KAYBOLURSANİZ MÜGE ANLI'YA GÜVENMEYİNHayalimdeki Dünya çok mu ütopik acaba? Evrensel Barışın hakim olduğu bir dünya çok mu İmkansız?
Hepimiz Adem Ve Havva çocukları değil miyiz?!
İnsanlar Neden Kabil ve Habil kutuplarına ayrıldı?
Soru değil aslında bunlar;sorun ve sitem içerir kelime kelime...
Bu kitabı aslında, Marmara Depremi Yıldönümüne denk getirip okumak istedim. Kitap her ne kadar Van depremi ile ilgili yazılmış olsada...
Ancak, sanırım, galiba, yazar 7.2 lik Erciş Depremi ile ilgili pek bişey yazmamış, bir kaç cümle dışında..
Daha çok 77.2 lik Irkçılığa değinmiş daha çok.
Değinmiş, yazmış ama, bazı paragrafları okumadan geçmek istedim. O kadar büyük bir zulüm, işkence (80 darbesi sonrasında) yapılmış olabilir miydi o masum insanlara ? Yazar, kitabın bir çok yerinde ideolojilerine değindiği için, açıkçası nesnel bir tarihi kaleme aldığından şüphe duydum.
Zira yazar, daha çok, terör örgütü PKK yi paklama pesimdeymis gibi geldi bana yada öyleydi.
Kürtlerin sorunlari üzerinden, - kaynağı belli olmayan bir kaç cümle ile- Türk Kürt karmaşası çıkarma ideali kokusu duydum bir çok yerinde kitabın.
Her neyse, buna ayrıca deginicem. Şimdilik geçiyorum
Kitapta en çok dikkatimi çeken, Müge Anlı ve Ahmet Kaya oldu. Çok uzatmayip ilgili bölümü aynen yazıyorum:
Gece. Princess Otel’in lüks bir salonu. Parfüm ve alkol kokuyor. İpek ve
tül, ışık ve gülüşmeler, müzik ve zarafet yüklü gece... Övgü dolu sözler kolon
kolon yükseliyor... Kıskançlık ve gıpta, silikon ve botoks, haset, dekolte ve
magazin sanatsallığı... Zamanın görgü kuralları ve zamanın görgüsüzlüğü
aynı karelerde, iç içe...
Gece. Sahne ışıklarının altına bir bir çağrılıyor ödüllendirilmiş olanlar.
Magazinin zirvesinde olanlar ve magazincilerin bulmak için dip köşe
aradıkları aynı sahnede boy gösteriyor.
Ve “müziğiyle ülkenin geniş kesimlerinin gönlünde taht kuran, özgün
müziğin önde gelen sanatçılarından Ahmet Kaya!”
Çatal bıçak sesleri, kahkahalar alkışlar...
Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödülünü alanlardan biri olan müzisyen
Ahmet Kaya, salona şöyle sesleniyor:
“Ben bu ödülü İnsan Hakları Derneği, Cumartesi Anneleri, tüm basın
emekçileri ve tüm Türkiye halkı adına alıyorum, teşekkür ediyorum. Şu anda
hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe
şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klipi
yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa
Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum”
Salon uğulduyor...
“İnsan Hakları Derneği...”
“Cumartesi Anneleri...”
“Tüm basın emekçileri...”
“Tüm Türkiye halkı...”
“Bir Kürtçe şarkı...”
Salon uğulduyor. Işığın karanlık yaydığı anlar vardır. Göz gözü görmez, ses
sese ulaşmaz...
“– Burası Türkiye! Vatan haini” diye bağırıyor Serdar Ortaç.
Onun sesini Şenay Düdek bastırıyor: “– Sünnetsiz pezevenk...”
“– Atın bu adamı... Kovuuuun... Vatan haini bu...” diye salonu çınlatıyor
film yapımcısı Tunca Yönder.
“– Hayvan oğlu hayvan” diye bağırıyor bir kadın; “Yürekli bir televizyoncu
yok mu, size laf söyledi beyler, hepiniz böyle oturacak mısınız?”
Kabadayısını arayarak inletiyor ortalığı. Adı, Nezihe Kazancı, Kanal 9
televizyonunun Genel Yayın Yönetmeni.
Ahmet Kaya, bütün bu uğultuya karşı şunları söylüyor:
‘‘Kürt halkını kabul etmeyenlere, böyle bir halkın varlığını kabul
ettireceğim. Söylediklerimin arkasında da her zaman dururum.”
Sonra bütün sükûnetiyle masasına yeniden oturuyor Ahmet Kaya.
Ama durmuyor uğultu.
“– O... çocuğu” diye başlıyor bağırmaya Müge Anlı.
Ahmet Kaya ile Gülten Kaya’nın oturduğu masaya çatal, bıçak fırlatıyorlar.
Magazin Gazetecileri Derneği’nin nesneleri ve özneleri ayakta. Kovdular
oradan Ahmet ve Gülten Kaya’yı.
Kovdular, lüks otelin güvenlik görevlileriyle, polisle...
Evet, her ne kadar görüşünü,fikrini, düşüncesini sevmiyor olsa da bir "kadın" bu argo cümleyi sarfedebilir mi!? Yakışır mı bir kadının ağzına küfür? İnsanın ağzına hiç yakışmayan küfür, kadında ayrı bir çirkin durur. Yakıştıramadım!
Bitmedi, Müge ile devam ediyorum, aynen şöyle geçiyor:
Televizyon dünyasının sunucularından biri olarak Müge Anlı, Van’da
meydana gelen depremin sabahında ekrana çıktı ve önce yardım talebinde
bulunur gibi yaptı:
“Biz vadandaş olarak el ele verelim. Çadır üretenler de çadır gönderecektir
elbet” gibi sözler söyledi ve arkasından ekledi: “Her fırsatta, küçücük
çocukların eline taş verip polise, mehmetçiğe attıranlar, devleti sadece zor
günlerde beklemesinler... Canımız istediği zaman taş atıyor(sun)uz, dağlarda
kuş avlar gibi avlıyor(sun)uz. Sonra zor günde de haydi Mehmetçik gelsin,
haydi polis gelsin.”
Böylece aslında bir yardım istemekten çok, bir kafa karışıklığının içinden
dolanıp duran sözcükleri şunları izledi:
“Herkes haddini bilsin.”
Allah'ın 7,2 ile sarstigi Van'ı Sen 77,2 ile sarstigin Türkiye ile sanırım arkada bıraktın Müge anlı!
Oysa bizler, bakkala giderken, sen varsın diye kaybolmaktan hiç korkmayan çocuklarla tanıdık seni !? ((;
Müge Anlı, depreme çok üzüldüğü için, depreme maruz kalanlara “Herkes haddini bilsin” diyorsa, acaba hiç üzülmediği zamanlarda ne diyordur?
Yazar da benim gibi merak ediyordur...
Bunlar burda kaladursun, biz başa dönelim;
Yazar, kitabın ilk bölümünde ırkçılığa değinip eleştiriyormuş gibi yapıp, kitabın sonlarında esas ırkçılığı yaparak paradoksa düşüyor.
Yakın tarihe merakı olanlar mutlaka okumalı...
Keyifli okumalar.