Gönderi

Madem O var, her şey var
Dördüncü Nükte Bir zaman rabıta-i mevtten ve “El-mevtü hakkun” [Ölüm kesin bir gerçektir.] kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenâsından gelen bir hâlet-i ruhiyeden kendimi acib bir âlemde gördüm. Baktım ki, ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin başında duruyorum. • Birisi: Benim hayatımla alâkadar ve mazi kabrine giren zîhayat mahlûkatın heyet-i mecmuasının, cenaze-i maneviyesi başında bir mezar taşı hükmündeyim. • İkincisi: Küre-i arz mezaristanında nev-i beşerin hayatıyla alâkadar enva-ı zîhayatın heyet-i mecmuasının mazi mezarına defnedilen azîm cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karıncayım. • Üçüncüsü: Şu kâinatın kıyamet vaktinde ölmesi, muhakkaku’l-vuku olduğu için, nazarımda vaki hükmüne geçti. O azîm cenazenin sekeratından dehşet ve vefatından beht ve hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkaku’l-vuku olan vefatım o zaman vuku buluyor gibi göründü ve “Fein tevellev... (ilâ âhir)” [Eğer senden yüz çevirirlerse... (Tevbe Suresi: 129.)] sırrıyla, bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatımla bana arkalarını çevirip beni terk ettiler, yalnız bıraktılar. Hadsiz bir deniz suretini alan ebed tarafındaki istikbale ruhum sevk ediliyordu. O denize ister istemez atılmak lâzım geliyordu. İşte o pek acib ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle, “Eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: ‘Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.’” [Tevbe Suresi: 129.] ayeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh kemal-i emniyetle ve sürurla, o ayetin içine girdi. Evet, anladım ki, ayetin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi. Evet, nasıl ki, mana-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma der: “Eğer ehl-i dalâlet arka verip senin Şeriat ve Sünnet’inden i’raz edip Kur’ân’ı dinlemeseler, merak etme. Ve de ki: ‘Cenab-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize, ittiba edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı her şeyi muhittir; ne asiler hududundan kaçabilirler ve ne de istimdad edenler medetsiz kalırlar!’” Öyle de, mana-yı işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme. De ki: ‘Cenab-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler; Onun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarîk-ı hakkı takip edecek mutî kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O her şeye bedeldir. Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel olamaz’” der. İşte, şu mana-yı işarî vasıtasıyla, bana dehşet veren üç müthiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani, hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zat-ı Zülcelâl’in taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti içinde hikmetnüma bir seyeran, ibretnüma bir cevelân, vazifedarâne bir seyahat suretinde bir seyr ü seferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, geliyor. Lem’alar, On Birinci Lem’a, s. 129 LÛ­GAT­ÇE: adem: yokluk. beht: şaşkınlık. enva-ı zîhayat: canlı türleri, canlı çeşitleri. i’raz: yüz çevirme. küre-i arz mezaristanı: dünya mezarlığı, yeryüzü mezarlığı. mana-yı sarih: açık mana. muhakkaku’l-vuku: olması, gerçekleşmesi muhakkak olan. müfarakat etmek: ayrılmak. rabıta-i mevt: ölüm bağı. sekînet: sükûnet, gönül huzuru. zeval: sona erme, yok olma.
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.