Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

328 syf.
7/10 puan verdi
Sibop |3+/5| Garip bir deneyimdi. Daha önce hiç bu kadar kasten bozdurulmuş bir dili olan bir kitapla karşılaşmamıştım. Elbette vardır da, Sibop bu açıdan bende bir ilk oldu ve kitaptan geriye baktığımda en çok hatırladığım özellik bu oldu. Sibop, en ‘değişik’ yazın tarzlarından biriyle yazılmış kitaplardan biri, yakın vakitler çerçevesinde. Kitabımız, Orhan’ın kitabı. “Acemi Kolpacı” olarak anılan Orhan karakterinin internetten tanıştığı Aslı isimli bir kadınla tanışır tanışmaz sevgili olması ve evlenmesiyle başlıyor kitabımız. Absürtlük buradan da kendini gösteriyor. Kitap fantastik türünde olmasa da internette tanışan iki insanın bir haftadan daha kısa sürede evlenebileceği bir roman dünyasından bahsediyoruz. Hem yazın tarzı olarak hem de kurgunun başlangıcında absürt unsurlar olsa da konu aslında gerçekçi ve sıkça karşılaşıyor olmamıza rağmen üstünde durmadığımız bir konu. Kentleşme. Beton binalar. Yıkılan ağaçlar ve yapılar. Eski güzel yapıların değerini ve tarihselliğini ‘diktirip’ yeni beton binalarını dikerek şehrin düzenini ‘diken’ soğuk, acımasız ve takım elbiseyi derisine yapıştırmış insanlar… Kitabın nasıl bir üslup ile yazıldığını tam olarak anlamanız için aşağıya bir metin bırakıyorum. “Şu an evdeki bağlantıda bir arıza var anlaşılan, internet kesik. Telekom’a saydırıyor ablam. Durup durup fareyi masaya çalıyo. Tombul parmaklarıyla habire önündeki pencereyi tokmaklıyo. Bağlantısı kopmuş bir bilgisayara yayını gitmiş televizyon muamelesi yapıyo ki, saçmalık. Asında küsüm ona. Ne yaparsa yapsın. Bana ne ki. Ama dayanamayıp müdahale ediyorum bu saçma tamirat metoduna.” Evet. Kitabın çok büyük bir geneli bu tarzda bir anlatıma sürüp gidiyor. Normalde birinci tekil şahıs anlatımlarında olay geçmişte anlatılıyormuş gibi -dı -di kullanırken aynı cümlelerin içinde “şu an,” gibi şimdiki zaman kullanarak ikilem yaratan metinleri sevmem. Ancak Sibop’un ilk on sayfasından sonra bildiğim bütün dil bilgisi kurallarını unutup, sanki ikinci örneği hiç var olmayan bir dili okuyormuşum gibi uzanıp da okudum bütün kitabı. Bu, Türkçeyi bozarak yaratılan üslubu “tahammül” etmemi sağlayan en önemli unsur, seçilen bu tercihin hikayeye hizmet ediyor olmasıydı. Yazar sadece böyle yazabiliyor ya da böylesi daha çok sevilir diye değil, karakterin yapısı ve özelliklerinden ötürü böyle bir dil ortaya çıktığı için bir sıkıntı yaşamadan okudum. Misal, üçüncü kişi anlatımında böyle bir üslup kullanılsaydı o zaman kitaba karşı daha olumsuz olabilirdim. Şu haliyle, yeri geldiğinde beni güldürmeyi bile başarabildi. Bir bar masasının öbür tarafındaki biraz sarhoş olmuş birinin ağzından dinliyormuşuz gibi akan hikayemizde bazen küfürlü cümlelerle karşılaşmak da mümkün. Bazı okuyucuları bu küfürlü cümleler sıkmış ya da rahatsız etmiş olsa da ben olmadım. İlk sayfalardan, ilerideki sayfalarda bu tarz küfürler geleceği karakterin anlatım tarzından fazlasıyla belli oluyor. Sokakta kafede kıraathanede kantinde böyle insanlarla karşılaştığınızda ağızlarından ne tür küfürler duymanız mümkünse, Orhan da hikayesini anlatırken aynı argo kelimelere başvuruyor. Hikayenin üslubu farklı ve okunabilir, seçtiği konu da güzel ama seçtiği bu konuyu ilerletmekte pek de başarılı değil. Biraz fazla sündürüyor. Eğer sıklıkla karşılaştığımız bir tarzla yazılsa bu kitap, bitirebileceğim konusunda şüphe duyardım. Daha köşesiz ve ‘r’lerden yoksun bu tarz ile kitabın son sayfasına varmayı başardım ama daha kısa olmasını tercih ederdim. Karakterlerin ana hikayeye katkısı pek fazla değil ve olduğunda da dolaylı yoldan öteye gidemiyor. Ana iki karakterden birini tanırken ötekini fazlasıyla tanıyamıyoruz ve ‘damsel in distress’ durumundan öteye gidemiyor. Bu durum, ara ara anlatılan geçmiş zamanlar ile biraz hafifletilmiş olsa da, yine de bir noktada bayıyor. Çok ve çok tatlı olan, yoğun bir çikolatanın son demlerindeyken hissettiğiniz o baymak eylemini bu kitabın sonlarına doğru da hissediyorsunuz. Belki ben alışkın olmadığımdan ya da fazla alışkın olmamdandır… Bu kitabı almalı mısınız? Eğer hep benzer tarz anlatımlardan sıkıldıysanız ve biraz değişik bir biçim ile kendini anlatmayı seçmiş bir Türkçe eser okumak isterseniz Sibop’a bir bakabilirsiniz. Ancak edebi tarzlar hakkında bir Nazi subayı kadar katıysanız ve hiçbir esnekliğe tahammül edemiyorsanız, kitaplarda ‘realistik’ argo kelime tamlamalarına katlanamıyorsanız bakmamanızı tavsiye ederim. Nasıl anlattığı, ne anlattığının önüne geçmiş ve bu yüzden üslup haricindeki unsurlarda bir takım eksiklikleri olmasına rağmen verdiğim parayı bana memnuniyetle iade eden ve birçok sayfada beni eğlendirmeyi başarabilen bir kitap Sibop. Ki sibop öyle bir kelime ki, kendi kendinize sabit aralıklarla tekrar ettiğinizde istemsizce gülmeye başlıyorsunuz. En azından bende öyle oldu. Belki ben alışık olmadığımdan ya da fazla alışkın olmamdandır. Ağaçların beton mezarlara gömülmeyeceği güzel günler dileğiyle. Kendinize iyi bakın.
Sibop
SibopBaşar Başarır · Can Yayınları · 2017252 okunma
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.