Gönderi

272 syf.
·
Not rated
“Özürlü, engelli, ama...komik adlandırmalardı bunlar. Ben kördüm. Tıbbi karşılığı buydu. Bana kör demeleri yeterliydi. Basit ve anlaşılır. Oysa kör demekten korkuyorlardı. Belki de saygısızlık olarak görüyorlardı. İşte problem tam da buydu. Sormuyorlardı, sadece benim adıma karar veriyorlardı. Onların sandığının aksine, her sabah uyandığımda kör olduğumu görüp kaderime küfrederek başlamıyordum güne. Sanırım siyah derili bir insan da beyazların ülkesinde güne böyle başlamaz. Farklı olduğunu aynaya bakınca değil, hissetirilince anlar. Engeli koyan onlardı. Eksik olanla kendim başa çıkabiliyordum, ama eksikliğini yüzüne vurmaları ve acımaları... Bu benim elimde olan bir şey değildi. Buna katlanamıyordum. Hiçbir zaman boynuma körlüğümle ilgili bir yazı asmayı düşünmedim, ama bir gün assaydım, sanırım sadece şunu yazardım: “Ben körüm. Ama isterseniz size yardım edebilirim.”” Empati, öyle bir kavram ki zor. Başkasının ayakkabısı ile dolaşmaya benzetiyor işin erbabı olduğunu idda eden uzmanlar. Oysa öyle olmuyor çoğu zaman empati sempatiğe oradanda acımaya dönüşüyor. Acımak ise başka bir sorun elbette. Sonunda iyi ki ben öyle değilim demek için seçilen bir yol sanki. İyi ki kör değilim. Ya da sakat. “Aslında acımak bir merhamet ifadesi değil. Acımak da acınmak kadar bir zayıflık belirtisi. Acımanın dibini kazırsan korku ve caresizliğin zehirli köklerine ulaşabilirsin. Sonu da, kime veya neye acıyorsan onun çaresizliği ile baş başa bırakmaya kadar gider. Yani başka bir deyişle yok saymaya... Terk etmeye!.. Kime acırsan eninde sonunda onu bir şekilde yok edersin. Ama zihinde, ama eyleminde... Çünkü aslında acıdıkları kendileridir. Çünkü kimse kendi çaresizliği ve zayıflığı ile ömür boyu yüzleşmek istemez. Acımak, sinsi bir duygu. Acıyan aynı zamanda acınanla arasına farkında olmadan görünmez bir duvar inşa eder. Güya kendini korumaya alır. Böylece onu yok edene kadar korkularını besleyerek ve çaresizlikleriyle beslenerek yaşar.” Çevresel etkileşim içinde aslında birbirimizden yok farkımız. Hepimiz kusurlu bir var oluşun içindeyiz. Kusurlu olan sadece bedenimiz değil. Umutlarımız, hayallerimiz, beklentilerimiz, sevinçlerimiz, eylemlerimiz kusurlu. Birbirimize kin besliyoruz çekemiyoruz, kıskanıyoruz. Bir an kör bir an topal oluyoruz. Elimizden geleni yapmayınca da çolak oluyoruz. Seyircisi olduğumuz dünyanın hem aktörü hem de yönetmeniyiz. Etken ve edilgen her türlü var oluşun içinde davranışlarımızla varız ve kusursuz değiliz. Ama bir anda büyük öteki halinde herkes ve her şeyi eleştiriyoruz. Sormuyoruz. Empati yapmıyoruz demiyorum. Sormuyoruz, rıza almıyoruz. Oysa sadece sormak yeterli karşımızdakine. Ne istediğini ne beklediğini sormak. Yapıp yapmamak sonraki iş. Toplumsal yaşam elbette bizi sınırlar çizmeye zorlar ama bu sınırı geçmeyi çok seviyoruz ama çiğneyip geçiyoruz bazen. Bazen de şu cümlenin arkasına sığınıyoruz: “Onun iyiliği için”. Hayatın her aşamasında zorluklar var bazen bizim yarattığımız bazen de elimizden gelmez bulunduğumuz şartları değiştirmek. Orada buradan bulduğumuz yamalı gururumuz da engel olur yardım istemeye. Acılar her zaman özel olmuştur ama anlatmak acıları çözüm bulmaktan çok rahatlamaya yarar. Paylaşmak ise ayrı bir sorun oluşturur. Kiminle paylaşacaksın “kimse” seni anlamaz iken. Herkes bundan yakınır da yaşanan acılar trilyon kadar çok değil ki. Aşk acısı, beden acısı, işkence gerçeği. Öyle say say bitmez değildir yani. Taciz, tecavüz, işkence, baskı, dayak ve benzeri. Ama acının yansıması içimizde farklıdır da bunu anlatamayız işte. Karşı tarafa geçmeyen budur. Acının bizdeki yansıması. Bunu da kimsenin anlaması beklenez ve beklenmemelidir. Anlatmak ise içindeki öfkeyi biriken her ne ise onu çıkarmamıza yarar. Borges gibi bir üstadın yolundan giden doğuştan kör bir adamın çevresi çocukluğu ve kurduğu küçük grup ile yaşadıkları anlar sevgiler aşklar hazlar anlatılıyor romanda. Bir uzun mektup size bana okuyan herkese yazılmış. Bir vasiyet bir veda mektubu belkide. Bir güzel başka bir dünyanın ve zamanın varlığına inanan inanmak isteyen ve bu yolda hayatını şekillendiren bir kör adamın öyküsü. Birinci elden yazılmış samimi bir içini dökme. Bir çok kişinin hayatlarına dokunan parmakları ile gören insandan daha hassas daha duygusal ve bence oldukça gerçekçi bir yaklaşım ile yazılmış bir roman mektup. Keyifle okuduğum bazen de öfke duyarak okuduğum bir sürü an yaşadım okurken. Bu ritim ise hoşuma gitti. Unutulmuş yok sayılmış bir dünyaya acıyarak değilde olduğu gibi bakmamı isteyen bir roman okudum. Bir uzun mektup sanki sadece bana yazılmış.
Borges Çetesi
Borges ÇetesiHakan İşcen · Everest Yayınları · 20199 okunma
·
140 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.