Gönderi

ANTİMEHDİZM İDEOLOJİSİ-Prof. Dr. Bedri Gencer
“Siyasî ideoloji” tabirinin de belirttiği üzere ideoloji, özünde etki/tepki mantığınca şekillenen akidevî tutumların siyasî sistemlere dönüşmesidir ve bu yüzden aşırılık ve sapkınlıkla malûldür. Bu çarpık ideolojik kutuplaşma, etki/tepki mantığınca akidenin yanlış bir kavrama dayandırılmasından kaynaklanır. Bütün ideolojiler, özünde teodise ve kader probleminden kaynaklanır. Kader akidesi “irade” kavramına dayandırıldığında kaçınılmaz olarak irade olarak kaderi inkâr ve tahrif eden Cebriye ve Kaderiye gibi zıt ideolojiler ortaya çıkar. Hâlbuki İmam Ebu’l-Hasan Eş‘arî, “irade” değil, “kesb” kavramına dayandırarak kader problemini halletmiş, akideyi formüle etmiştir. Keza Mehdî akidesi de yanlışlıkla “kurtuluş” kavramına dayandırıldığında zıt kurtuluşçu ve anti-kurtuluşçu anlayışların zuhuru kaçınılmazdır. Hâlbuki 04 Kasım 2018 tarihli Star Açık Görüş’te yayınlanan “İslâm’da Müncî Yok Mehdî Var” başlıklı yazımızda gösterdiğimiz gibi Mehdî akidesi, “necat” (kurtuluş) değil, “cihad” kavramına dayanır. Hz. Peygamber ile onun soyundan gelecek Hz. Mehdî, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Şîîlikte olduğu gibi günahkâr müminleri günahlarından kurtaracak Müncîler değil, müminlere hidayet yolunun başını gösteren ve cihad sayesinde sonuna erdiren Hâdî=Mürşid ve Mehdî=Muvaffak’tır. Bu itibarla Müslümanlar için söz konusu, ahir-i zamanda “gelecek” Mehdî’dir, “beklenen” Mehdî değil. Yani cihad kavramı uyarınca herkes vazifesini yapar, Müslümanlar, Mehdî’yi beklemeksizin emredildikleri şekilde Allah yolunda cihad ederler, Mehdî de bu süreci, Allah’ın nurunu tamamlar. Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın, “Birinizin elinde bir fidan varken kıyamet kopacak olsa, kıyamet kopuncaya kadar o fidanı dikebilirse diksin” hadisinden daha büyük bir cihad, aktivizm mesajı yoktur dünyada. Kâinattaki devrevî diyalektiğe göre “Nihayet, bidayete rücû‘dur” (Son başa dönüştür). İslâm, başta (evvel-i zamanda) Hâdî Hz. Peygamber ile yaşadığı gibi, sonda (ahir-i zamanda) da Ümmet ile Gurbet Asrını yaşadıktan sonra Hz. Mehdî ile Saadet Asrını yaşar. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın, “İslâm, garip başladı, başladığı gibi gurbete dönecektir. Ne mutlu gariplere!” hadisi bunu açıkça ifade eder. İslâm tarihi, zıt, kurtuluşçu ve anti-kurtuluşçu Mehdî anlayışları arasında zikzakla geçmiş, bu tartışma, FETÖ ile yeniden alevlenmiştir. FETÖ olayı, aslında Türkiye’de Kemalist inkılapla başlayan dinde otorite mücadelesinin son perdesini oluşturur. FETÖ, Anadolu’da geleneksel dinî otoriteye (medrese-hoca) dayanarak doğmuş; bilahare modern dinî otorite (ilahiyat) ile palazlanmıştır. Türkiye’nin önde gelen ilahiyatçıları, Abant Konsiline katılarak FETÖ’nün sapkın din projesine entelektüel-akademik destek vermişlerdir. Türkiye’deki kutsal devlet anlayışı uyarınca FETÖ, dine değil, ancak devlete dokununca başı ezilecek bir hedef haline gelmiştir. Dolayısıyla Müslüman kamuoyu, dine dokunan FETÖ ile iş birliği yaptığı için ilahiyat camiasından hesap sormaya başlamıştır. Ancak ilahiyat camiası, hesap vermek yerine “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünce üste çıkmaya ve FETÖ’nün asıl geleneksel dinî anlayış ve oluşumların eseri olduğunu iddia ederek hedef şaşırtmaya kalkmıştır. Bunun sonucunda ilahiyat camiası tarafından Mehdî akidesi, geleneksel din anlayışının, buzdağının ucu olarak mahkûm edilmiştir. Bu zihniyete göre Mehdîlik, Müslümanları atalete sevk eden, sahte mehdîlerin menfaatleri uğruna milleti kandırmalarına yarayan asılsız bir akide, bir külttür. Bu yüzden ilahiyat camiası, bu konudaki haberlerin sübutuna ve delaletine kadar mantığa da meydan okuyarak Mehdî akidesini inkâra başlamıştır. Sübut yönünden, Süyûtî başta olmak üzere ümmetin imamları, Mehdî hadislerinin inkârı küfrü gerektiren mütevatir olduğunu ortaya koymuş, dahası İbni Hacer Heytemî, “Mehdî’yi inkâr eden küfre düşer” mânâsında bir rivayet nakl ederek Mehdî’nin gelişinin iman esaslarından, zarûrât-ı dîniyeden olduğunu vurgulamıştır. Delalet yönünden, bunun necat değil, cihad kavramına dayandığını gösterdik. Mantık yönünden de inkârcı ilahiyatçılar, tarih boyunca sayısız sahte mehdînin çıkışının Mehdî akidesinin asılsızlığının isbatı olduğunu iddia ederek sübut ve delalet kadar mantığı da hiçe saymışlardır. Belli ki medrese geleneğiyle birlikte bu camiada mantık da gitmiştir. Bu mantıkla sahte peygamberlerden dolayı nübüvvetin, sahte ilahlardan dolayı da ulûhiyetin inkârı gerekmez mi? İlmî Tahkik Değil, İdeolojik İnkâr... Bu yüzden ilahiyatçılar, Mehdîliğin ilmî tahkiki değil, ideolojik inkârı için sempozyumlar yapmaya başladılar. Sözde araştırma merkezi tarafından düzenlenen sempozyumun “Beklenen Kurtarıcı İnancı” başlığı, aslında “Beklenen Kurtarıcı İnancının Batıllığı” veya “İslâm’da Mehdî Yok”tur. Baştan İslâm’da Mehdî’nin yokluğuna karar verildikten sonra Mehdî akidesini isbat eden bir akademisyen ya sempozyuma alınmayacak ya da alındığında vardığı sonucun zıddını savunmak zorunda bırakılacaktı. Mesela ciddî bir hadisçi olarak bilinen Ahmet Yücel, İslâm’da Mehdî hadislerinin inkârı küfrü gerektiren mütevatir olduğunu ortaya koyduktan sonra inkârcı havaya uyarak, “Tevatüre rağmen İslâm’da Mehdî akidesini kabul edemeyiz” mealinde akla ziyan bir sonuca varmıştır. Yarasaların ziyadan gözleri kamaştığı gibi, Mehdî konusunun hakikatini, ahir-i zamanda gelecek Mehdî’nin Müncî (Kurtarıcı) değil, Son Mücahid (cihadın tamamlayıcısı) olduğunu ortaya koymamızdan hakikatleri karartmayı (obscurantism) meslek edinmiş ilahiyatçılar rahatsız oldular. İnkârcılığı meslek edinmiş teologlar, bu konuda hakkı kabul, hakikatleri müzakere yerine ezberledikleri yalanları kusmaya devam ettiler. Böylece Mehdî inancının aslında ilmî değil ideolojik bir tartışma konusu olduğu, ilahiyatçıların ilim kılığıyla antimehdizm ideolojisini dayattıkları ortaya çıkmış oldu. Kur'ân’daki cennet âyetleriyle dalga geçtiği için kamuoyunda büyük tepki toplayan tarihselci teolog, İslâm'da tevatür ve cihad kavramlarına dayalı sübut ve delalet boyutuyla Mehdî akidesini tahkikimiz karşısında “Bu zamanda Mehdî beklentisi ayıp değil mi” tarzında kendini ve başkalarını İslâm’da Mehdî olmadığına ikna için karanlıkta ıslık çalmaya devam etti. Bu teoloğa göre “mehdi inancı hem zihnen ve fikren reşit olmamanın hem ataletin ve hem de Müslüman toplumun kendini elden ayaktan düşmüş bir aciz ve kötürüm gibi algılamasının bariz göstergelerinden biri”ymiş. Bu tür inkârcıların alışkanlığı, ilmî argümanlara dürüstçe cevap vermek yerine belden aşağı vurmak veya topu taca atmaktır. Bunlar, “Vaiz Şenocak, sosyolog Gencer vakası” gibi algı operasyonlarıyla cevap veremedikleri ilim adamlarının sözlerini değersizleştirmeye çalışırlar. Tarihselci teolog, “bir sosyolog akademisyen” tabiriyle bizim alan itibariyle yetkisiz ve sözlerimizin geçersiz olduğunu iham etmeye çalışıyor. Sadece buradan gitmek, ne söylediğine değil, kimin söylediğine bakan bu teologların tutarsızlığını göstermeye yeter. 1. İmam-Hatip Lisesi kökenli biri olarak icazetle taçlanan klasik medrese tarzında Arapça ve İslâmî ilimler tahsili görmüş bir ilim adamıyım. Çalışmalarımız, bu formasyona şahittir. Alan muhabbeti yerine çalışmalarımızda varsa Arapça ve dinî ilimler yönünden hatalarımızı göstermelerini bekleriz. 2. Hayatında bir kere bile kendine sosyolog dememiş biri olarak sadece lisansım sosyoloji, yüksek lisans, doktora ve doçentlik derecelerim ise iktisat tarihi, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi gibi farklı sosyal bilimlerdendir. 3. İnsanlar, alanlarına göre değil, ilimlerine göre konuşurlar. Alan mantığına göre baytar Mehmed Akif’in Kur'ân tercümesi ve tefsiriyle, Cumhuriyet devri hadis şaheserini veren felsefeci Ahmed Naim’in hadisle uğraşmaması gerekirdi. 4. Bir sosyoloğun, felsefecinin, deistin bile durduğu, baktığı, konuştuğu yer bellidir. Ancak oryantalistlerden ilhamla, züccaciye dükkânına giren fil misali, dinin sabitelerini tersyüz etmeyi dini sorgulama, modernizm sanan teologların nerede durdukları, dinin içinden mi dışından mı konuştukları belli değildir. Bunlar, “Müslümanız” dedikleri halde bir deistin bile kabul edeceği ruhun-cinin varlığını bile inkâr ederler. 5. Mahut teologların derdi, üzüm yemek, Mehdî konusunun hakikatini ortaya koymak değil ki tartışmak için İslâm âlimi olmaya gerek olsun. Değil bir âlim, sosyolog, bir mühendis bile bunların iddialarının boşluğunu anlar. Mehdî haberinin tevatüren sübutunu kabul etmeyen biriyle delalet boyutunu tartışmanın ne mânâsı olabilir? Bunlar, Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın inkârı küfrü gerektiren mütevatir hadislerini değil, aydınların sözlerini delil kabul ederler. Dinde hüküm kaynağı Hz. Peygamber midir yoksa adına “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” tarzı sözlerin uydurulduğu, “Mehdî, bizim tembelliğimizin adıdır” dediği iddia edilen Aliya İzzetbegoviç midir? Bunların işlerine geldiğinde Hz. Peygamber, işlerine geldiğinde Fazlurrahman, Garaudy veya İzzetbegoviç hüküm koyucudur! Başka bir teolog ise sosyal medyada bize itiraz etmeye kalkarken hâl-i pür-melâlini teşhir eder: “Mehdilik, bir inanç esası değildir, her din ve kültürde rastlanan bir inanıştır. İslami değil insani bir olgudur. Zulmün arttığı buhranlı dönemlerde görülen toplumsal helasünasyondur. Mehdilik teorisi, Allah’ın sosyal yasalarına ve peygamberlerin irşad yöntemine terstir.” Yanlış okumadınız; teolog, “halüsinasyon”u herhalde -affedersiniz- “hela”da görülen bir şey sandığı için “helasünasyon” diyor! Daha “halüsinasyon” kelimesini yazamayan bir teologdan Peygamber Efendimizin mütevatir hadislerine iman etmesi, Müncî ile Mehdî arasındaki farkı anlaması beklenir mi? Gelenekselci İranlı molla, dört dilde dergi çıkarır, modernist geçinen ilahiyatçılarımız ise, daha âhir ile âhar, halüsinasyon ile helasünasyon kelimelerini ayırt edemezler, sadece dinin sabitelerini inkâr ve tersyüz etmeyi marifet sanırlar. Bunlarla 2023 ve 2071 vizyonları, ham hayaldir. (Aylık Dergisi 178. Sayı)
·
37 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.