanılmaz bir şey olduğu düşüncesindeydi." Hint felsefesinde değişkenlik gösterse de asıl amaç insan ruhunun Tanrı ruhuna karışıp kendi benliğinden kurtulmasıdır. Kendinden kurtulmak, Ben olmamak. Yaşamak acı verici, anlamsız. Hedef, umut ise Tanrıda yok olmak. Meursault'un böyle bir inancı da yoktu, ne kadar çaresiz ve acı içinde olduğunu anlayabiliyoruz, buna rağmen umursamazdı. Bir beklentisi, bir isteği, bir amacı yoktu. Belki de "tamamıyla ölüp gitmek" ona ilgi çekici bile gelmişti, düşünsenize, bedenden ayrılıp hafiflediğinizi ve uzayın sonsuz karanlığında usul usul, kaygısız, duygusuz, hissiz bir şekilde yol aldığınızı, evrene tekrar enerji olarak döndüğünüzü. Huzurun tanımı budur.
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2019112.9k okunma
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.