Seçimlerden çok önce, Amerikan özel sektörünün (giderek,
a b d Hükümetinin) Türk ekonomisinin temel direkleri
sayabileceğimiz sektörler hakkında ne düşündüklerini,
Executive Intelligence Review"nun ‘hizmete
özel’ gizli raporunda şöyle okuyoruz:
" ... Kamu İktisadi Teşebbüsleri genel anlamda sanayileşmeyi
yönlendirmektedirler. Sayıları yüzün üzerindedir,
ekonomiye katkıları yaklaşık yüzde ondur. Sanayi
kesiminde çalışanların yüzde 6 ’sı KIT’lerde çalışmaktadır.
Tüm fabrikalarında üretilen mallardan yarısı bu
kuruluşlardan gelir ve mevcut ağır sanayinin en önemli
kısmım bu sektör oluşturmaktadır. Devlet sektörü tam
anlamıyla çeliği, petrol rafinerilerini, elektriği, gübreyi,
kâğıdı, demiryollarını, hava ve denizyollarını, ulaştırmayı
tekel halinde elinde bulundurmakta, bunun yanı
sıra da tekstil, çimento, kömür, şeker, kimya Ve makine
imalat sanayisinin de büyük kısmına egemen durumda
bulunmaktadır... ”
■ Şu kısacık özet bile gösteriyor ki, Türk ekonomisinin
temeli kamu sektörünün elindedir, bağımsızlığını elde
tutabilecek olan da odur. Ne var ki aynı rapor, hemen
ardından şu cümleleri eklemekte gecikmiyor:
" . . . 3950’lerden beri Para Fonu, KIT’lerin özel sektöre
satılması için çeşitli hükümetler nezdiııde sürekli
baskılarda bulunmuştur. Neden olarak da Dünya Bankası
KIT’lerin ekonomik olmadıklarım ve ‘sosyal hedefler’in
galebe çaldığını ileri sürmüştür.”
Şimdi isterseniz bir de, Aralık ayından beri IMF ile
sürdürülen müzakereleri ele almış bir yazıdan, Uluç Gür-
192
kan’m Cumburiyefteki yazısından şu satırları gözden
geçiriniz: Bununla birlikte Türkiye ile Para Fonu
arasında bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi konusunda
ciddi bir sorun yoktur. Örneğin, ihracat ya da işçi
dövizi öngörülerinin gerisinde kalınması, ‘sağlık olsun5,
‘iyi olur inşallah’ benzeri yaklaşımlarla geçiştirilmektedir.
Para Fonu’nun sorunu, kamu kesiminin finansmanında
yoğunlaşmaktadır. Kamu kuruluşlarına
açılan her kuruşluk kredinin hesabı sorulmaktadır. Her
biri ayakta durabilmek için milyarlarca liralık finansman
gereksinimi içinde olan kamu kuruluşlarının, Para
Fonu damgalı kişi kredi kısıtlamaları sonucu işlerliklerini
yitirdikleri gözlenmektedir. Yakın zamanlara değgin
döviz darboğazının yatırımları aksattığından yakınan
kamu kuruluşları, bugün Türk lirası bulamamaktan
yakınmaktadırlar.”
Ne demek bu, böyle bir tutum, bizi çocuğunu boğan
bir anaya benzetmez mi?
Dönelim ‘gizli rapor’un çelik bölümüne, bakalım ne
demiş:
* ... Türklerin çelik üretim kapasitelerini artırmak
arzusunda oldukları çok kesin bir biçimde belli olmaktadır.
Çünkü plan hedefleri bu sektörde şimdikinden üç
kat daha fazla yatırımı öngörmektedir. (Şuraya dikkat!)
ABD, Türkiye’nin çelik sanayisini genişletmesinden hoşnut
olmadığını belirtmişken, SSCB bu sanayinin kurulabilmesi
için Türklere yardımcı olmaktadır. Nitekim 6
milyon ton kapasiteye çıkacak olan İskenderun Tevsi Tesisleri’nde
gene Sovyetler çalışmaktadır. Bunların dışında
iki çelik tesisi daha etüd halindedir. Enerji Bakanı,
yaptığı konuşmada önümüzdeki beş yıl içinde Türk çelik
üretiminin 20 milyon tona varacağını söylemiştir.
İtalya ve Almanya’nın 60, Japonya’nın 110, ABD’nin 120
193
ve Sovyetler’in 135 milyon ton yıllık çelik ürettikleri göz
önünde tutulursa, T ü rk iy e ’nin yakın b ir gelecekte İtalya
ve Almanya ile bu sanayi dalında boy ölçüşmeye kalkışacağı
anlaşdmaktadır...”
‘Sistem’in Türkiye’den ne istediğinde kuşkusu kalanlar
varsa, okudukları şu satırlardan sonra herhalde ayılmışlardır:
Türkiye çelik üretmeyecek. Türkiye’nin yılda
20 milyon ton çelik üretimini amaçlaması Amerika’yı
hoşmit etmiyor. Hele bu işin kamu sektörünce yapılması
tüylerini diken diken etmeye yetmektedir. Çünkü bu
takdirde Türkiye kendi kendine yetebilen büyük bir
devlet olacaktır, kimseyi de iplemeyecektir. Bunun için
değil midir ki, petro-kimya sanayi dalındaki hedeflerimize
de bozuluyorlar. Raporda, bu konuda şunlar yazılı:
Bunların yanı sıra petro-kimya, gübre ve kimyasal
maddeler alanlarında da Tü rk iye büyük yatıranlarda
bulunmaktadır. Büyük devlet kuruluşlarından birisi
olan Petkim, T ü rk iy e ’yi petro-kimya ürünleri bakımından
kendi kendine yeterli olacak b ir hale getirmeye çalışmaktadır.
(...) D ü n ya Bankası ise bu tür tesisleri,
Tü rk iye için, fazla sermaye gerektirdiği gerekçesiyle tavsiye
etmemekte, yapılmalarına karşı çıkmaktadır.”
Uzatmaya gerek var mı, şimdiye kadar bin kere saptadığımız
bir şeyi, bir kere daha saptıyoruz: ‘Sistem’
Türkiye’nin ‘pazar’ olarak alıkonmasmı istiyor, ekonomi
alanında onu bağımsızlaştıracak hele büyütecek girişimlere
kesinlikle karşıdır. Yıllardan beri IMF de, Dünya
Bankası da, Amerika’nın kendisi de Türkiye’yi bu
türlü girişimlerden geri bırakmak için bin türlü yol denemiş,
bin türlü baskı yapmışlardır. Bunların arasında
askeri yönetimlere başvurmak yolu da vardır. Çünkü
bakın, aynı raporda ne yazılmaktadır:
194
“Yunanlı bir diplomat, bize, DemirePin IMF’nin
emirlerini yerine getirmediğini, ancak ordunun yönetimi
ele almasıyla bu önlemlerin alınabileceğini söylemiştir.
”
(8 Ocak 1979)