Gönderi

1950’deki seçim başarıları Demokratlar’ı halkın kendi program-larını desteklediğini, kendilerinin de her dört yılda bir karşısına çıka-cakları ‘milli irade’yi temsil ettiklerini düşünmeye yöneltti. Bu sebep-le, ne muhalefeti ne de muhalefetin eleştirilerini ciddiye aldılar. Demokrat Parti yönetiminin ilk yıllarında Avrupa’da Türk mallarına artan rağbet ve Kore Savaşı’nın yarattığı gelişimin sonucu olarak ülke hızla büyüyormuş gibi göründü. Ayrıca, Marshall yardımı da ülkeyi Batı’ya açtı. Türkiye, Başbakan Adnan Menderes (1899-1961) tarafından yö-netiliyordu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar onu daha deneyimli, entelek-tüel Fuat Köprülü’ye (1890-1966) tercih ederek atamıştı, çünkü Men-deres hem daha genç bir kuşağa mensuptu hem de savaş sonrası Türkiye için güçlü bir önseziye sahip olduğuna inanılıyordu. Pamuk yetiştirilen Batı Anadolu’nun Aydın yöresinden zengin bir toprak sa-hibi aileden geliyordu. Menderes Kemalist dönemde olgunlaşmış ve 1930’da Ali Fethi’nin (Okyar) Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda siyase-te atılmıştı. Parti kapandığında CHP’ye girmiş ve 1945’te toprak reformu yasa tasarısına karşı çıkanlara katılmıştı. Sonra, CHP’den ihraç edilmiş ve Demokrat Parti’nin kurucularından biri olmuştu. Menderes, siyasi iktidarın Türkiye’nin hızlı büyümesi için gerekli araç olduğunu düşünüyordu. Antidemokratik yasaları değiştirmeye veya Demokratlar’ın muhalefetteyken bir ara istedikleri gibi tarafsız bir yönetim kurmaya ayıracak zamanı yoktu. ‘Partiler üstü’ cumhur-başkanı ilkesinden yola çıkan Celal Bayar DP başkanlığından istifa edince Menderes parti başkanı seçildi. Ancak bu göstermelik bir dav-ranıştı, Bayar partiyle, tüm bağlarını kesemeyecek kadar yakından ilgiliydi. Başka alanlarda, Demokrat Parti hükümeti 1930’larda İtal-ya’dan alınmış olan Ceza Kanunu’na sıkıca sarılarak ve Soğuk Savaş döneminin buz gibi atmosferine uygun bir şekilde uygulamaları daha baskıcı yaptı. Ayrıca, Halk Partililer de partinin mal varlıklarına el konması tehdidiyle baskı altında tutuldular. Menderes’in konumu 1954 yılındaki seçim zaferinden sonra kö-tüleşti. Bu sırada Türkiye bir refah dönemindeydi ve ülkede bir umut havası vardı. Seçmenler ekonomik büyümeden faydalanmış ve hoş-nutluklarını, ülkeyi açan, onu daha az bürokratik yapan yönetimi des-tekleyerek göstermişlerdi. Demokrat Partililer devlet arazilerini bazı topraksız köylülere dağıtmış, ABD’den tarım makineleri ithal ederek çiftliklerde makineleşmeyi başlatmış, dolayısıyla da üretimi artırmış-lardı. Osmanlı döneminde kurulmuş olan Ziraat Bankası, çiftçilere kredi veriyordu, devlet de aynı zamanda buğday ve pamuk üretimini sübvanse ederken tarım ürünleri için depolama imkânlarını da artırı-yordu. Hava, 1950’lerin ilk yarısında çiftçilerden yanayken aynı za-manda Kore Savaşı yüzünden oluşan talep sayesinde dünya buğday fiyatları alışılmadık derecede yükselmişti. Sonuç olarak, kırsal kesim, özellikle de büyük çiftçiler, kazançlıydı ve DP’ye oy vermekten mem-nundu. DP’yi siyasal liberalleşme vaat ettiği için desteklemiş olan kentli aydınlar, üniversiteler ve müteşebbisler hayal kırıklığı içindeydi; par-tinin iktidar hırsı onları hayallerinden uyandırmıştı. Tek parti döne-minden kalma kurumlarla demokrasinin ve çok partili siyasetin yaşayamayacağını gördüler. 1924 Anayasası ve Ceza Kanunu gibi yasalar çağdışıydı ve 20. yüzyılın ikinci yarısındaki Türk yaşamına uygun hale getirilmeleri gerekiyordu. DP hükümeti böyle ayrıntılarla ilgilenmi-yordu. Menderes, gücü arttıkça eleştirileri görmezden gelmeye başla-dı ve kendi partisi içindeki demokrasiyi boğdu. Muhalefetteyken De-mokrat Parti tek parti döneminde kendilerine tanınmayan grev hakkını tanıyacağı vaadiyle sayıca az olan işçi sınıfının desteğini ka-zanmıştı. Menderes’e bu söz hatırlatıldığında ‘Türkiye’de grev mi olurmuş? Önce biraz iktisadi ilerleme sağlayalım da bu konuyu sonra düşünürüz’ şeklinde cevap verdi. Bu cevap demokrasiye yaklaşımını özetliyordu; o an için demokrasinin ekonomik gelişme sunağında kurban edilmesi gerekiyordu.
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.