Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Franz Kafka Sözleri Huzur mu istiyorsun? Az eşya, az insan. Benim yalnızlığım insanlarla dolu... "Her şey olması gerektiği gibi: Üzüntülü ve ağır..." Odamda günlerdir yalnızım, ziyanı yok dünyada da yıllarca yalnız değil miydim?” Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum; tek istediğim, yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak. Ama bütün dumanların altında ateş vardır. Dalgaların bir su damlasını kaldırıp kıyıya atması, denizdeki ezeli dalgalanma olayını asla engellemez; hatta denizdeki dalgalanma, kıyıya atılan damlaya borçludur varlığını. Seninle dünya arasındaki bir kavgada dünya üzerine bahse gir. Belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece. Gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize. Bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir. Kötüye bir kere kapılarını açmaya gör, kendisine inanılmasını beklemez artık. Gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz; her kim onu tanımak isterse bir yalan olmak zorundadır. Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı. Kıyamet günü’nü böyle adlandırmamızın nedeni ancak bizim zaman kavramımızdandır; aslında o bir tür sıkıyönetim mahkemesidir. Yasama başladığın anda iki görev; sınırlarını her an daraltmak ve bu sınırları aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak. Kötü’nün ondan bir şeyler gizleyebileceğinize inanmanızı sağlamasına izin vermeyin. İnsanlar sabırsız oldukları için cennetten kovuldular, tembel oldukları için geri dönemiyorlar. Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki? Sanatımız, gözümüzün gerçek’le kamaşmasıdır.geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil. Sonsuzluk olsam bile kendimin içinde çok darım. Giyotin gibi bir inanç. Onun kadar ağır, onun kadar hafif. Kendini sonsuz küçültmek ya da sonsuz küçük olmak. Birincisi mükemmellik yani eylemsizliktir; ikincisi başlangıç yani eylemdir. Bu dünya için koşumlarını takınman gülünç. Bir merdivenin üzerine basılmaktan yeterince çukurlaşmamış basamağı, basamağın kendi açısından, işsiz çakılmış bir tahta parçasıdır yalnız. Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de insani çelmelemek içindir sanki. En kötüsü de sahip olmadığın şeylere ait olmandır. Alelacele koşup yaşama sığınmıyorsa insan, yaşamdan zevk alabilir mi? Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu. Seninle dünya arasındaki bir kavgada dünya üzerine bahse gir. Bir topluluğu kontrol etmek, bireyi kontrol etmekten kolaydır. Ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey ciddi değildir aslında… Umut olmasına var. Sınırsız denecek kadar çok umut var. Ama bizim için değil. ''Ot gibi yaşamaktansa, uykusuz kalmak daha iyi.'' Aylar sonra ilk defa gözlerim bir işe yarayacak, seni görerek. Her şey bir aldatmacadır: en az yanılmaya bakmak, normal ölçüler içinde kalmak, en aşırının peşinden gitmek. Dünyayla arandaki savaşımda, dünyanın yanında ol. Kendimden başka hiçbir eksiğim yok. Sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır. Geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil. Kötü’ye bir kere kapılarını açmaya gör, kendisine inanılmasını beklemez artık. Eğer bir hedefiniz varsa ama ona ulaşma yolunu göremiyorsanız, o yolun adı ‘tereddüt ‘tür. Kötü’ye bir kere kapılarını açmaya gör, kendisine inanılmasını beklemez artık. Kargalar, bir tek karganın göğü yok edebileceğini ileri sürer. Ona kuşku yok; ama göklerin kulağı duymaz böyle bir savı, çünkü gökler kargaların yokluğu demektir. Önceleri sorularıma neden cevap alamadığımı anlayamıyordum, şimdiyse soru sorabileceğime nasıl inanabildiğimi anlayamıyorum.ama gerçekte inanmıyordum ki, soruyorum sadece. Bir kafes, kuş aramaya çıkmış. Değersizdim, mahkum edilmiş, çiğnenmiştim, başka bir yere kaçmak için büyük çaba gösteriyordum gerçi, ama bu bir iş değildi, çünkü sahip olduğum güçlerle ulaşamayacağım, imkansız bir şeydi söz konusu olan. Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki? Ama bütün dumanların altında ateş vardır. Belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece. Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum; tek istediğim, yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak. Bu değerbilmezliğe, dünyanın değerbilmez oluşuna karşı koymak mümkün değildi. Seninle dünya arasındaki bir kavgada dünya üzerine bahse gir. İyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir. Gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz; her kim onu tanımak isterse bir yalan olmak zorundadır. Şüphe edenin şüphesini, inananın inancını besler bu... Kötüye bir kere kapılarını açmaya gör, kendisine inanılmasını beklemez artık. ...ben olduğum halimle, senin eğitiminin ve kendi itaatkarlığımın bir sonucuyum (temel yapım ve hayatın etkileri dışında tabii). Dünyanın acılarından uzak tutabilirsin kendini, bu sana kalmış olup doğana uyar, ama tam olarak bu uzak duruş belki kaçınabileceğin yegane acıdır. Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı. Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya erişmek de gerekir. Kötü'nün elindeki en ayartıcı silah, savaşa çağrıdır. Kadınlarla yapılan savaşa benzer, ki sonu yatakta biter. Yasama başladığın anda iki görev; sınırlarını her an daraltmak ve bu sınırları aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak. Kendini insanlığa bakarak sina. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu. Sonsuzluk olsam bile kendimin içinde çok darım. "Ölen bir insanın ardından, bir an için yeryüzüne yararlı bir sessizlik çöker; dünya üzerindeki uğraşlar bitmiş, gelecek ölümü beklemekten kurtulunmuş, sanki bir yanlışlık telafi edilmiştir..." Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evrağa dönüşür. Evrağa verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrağın akışına girer. Bu varlık, şahsen çağrılığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca ‘olay’dır. ‘Konu’ ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese biIe kendini suçIu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur. Düşünceleri fazla dikkate almamalısın. Yazı değişmez, düşünceler ise çoğu kez sadece yazı karşısındaki aczin ifadesidir. Yalnızca aptal oldukları için bu denli kendilerinden emin konuşabiliyorlar. Dengim olan bir insanla konuşacağım birkaç sözcük, her şeyi bunlarla yapılacak en uzun konuşmalarla karşılaştırılamayacak ölçüde aydınlatacaktır. Belirli bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. İşte bu noktaya erişmek gerekir. Bu erken kalkmak yok mu, diye düşündü, insanı aptala çeviriyor. Her ne kadar onun ufak bedeninin özel bir hassasiyete sahip olduğunu itiraf ediyor olsam da, biz, işçilerden oluşan bir halkız ve Josephine bizden biri. Eğer bedenimizdeki çürüklere dayanarak topallamaya kalkışsaydık, bütün bir halkın topallaması asla durmazdı. ...ben olduğum halimle, senin eğitiminin ve kendi itaatkarlığımın bir sonucuyum (temel yapım ve hayatın etkileri dışında tabii). Neler çevirdiği bilinmeyen entrikacı bir doğa; rüzgar gibi anlamsız görünen uğraşlar içinde, uzaklardaki, yabancı birinin adına, içyüzü hiçbir zaman bilinemeyen hizmetlerin peşinde. Bizi sen şikayet ettiğin için cezalandırıyorlar. Eğer şikayet etmeseydin, suçumuzu bilseler de bir şey yapmazlardı bize... Kötü'nün elindeki en ayartıcı silah, savaşa çağrıdır. Kadınlarla yapılan savaşa benzer, ki sonu yatakta biter. Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki. İnsan bazı anlarda çalışamayacak halde olabilir, ama bu anlar eski başarıların hatırlanması ve daha sonra, engel ortadan kaldırıldığında, insanın şüphesiz daha bir azimle ve gayretle çalışacağının düşünülmesi için de en iyi zamandır. Evlenmek, bir aile kurmak, gelecek tüm çocukları kabullenmek, onları bu güvensiz dünyada yaşatmak ve hatta biraz da yol göstermek, benim inancıma göre bir insanın başarabileceği en yüce şeydir. Aşkı yaşayan, aşkı en güzel anlatandır. Çok sevmelisin ki, çok güzel dile gelmeli yüreğin. Franz Kafka Milena'ya aşkını ona yolladığı mektuplarla muhteşem bir şekilde dile getirmiştir. Her kadın Franz Kafka gibi kendisine güzel sözler söyleyen bir sevdiğinin olduğunu ister. Sevdiğinize güzel sözler yazarak aşkınızı unutulmaz kılın. Franz Kafka'nın sözlerinden esinlenerek sevgiliye güzel aşk sözlerini yollayınız. İşte, en etkileyici Franz Kafka aşk sözleri; Milena ne olursun beni yanlış anlama, sadece sev beni! “ Sev beni Milena..! ” Milena, sen başkaydın. Hasta bir adamı sevecek kadar hastaydın!" Yine de gönderiyorum sana merhabamı, ne olur ki. Gerekirse kapının önünde düşüversin yere, belki daha da güçlenerek kalkar. Sana yazarsam uyuyamıyorum ve bitkin oluyorum. Yazdığımda ise yaşadığım tedirginlik ve korku beni çatlatıyor. Odanda seni her gün gören dolap olsaydım keşke. Koltukta oturuşunu, mektup yazışını, yatmanı, uykuya dalmanı seyrederdim. Ama iyi ki de değilim, çünkü son günlerde çektiğin acıları, Viyana'dan ayrılışını izleseydim kederden yere yıkılırdım. Kıskanmıyorum sanma, hayır kıskanmıyorum, ama ya dünya çok küçük, ya biz çok iriyiz, sığamıyoruz. Hem kıskandığım kim ki! Kapımın eşiğinden atılan mektuplarının üzerinden atlıyorum her gün. Açmıyorum, okumuyorum. Daha fazla özleyeyim diye. Sanki bir hafta boyunca hiç ara vermeden bir taşa çivi çakmakla görevlendirilmişim gibi; üstelik işçi de çivi de bizzat benim. Milena! Geceyi uyku yerine mektuplarınla geçirdim. Her gün yazışmak, güçlendirecek yerde güçsüz kılıyor insanı. Eskiden bir solukta içerdim mektuplarını. Fakat şu an mektubunu okurken dudağımı kemiriyorum, şakaklarımın ezildiğini duyuyorum. Buna da boyun eğebilirim ama yokluğuna asla… “ Sev beni Milena..! ” Neler çevirdiği bilinmeyen entrikacı bir doğa; rüzgar gibi anlamsız görünen uğraşlar içinde, uzaklardaki, yabancı birinin adına, içyüzü hiçbir zaman bilinemeyen hizmetlerin peşinde. “Ya hep ya hiç” sözü ne kadar büyük bir söz. Sen de ya benimsin ya değilsin. Benimsen eğer hiç mesele yok her şey yolunda demektir. Ama benim değilsen hiçbir şey yok demektir. Farkındayım bir insana böylesine bağlanmak yağılığın da ötesi bir şey. işte bu yüzden aklıma bu düşünce geldiğinde durmadan bir korku çöküyor yüreğime… “Bu gecede sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta! Benim mutluluğum sende erimektedir.” Bizi sen şikayet ettiğin için cezalandırıyorlar. Eğer şikayet etmeseydin, suçumuzu bilseler de bir şey yapmazlardı bize... Belirli bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. İşte bu noktaya erişmek gerekir. Evet sen temelde iyi kalpli yumuşak bir insansın,ama her çocuk o iyiliği bulana kadar arayacak sabır ve korkusuzluğa sahip değildir. Bu erken kalkmak yok mu, diye düşündü, insanı aptala çeviriyor. "Ah, Milena! Gece çöktü yine; Boş bir karanlıkla boş bir beyaz kağıdı öpmek aynı şey sanki, ama yalnızlığa da alıştım, karanlığa da." Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki. İnsan bazı anlarda çalışamayacak halde olabilir, ama bu anlar eski başarıların hatırlanması ve daha sonra, engel ortadan kaldırıldığında, insanın şüphesiz daha bir azimle ve gayretle çalışacağının düşünülmesi için de en iyi zamandır. Senin başkalarına karşı beslediğin kuşku bile, benim kendime yönelik kuşkumdan daha büyük değil, beni sen böyle eğittin. Yüreğimin kuytusunda birazcık küslük bulunsun size karşı dengeyi sağlar. İki saattir kanepede uzanmış yatıyorum ve bu süre boyunca senden başka hiçbir şey düşünmedim... Senin için masumiyet olan şey, benim için suç olabilir ya da tersi; sende hiçbir etki yaratmayan şey, benim mezarım olabilir. Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm. Evet seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? Koca deniz dibindeki küçücük taşı nasıl severse benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne. Tanrı isterse o küçük taş ben olurum bir gün. Milena, aslında mesele o değil; sen benim için bir kadın değil, bir kız çocuğusun, senden daha safını görmedim, sana elimi uzatmaya cesaret edemem küçük kız; bu kirli, titrek, pençeyi andıran, dengesiz, kararsız, soğuk soğuk terleyen eli... Bu değerbilmezliğe, dünyanın değerbilmez oluşuna karşı koymak mümkün değildi. Dünyanın acılarından uzak tutabilirsin kendini, bu sana kalmış olup doğana uyar, ama tam olarak bu uzak duruş belki kaçınabileceğin yegane acıdır. Şu duygu: "Burada demirlemeyeceğim" ve anında kabarıp coşan ve insanı sarmalayan dalgaları hissediş. Yaşama becerisinden yoksunsun; ama hayata rahatça, kaygısızca ve kendini suçlamadan yerleşebilmek için, tüm yaşama becerini elinden aldığımı ve kendi cebime koyduğumu kanıtlıyorsun. Yani eğer dünya yalnızca senden ve benden ibaretse, ki yakın olduğum bir düşünceydi bu, o zaman bu dünyanın arınmışlığı seninle sona eriyor ve senin öğüdün sayesinde benimle kirlilik başlıyordu. Evlenmek, bir aile kurmak, gelecek tüm çocukları kabullenmek, onları bu güvensiz dünyada yaşatmak ve hatta biraz da yol göstermek, benim inancıma göre bir insanın başarabileceği en yüce şeydir. Yine de gönderiyorum sana merhabamı, ne olur ki. Gerekirse kapının önünde düşüversin yere, belki daha da güçlenerek kalkar. Sana yazarsam uyuyamıyorum ve bitkin oluyorum. Yazdığımda ise yaşadığım tedirginlik ve korku beni çatlatıyor. Odanda seni her gün gören dolap olsaydım keşke. Koltukta oturuşunu, mektup yazışını, yatmanı, uykuya dalmanı seyrederdim. Ama iyi ki de değilim, çünkü son günlerde çektiğin acıları, Viyana'dan ayrılışını izleseydim kederden yere yıkılırdım. Kıskanmıyorum sanma, hayır kıskanmıyorum, ama ya dünya çok küçük, ya biz çok iriyiz, sığamıyoruz. Hem kıskandığım kim ki! Geceyi uyku yerine mektuplarınla geçirdim. Her gün yazışmak, güçlendirecek yerde güçsüz kılıyor insanı. Eskiden bir solukta içerdim mektuplarını. Fakat şu an mektubunu okurken dudağımı kemiriyorum, şakaklarımın ezildiğini duyuyorum. Buna da boyun eğebilirim ama yokluğuna asla… “Bu gecede sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta! Benim mutluluğum sende erimektedir.” “Ya hep ya hiç” sözü ne kadar büyük bir söz. Sen de ya benimsin ya değilsin. Benimsen eğer hiç mesele yok her şey yolunda demektir. Ama benim değilsen hiçbir şey yok demektir. Farkındayım bir insana böylesine bağlanmak bayağılığın da ötesi bir şey. işte bu yüzden aklıma bu düşünce geldiğinde durmadan bir korku çöküyor yüreğime… Sanki bir hafta boyunca hiç ara vermeden bir taşa çivi çakmakla görevlendirilmişim gibi; üstelik işçi de çivi de bizzat benim. Milena! Evet sen temelde iyi kalpli yumuşak bir insansın,ama her çocuk o iyiliği bulana kadar arayacak sabır ve korkusuzluğa sahip değildir. Senin başkalarına karşı beslediğin kuşku bile, benim kendime yönelik kuşkumdan daha büyük değil, beni sen böyle eğittin. Düşünceleri fazla dikkate almamalısın. Yazı değişmez, düşünceler ise çoğu kez sadece yazı karşısındaki aczin ifadesidir. Yalnızca aptal oldukları için bu denli kendilerinden emin konuşabiliyorlar. Dengim olan bir insanla konuşacağım birkaç sözcük, her şeyi bunlarla yapılacak en uzun konuşmalarla karşılaştırılamayacak ölçüde aydınlatacaktır. Her ne kadar onun ufak bedeninin özel bir hassasiyete sahip olduğunu itiraf ediyor olsam da, biz, işçilerden oluşan bir halkız ve Josephine bizden biri. Eğer bedenimizdeki çürüklere dayanarak topallamaya kalkışsaydık, bütün bir halkın topallaması asla durmazdı. Yüreğimin kuytusunda birazcık küslük bulunsun size karşı dengeyi sağlar. İki saattir kanepede uzanmış yatıyorum ve bu süre boyunca senden başka hiçbir şey düşünmedim... ''...Kalbim artık atmıyor, yalnızca çarpan bir kas yığını oldu bedenimde, söküp atmak geliyor içimden....'' Senin için masumiyet olan şey, benim için suç olabilir ya da tersi; sende hiçbir etki yaratmayan şey, benim mezarım olabilir. 'Öyle zaman olur ki, odada yalnızken bile “yok oluverir” insan, bunun nedenleri çoktur, kişi yaşarken bile ölebilir. ' Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm. ”Ah! Milena, pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim..." Evet seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? Koca deniz dibindeki küçücük taşı nasıl severse benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne. Tanrı isterse o küçük taş ben olurum bir gün. Franz Kafka Anlamlı, Manalı, Düşündürücü ve Resimli Sözler ''Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben? İçinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam. Sen de anlamazsın Ben bile anlamıyorum ki başkasına nasıl anlatırım?" Milena, aslında mesele o değil; sen benim için bir kadın değil, bir kız çocuğusun, senden daha safını görmedim, sana elimi uzatmaya cesaret edemem küçük kız; bu kirli, titrek, pençeyi andıran, dengesiz, kararsız, soğuk soğuk terleyen eli... ''Sevgili, eğer kollarımızı kullanamıyorsak, birbirimize şikayetlerimizle sarılalım...'' Şu duygu: "Burada demirlemeyeceğim" ve anında kabarıp coşan ve insanı sarmalayan dalgaları hissediş. "Şu anda çekilmez bir haldeyim. Yorgunum, uykusuz, hüzünlüyüm. Sanki bir şey beni engelliyor ve özgürleşemiyorum." Yaşama becerisinden yoksunsun; ama hayata rahatça, kaygısızca ve kendini suçlamadan yerleşebilmek için, tüm yaşama becerini elinden aldığımı ve kendi cebime koyduğumu kanıtlıyorsun. "Ve gece yazdığın mektup orada işte, nasıl okunabileceğini aklım almıyor, bir göğüs havayı solumak için böyle nasıl daralıp genişliyor, aklım almıyor, senden nasıl uzak kalınır, aklım almıyor." "Ah Milena, yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız. Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız." ''Olmamasına razıyım. Oluyormuş gibi olmasın yeter.'' Yani eğer dünya yalnızca senden ve benden ibaretse, ki yakın olduğum bir düşünceydi bu, o zaman bu dünyanın arınmışlığı seninle sona eriyor ve senin öğüdün sayesinde benimle kirlilik başlıyordu. Sessizce yatakta yatıyorum ve bir kalp çarpıntısı geçiyor gövdemin içinden ve sizden başka bir şey düşünemiyorum. "Evet, seni seviyorum budala! Tıpkı denizin, kendi dibindeki bir çakıl taşını sevmesi gibi... Evet, işte sevgim seni böyle kaplıyor! Ve Tanrı izin verirse, senin yanında bu kez ben çakıl taşı olacağım..." Bu gece de sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta. Benim mutluluğum sende erimektedir. Ve sen gelmiyorsun, çünkü gelmeye kendin ihtiyaç duyana kadar bekliyorsun... ...Ah Milena , bugün yağmur göz kapaklarıma yağıyor..'' "..Bak Milena, ‘En çok seni seviyorum.’ diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, ‘Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla’ dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki. İstasyonda bana bakan yüzünü düşündüm, unutamayacağım bir doğa olayıydı bu… Eğer mutluluktan ölünüyorsa, bu benim başıma gelmeli. Ve eğer ölüme yazgılı bir mutluluk sayesinde hayatta kalınıyorsa, o zaman hayatta kalacağım." Benim ruhum sallanıp duran bir mutsuzluktu, dokunulmaya görsün, dokunanın üzerine yıkılır hemen. ''Ve senin yanında öylesine huzurlu öylesine huzursuz, Öylesine baskı altında ve öylesine özgürüm ki...'' Ve yazdıklarımın devamı olarak Milena, kalbimde sen varken her şeye katlanabilirim.." ''Kötü bir geceden sonra insan her şeyi sorabilir ve hatta sonsuza kadar sormayı da isteyebilir; hem uyumamak sormak demektir; eğer insanın cevabı olursa uyuyabilir...'' "Milena, yeterince sevgi gösteremedim sana diyorsun, daha ne yapacaktın ki? yanımdaydın, bundan büyük sevgi, saygı olabilir miydi hiç?" Bir aydır hiç bir işe yaramayan gözlerim seni görecek! Mektuplarını okumayı ya da pencereden bakmayı saymıyorum elbet.. Susuyorsun demek? Doğru, hiç birşey kolay değildir bu dünyada, mutluluk da öyle, hatta gerçek mutluluk korkunç bir yüktür. Bir tek şey biliyorum: Gürültü, patırtı istemiyorum, karanlık olsun istiyorum, bir yerlere gizleneyim diyorum, bunu istiyorum işte, bunu arıyorum, bunun ardırdan gideceğim, elimde değil. "Pazar Belirsiz umut... Belirsiz güveniş... Görkemli bir Pazatesine buyrun! Ancak... Pazar hiç sona ermeyecek..."
··
357 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.