Gönderi

357 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 68 days
Âşkın getirdiği kıyas kabul etmez coşkuyu yüceltmeli mi yoksa insana hissettirdiği yoğun acı ve çaresizliği yermeli mi; insana hayat veren erdemlerini göklere mi çıkarmalı yoksa zalimliğini ve yanılsamalarını ifşa mı etmeli? (s. 18). Öncelikle Lacan'da İmgesel, Simgesel ve Gerçek'e bakalım; >İmgesel<, öncelikli olarak benliğe ve ötekilere ait görsel duyusal imgelerle ilişkilidir. Bu imgeler şeylerin kırıntısını gösterir ve dikkate değer biçimde birbiriyle bağlantılıdır...bir tırnak, gülümseyen bir dudağın kıvrımları, duvara düşen ışık huzmesindeki uçuşan toz taneleri... işte bunlar imgelerin parça parçalığını gösterir. Görevi ise ruhsal enerjiyi yönlendirmektir yani Freud'daki karşılığıyla libidoyu Lacan'daki karşılığıylaysa jouissance'ı. İmgeler jouissance'ın, beni bu incelemeyi yazmaya koyan atılımın, enerjinin aracıdır.
J.D. Nasio
J.D. Nasio
imgenin ne'liğinden bahsederken şöyle güçlü bir örnek verir; "Bana 'Ben nedir?' diye soracak olursanız, hemen şöyle cevap veririm: ben, bana uygun olan ve bana bir hissi yaşatan eski imgelerin şimdide güncellenmesidir." (s. 50,
Monokl Lacan Seçkisi
Monokl Lacan Seçkisi
). >Simgesel< dil ve yapıyla ilgilidir. Birbirlerine çok sıkı kurallarla uyan ve her zaman birbirlerine bağlı bir gösteren sistemidir ve iki birimi vardır; Bir ve ötekiler. Yani bir imleyenin sadece başka bir imleyenin yanında değeri vardır. >Gerçek< se bedende ve bedenin mümkün doyumları düzleminde konumlanır. Gerçek, adı konulamayandır, dile direnendir, bilinemezdir, simgeselleştirilemeyendir, imgeselleştirilemeyendir, her zaman bizde önde gidendir, kadınsıdır. Varlığımızın hep daimi yanıdır, değişmeden ve sürüp giden kendinde aynı kalan şeydir Borromean Düğümü'nün üçlüsünü kısaca hatırladıktan sonra bölüm bölüm ilerleyelim; SİMGESEL 1. Freud'cu Başlangıçlar: Âşk Üçgenleri Freud kimi erkeklerin bir kadını sevebilmeleri için o kadının mutlaka başka bir adamla ilgisi olması gerektiğini vurgular. Elbette bu erkekler için âşık oldukları kadın değil bu üçlü yapısal ödipik durum önem arz eder. Simgesel babaya meydan okuyan aşık bu yapısal düzlemde babayla hesaplaşır. Bilinçdışında onu asıl cezbeden şey âşık olduğu kadın değil öteki adamla olan mücadelesidir. Öyle ki eğer bu âşık olunan kadına sahip olan öteki adam olmazsa âşığımız renk değiştirir ve kadına duyduğu âşk biter. Onun ilgisini çeken şey durumun süreğen imkansızlığıdır ancak. Yine Freud'a göre kimi kadınlar vardır ki sevdiği adamın başka bir kadına en ufak bir ilgi gösterisine karşı aşırı duyarlıdırlar. Bunlara "Histerik Âşıklar" diyebiliriz. Histerik âşıklar bu gibi bir durumda kendilerine şunu sorarlar: "Benim ondan neyim eksik?" tıpkı fallik evredeki kız çocuğunun "Babam annemi neden benden daha çok seviyor?" diye soruşu gibi. Histerik aşık her zaman partnerinde kendisinin dışında ya da ötesinde bir şey için bir arzu bulmalıdır. Elbette histeriğin amacı âşık olduğu adamdaki bu eksiği arzuyu gidermek değildir çünkü arzu bir kere doyurulursa yok olacaktır. Sevdiği adam bu yoksunluğu çekmelidir ki histerik bir yer edinebilsin. Bunun için histerik kendi isteğine ket vurur ve kendi arzusunu da doyumsuz bırakır, ötekinin arzusu uğruna kendi arzusunu harcar. Yani hiç değilse bir histerik kadınla şansınız varsa bir kere yatabilirsiniz bunun dışında histeriği hep tatmin edilmemiş arzuyla anabiliriz. 2. Freud'cu Muammalar: Âşk, Arzuyla Bağdaşmaz Erotik eğilim ile şefkat eğilimi birbiriyle iç içe geçmeyi başarabilir mi? Çocuk, iyi anneyi ve kötü anneyi bir arada tutabilir mi? Freud'a göre bu iyi ve kötü anne imgeleri erkeğin zihninde bir kadında asla birleşmez. “Erkek sevdiğinde arzu duymaz arzu duyduğundaysa sevemez (Freud, 1912/1957b, s.183.)" [s. 57] . Yani kadın burada ya Meryem'dir ya da yosma bir Madonna'dır. Erkek yapacağı seçimle ya birincil sevgi nesnesinden vazgeçecektir ya da cinsel tatmin ihtimalinin neredeyse tamamını kaybedecektir. Belki yeni evli bir çiftte çocuk doğduktan sonra erkeğin kadına şunu dediğine rastlamışızdır "Sen artık bir annesin, kutsalsın. " Yani erkek her ne kadar başlangıçta karısını çekici ve seksi olduğu için(Madonna) eş olarak seçmiş olsa da kadın zamanla bir anne figürüne(Meryem) dönüştürülür. >>> #46112803 3. Lacan'ın Platon'un Şölen'i Yorumu Lacan'ın Şölen yorumundan tek bir aşk teorisi çıkmaz, bunların bir kaçına bakalım; ÂŞK SAHİP OLMADIĞINI VERMEKTİR: eksikliğimiz, simgesel iğdiş edilmemizin sonucudur ki bu simgesel iğdişte ihtiyaçlarımızı kelimelerle, bize ait olmayan bir dille ifade edişimiz, memeden kesilmemiz, tuvalet eğitimi alarak birincil doyum kaynağımızdan ayrılışımız, tatminin ve jouissance'ın feda edilmesi vardır. İşte arzu ise bu nostaljik eksiği gidermeye telafi etmeye çalışır. Bu eksik bizim için kıymetlidir çünkü sahip olduklarımızdan çok vazgeçtiklerimiz bizi tanımlar. Eksikliğimiz öznel farkındalığımızın merkezidir. (#48430202) Ve âşk eksikliğini kabul etmekse âşık, sahip olmadığını, eksikliğini verebilir ancak. Ve ancak kadınsı olan (biyolojik cinsiyeti veya feminen tavır ve davranışları kastetmiyorum) âşık olabilir. (#46315177) SAHIP OLMAMAK VE BİLMEMEK: Âşk ve cehalet birbiriyle yakından ilişkilidir, âşığın sevdiğinde olduğunu zannettiği şeyle sevdiğinin kendisinde olduğunu düşündüğü şey arasında gerçek bir bağlantı olmamasıdır. BİR METAFOR OLARAK ÂŞK; ÂŞKIN ANLAMI: Lacan'ın tabiriyle âşk denen metafor bazı durumlarda sevilenin yani aşığının ilgisini o zamana kadar edilgen bir şekilde kabul etmiş kişinin de birdenbire aşığa dönüşmesi, onu seven adam için aniden yanıp tutuşmaya başlaması anlamına gelir (Lacan, 2015. s. 40) [s. 93]. Yani âşık olunananın âşığa dönüşmesi âşkın zirvesidir. ÂŞK MUCİZESİ: Lacan aşkın nasıl meydana çıktığına dair bir çeşit efsane ortaya atar: Bir nesneye uzandığımız sırada başka bir elin de bize uzanmasıyla aşkın olduğunu öne sürer. Yani ötekinin bize duyduğu aşkı hissettiğimizde arzulamaya başlarız. Uzanmak şeklinde temsil edilen, ötekinin bizdeki bir şeye duyduğu arzu, bizim ondaki bir şey için yanıp tutuşmamıza, karşılığında ona uzanmamıza yol açar. ANALİTİK BAĞLAMDA ÂŞK: Psikanalitik bağlamda analist karşılık beklemeden analizanı sevmelidir, ondan karşılık bulduğundaysa buna karşı koymalı, istememelidir. Analizan aşk metaforu sayesinde âşığa dönüştüğünde analist "terapötik ortamın dışındaki birine aşık ol, bana değil" demelidir. Analizanın âşkı analitik çalışmanın itici gücü haline gelmelidir fakat analist analizanın nesnesi olmamalıdır, o ancak analizanın âşkına vesile olabilir. Sevilebilir olup olmadığına kayıtsız kalan Sokrates gibi olmalıdır analist ki Sokrates insanlara cevap veremedikleri sorular sorarak onlardaki eksiği ortaya çıkarırdı böylece onları kendine aşık ederdi işte bu analitik aşk sanatıdır. Öyleyse tekrar #46326870 İMGESEL 4. Freud'cu Başlangıçlar: Narsisizm İmgesele geçtiğimizde simgesel düzleme ait olan arzu yerini kontrol edilemeyen tutkuya bırakır ve tutku ideal benin imgesi tarafından belirlenir ve bu imge kaynağını ayna evresinden alan kişinin kendi imgesidir. Öncelikle Freud'a baktığımızda aşk için şunlar söylenebilir; a. doğuştan gelen bir birincil narsisizm söz konusudur b. libidonun öznenin kendi beninden başka bir insana aktarılmasıdır c. bu libido aktarımı "Besetzung" dur yani kateksistir, ilgi ve duygu yatırımdır. d. Ben Libidosu(BL) + Nesne Libidosu(NL) = Sabit(S) e. insanlar temelde birbirinden farklı iki tür nesne seçimi yaparlar; 1) Anaklitik Tip ve 2) Narsisistik Tip Anaklitik tipte, bakımverene benzeyen ilk ihtiyaçlarımızı karşılayan kişiyi anımsatan nesne seçimi vardır (Goethe'nin Genç Werther'ini hatırlayalım). Burada nesnenin zihnimizde hali hazırda var olan ideal bir imgeyle karıştırılmasından aşk kaynaklanır. Gerçek tatmine ulaşmayı gözetir. Şöyle formülize edelim, BL(adeta sıfır) + NL(sabit) = S Narsistik tipte ise, başkasından ziyade kendimize benzeyen nesne seçimi vardır. Aşık olmak burada benliğin ötekiyle karıştırılmasından, ben ile ötekinin özdeşleştirilmesinden kaynaklanır. İmgesel tatmine ulaşmayı gözetir. Şöyle formülize edelim, BL = NL= S Narsistik tipte ben idealinin imgesinin etkili olduğunu söyledik, peki ben ideali nedir? Ebeveynlerin ideallerine onların onayına veya karşı çıkışına bizim onlar tarafından sevilmek için ne yapmamız gerektiği hakkındaki düşüncelerimize göre biçimlenir. Yabancılaşma getirir ve asla başaramayacağımız, ulaşamayacağımız, sonuşmaz bir ideal, bir şey aşılar. İşte ben idealine ulaşmak için aşık oluruz, idealimizi aşk nesnemize yansıtırız ve onu severiz. Ben İdeali bunlar olsa da onun kaynağını anlamamız için Ayna Evresine bakmamız gerekecektir 5. Lacan'ın İmgesel Düzeni Ayna imgesi bir bebeğin kendisini aynada gördüğü an tecrübe ettiği coşkulu deneyimdir. Ayna imgesi sayesinde çocuk kendisini ilk kez bir bütün varlık olarak deneyimler. Bu imgeden önce deneyimler herhangi bir çekirdeği veya merkezi olmayan değişken durumlar, duyumlar ve algılamalar silsilesinden ibarettir. Gestalt, bir bakıma bu uçup giden deneyimleri bir yere demirleyen ilk çapadır ve çocuğa birlik hissi verir. Bu birlik hissi bir kurgudur, çarpıtmadır ve yabancılaşmayı getirir çünkü yapay ve beklenen bütünlük gerçek bütünlükten önce gelmiştir yani istemli motor işlevlerini henüz kazanmamış olan çocuk bedeninin işlevsel bütünlüğünü kazanmayı beklemiştir yani bir şeyin zamanından önce yaratılmasıdır. Ayna imgesi bir kez benimsendiğinde benin temel taşı haline gelir bu demektir ki benin temelinde aslında yanlış tanıma ve yanlış anlama vardır. GERÇEK 6. Aşk ve Gerçek Geçmişte dile getirilmemiş üzerine çalışılmamış olan tekrarlama zorlantısına yol açar. Aşkın yüzü, doğası gereği zorlantılı olarak her zaman aynı yere dönen dürtüdür. Geriye kalan bölümleri burada ele almayacağım yalnızca 9. bölüme ait aşkla ilgili kimi çıkarımları burada özetleyeceğim kısaca. 1. Âşk komik bir duygudur bunun da nedeni bir açıdan, her iki tarafın da partnerlerinin kendilerinde aradığı şeyin onlar da bulunmadığını düşünmesidir. 2. "Sevmek için iki kişi yetmez, üçüncüye ihtiyaç vardır" (s.132) [s. 329]. Yani aşk yalnızca imgesel değildir (belki psikoz hariç); Öteki'nin arzusunun denkleme dahil olması işi simgesel düzene kaydırır. 3. Tıpkı arzu gibi aşk da Öteki'nin aşkıdır. 4. Duygular her zaman değilse de çoğunlukla karşılıklıdır. 5. Âşk söylemde bir değişiklik olduğunda ortaya çıkar. 6. Âşk bilinçdışından gelen bir gösteren veya ulaktır. 7. Âşkın zirve noktası sevilen kişi sevgiliye dönüştüğünde gerçekleşen konum değişikliğidir. 8. Âşk karşılığında sevilme talebi barındırır. 9. Sevdiğini ilan etmek, eksik olduğunu, iğdiş edildiğini ilan etmektir. 10. Âşık olduğumuzda, sevdiğimiz kişinin gerçek doğasını gözardı edip görmek istediğimizi görme eğilimindeyizdir. 11. Bir başkasının aşığı konumunda olmak onu kendiliğinden arzulanabilir olanın ölçeğine yerleştirir ve başka insanlarca da az çok sevilesi görülmek anlamı taşır; tabi eğer kişi sevgilisinin emsalsiz, yerine başka bir şey konulamayacak objet a'sı haline gelmezse. 12. Partnerimizin arzusunun nesnesi haline gelmek hiçbirimiz için yeterli değildir; onların arzusunun sebebi olmak isteriz. 13. Ve insanların talep ettikleriyle onlara vermenizi arzuladıkları her zaman örtüşmeyebilir. İÇİNDEKİLER Sunuş Önsöz Giriş SİMGESEL 1. Freud'cu Başlangıçlar:Aşk Üçgenleri 2. Freud'cu Muammalar: Aşk, Arzuyla Bağdaşmaz 3. Lacan'ın Platon'un Şölen'i Yorumu İMGESEL 4. Freud'cu Başlangıçlar: Narsisizm 5. Lacan'ın İmgesel Düzeni GERÇEK 6. Aşk ve Gerçek AŞKLA İLGİLİ GENEL MESELELER 7. Aşkın Dilleri ve Kültürleri 8. Platon'u Lacan ile Okumak: Platon'un Şölen'i Üzerine Ek Notlar 9. Aşkla İlgili Bazı Olası Çıkarımlar KAYNAKÇA DİZİN
Lacan'da Aşk
Lacan'da AşkBruce Fink · Kolektif Kitap · 2019177 okunma
··
731 views
Berf okurunun profil resmi
"Yani kadın burada ya Meryem'dir ya da yosma bir Madonna'dır. " bu ikili hakkında yakın bir arkadaşımla sohbet etmiştik. Herhalde yapıyı arzu belirliyor? Bugün okuduğum iki kitaptan ayrı iki bölüm beni arzu konusuna itti. Düşüdüğüm şeylerin karşıma çıkması bazen işime yarıyor aslında:) Kitaptan uzak başka yerlerde dolaşarak bu konu hakkında ben de birkaç şey yazmak istiyordum incelemeyi okuduğum zaman vaktim olmamıştı şimdi yazayım en iyisi: İnsanlar sırtlarında tıpkı Beckett'ın çamur içinde yaşayan karakteri gibi bir çuval taşıyorlar ve duyumsadıkları açlık her hücreye sefilce yayılıyor... Çuvallarını doldurmaları gerekli artık değil mi? Ama neyle dolduracaklar? Uzakta engellerle çevrili bir ağaca el atmalılar. [En yüksekteki taca uzanır; o taç o anda biraz aşağıya sarktığı için değil, en yüksekte olduğu için; hatta kendisine kalsaydı, onu daha da yükseğe asardı.*] veyahut hemen diplerinde duran şeye başka bir çuvallının yaklaşması gereklidir görünür olması için. Önemli olan ağaç değil doyumdur ve gerçekten iğrenç bir döngüdür bu. Ve ağaca ulaşıldığında çuvalı doldurmaya başlanılır: Hep daha fazla, fazla, fazla... Sonunda doyuma ulaşan çuval yırtılır ve hepsi yiter. Artık ağacın varlığı gereksizdir. Bu döngü sürekli devam eder. Bugün okuduğum kısa bir öyküde de buna benzer bir olay vardı: küçük çocuğa teyzesi tarafından böğürtlen bahçesi yasaklanır. Aslında çocuğun umrunda değildir bu bahçe ama teyzesi, yasak koyduğu için çocuğun bahçeye girmek isteyip çabalayacağını bilir ve öyle de olur. Çocuk yasaklı yere ulaşmak için başka yasaklı şeye uzanır ve hayal dünyasında bu ulaşılamaz yeri inşa eder. Duyumsadığı haz sürekli artar ve bahçede bir sarnıcın içine düşen teyze yardım için çocuğun bahçeye girmesini istediğinde çocuk artık bahçeye girmeyeceğini ifade eder. Oysa yasaklı olduğu sürece amacı bahçeye ulaşmaktır.( Tabii öyküde anlatılmak istenen başka şeyler de vardı ama ben bunu da içinden çekip aldım.). Yeniden şu Meryem - yosma Madonna dönüşümleri ve âşık olunananın âşığa dönüşmesi kısmına değinmek istiyorum. Benim için bunlar evcilleştirmeden başka bir şey değil. Kişi seçimini dönüştürüyor, bu şekillendirme tabii ki kendi dünyasına göre gerçekleşecektir. Herkes buna farklı bir isim koyacaktır elbette... Freud'cu Muammalar alıntısına gelecek olursam çok kural koymuş yahu:) Bu arada geçenlerde Gilles Deleuze'nin Freud'u eleştirdiği bir yazıya denk gelmiştim arzu konusunda o kısmı bırakmak isterim( umarım çok uzaklaşıyorumdur konudan): [ Arzu her zaman kendisini kurar, ... daima çeşitli öğeleri oyuna dahil eder; psikanaliz ise bizi her zaman tek bir etmene, bazen babaya, bazen anneye, bazen fallusa vs. Çokluğu görmezden gelir. Uzun bir işbirliğinden sonra Freud'dan kopan Jung'un sevdiği bir metninde çok hoşuma giden bir olay vardır. Jung Freud'a rüyasında ölü kemiklerinin toplandığı bir yer gördüğünü anlatıyor ve Freud gerçekten de hiçbir şey anlamıyor. Jung'a ikide bir “kemik gördüysen, bu birinin ölümü anlamına gelir” diyor. Fakan Jung ona anlatmaktan asla vazgeçmiyor: “Kemik demedim, ölü kemiklerinin toplandığı yeri gördüm” dedim. Freud bunu anlamıyor. Kemiklerin toplandığı yerle kemik arasındaki farkı yakalayamıyor. Şöyle ki: Bir kemik yığını yüzlerce, binlerce, on binlerce kemik demektir... Çokluk budur işte, asamblaj budur... Bir kemik yığını içinde yürüyorum... Bu ne anlama gelir? Arzu nereden “geçer”? Bir asamblajda, daima kolektif türden bir konstrüktivizm vardır vs., arzu budur. Bu binlerce kafatası, binlerce kemiğin arasında benim arzum nereden “geçmektedir?” Sürü içinde benim arzum nereden “geçmektedir?” Sürü içinde konumum nedir? Sürünün dışında mıyım, yanında mı, içinde mi, merkezinde mi? Tüm bunlar arzu fenomenleridir. Arzu budur.] Son olarak incelemeniz gayet iyi olmuş umarım üşenmeyip okurlar...Emeğinize sağlık:)
Güvercin okurunun profil resmi
Aşk yüzünden ölmek, yaşamaktır ! Bu güzel inceleme için çok teşekkürler Mihriban Karadağoğlu :)
Mihriban Karadağoğlu okurunun profil resmi
Teşekkürler Nur Koçak 🍀
Muhammet Güney okurunun profil resmi
Kişi aşkta sahip olmadığı şeyi/eksiğini verir.
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Çok güzel ve aydınlatıcı bir inceleme olmuş, teşekkürler. Kitabı okuma isteği uyandırdı ama Lacan'dan ve Lacan'cıların dilinden korkuyorum :)
Mihriban Karadağoğlu okurunun profil resmi
aynı duygularla yanaştım Lacan'a, oldukça kapalı bir dil hatta sırf bu nedenden bir çok çevre uzak kaçıyor. biraz tahammül gerektiriyor
Hasan Suphi
Hasan Suphi
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.