Bu halkçı-demokratik ve jakoben yurtseverliği son derece kırılganlaştıran etken, yurttaş-kitlelerin hem nesnel hem de (çalışan sınıflar söz konusuyken) öznel açıdan tabi konumda kalmasıydı.Çünkü bu tür yurtseverliğin geliştiği devletlerde, yurtseverliğin politik gündemini hükümetler ile yönetici sınıflar formüle ediyordu.İşçiler arasında politik bilincin ve sınıf bilincinin gelişmesi onlara yurttaş haklannı talep edip kullanmayı öğretmişti.Buradaki trajik paradoks, işçilerin yurttaş haklanna sahip çıkmayı öğrendikleri yerlerde, öğrendikleri şeylerin Birinci Dünya Savaşı’nın karşılıklı kıyımına gözü kapalı atılmalanna yaramış olmasıydı.Ancak savaşa giren hükümetlerin bu savaş sırasında, kör bir yurtseverlik, hatta maço bir şan, şeref ve kahramanlık temelinde değil, esas olarak sivillere ve yurttaşlara seslenen bir propaganda temelinde destek çağrısında bulunmaları kayda değer bir noktadır.Savaşın bütün büyük tarafları bunu bir savunma savaşı olarak göstermişlerdi.Hepsi de savaşı ülke dışından kendi ülkelerine ya da taraflarına özgü kamusal üstünlüklere bir tehdit olarak sunuyordu ve hepsi de kendi savaş amaçlannı (bir ölçüde tutarsızlıkla) hem böylesi tehditlere son verilmesi olarak hem de bir bakıma “kahramanlar yatağı” ülkelerinde yoksul yurttaşlarının yaranna toplumsal bir dönüşüm gerçekleştirilmesi olarak göstermeyi öğrenmişti.Demek ki demokratikleşme, doğal olarak, devletlerin ve rejimlerin kendi yurttaşlarının gözünde (sevilmeseler bile) meşruiyet kazanma problemlerinin çözümüne yardımcı olabilir.Demokratikleşme devlet yurtseverliğini kuvvetlendiriyor, hatta yaratabiliyordu.Ancak bunun, bilhassa, tek meşruiyet kaynağı devlet olduğu iddia edilen sadakat duygusuna alternatif -ve artık daha kolay seferber edilen- güçlerle karşı karşıya gelindiği zaman, sınırlan vardı.Bu güçlerin en görkemlisi, devletten bağımsız olarak gelişen milliyetçiliklerdi.İleride göreceğimiz gibi, milliyetçiliklerin hem sayısı hem de çekim alanı artıyordu ve on dokuzuncu yüzyılın son üçte birinde devletlere yönelik potansiyel tehditler içeren talepler formüle etmekteydiler.Bu güçleri devletlerin modernleşmesinin -ya-
ratmadıysa bile- teşvik ettiği sık sık ileri sürülen bir iddiadır.Gerçekten, milliyetçiliğin modernleşmenin bir işlevi olduğu kuramları yakın dönemdeki literatürde tamamen ön plana çıkmıştır.'^ Bununla beraber, milliyetçiliğin on dokuzuncu yüzyıl devletlerinin modernleşmesiyle nasıl bir ilişkisi olursa olsun, devlet, milliyetçiliği kendisinin dışında, “devlet yurtseverliği”nden tamamen ayn ve dolayısıyla uzlaşmak zorunda olduğu bir politik güç olarak karşısına alıyordu.Gelgelelim milliyetçilik, devlet yurtseverliğiyle birleştirilebilirse, merkezi duygusal öğesini oluşturmak üzere hükümetin korkunç derecede etkili bir silahı haline gelebilirdi.