Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

"NEDEN TARKOVSKİ OLAMIYORUM!.."
- "Hatırladığım kadarıyla, Cemil Meriç yazılarında Dostoyevski’yle ruh aşinalığını öyle bir uca götürür ki, bir ya da bir kaç noktada Dostoyevski’ye "Dosto" diye hitap eder. "Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden" diyen Yahya Kemal bile "İslav kederi"ni en azından duymuştur. "Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı" olduğundan mıdır itirazı, belki biraz öyle... Ama, ister Ortodokslukla Müslümanlık, ister İnançla İnançsızlık arasında bînamaz kalınsın, Slav kederi Türkiye’de sanatla uğraşan insanlara daima hitap etmiştir. Aynı aşılmaz İmparatorluk ruhunun, aynı karanlık, devasa, bürokratik devlet makinesinin çocukları olma hâli, aynı iç daraltan çıkışşızlık, dünyada (Batı diye okuyun) olup biteni kaçırmış olma duygusu, karanlık, küçük, iyi ısınmamış odalar, benzi solgun delikanlılarla onlara kayıtsız şartsız aşık fedakar kızlar Dosto’yu sevmemizi sağlamışa benzer. Sinemada bunun son otuz küsur yıldaki yansıması Tarkovski’dir. Tarihe tanıklık havasına girerek söyleyeyim, milat herhalde "Nostalghia"nın İstanbul film festivalinde gösterilişi olmalı. Ama Türkiye’de sinema yapanları asıl çarpan herhalde "Stalker"dir. (Belki biraz da "Solaris", sonra da "Adak".) Bu yarı mitik yarı distopik, yarı fütüristik yarı teknolojik, ama herşeyden önce şıpır şıpır ıslak güzel film Dostoseverliğin son sürümü gibiydi o yıllar. İslav kederinin metafizik ve fotojenik bir çıkışşızlıkla buluştuğu "Tarko" sinemasının zirvesi… Sinema yapan herkes de hala içten içe Tarkovski olmak ister sanki. İşte adı anılmaya başladığından beri merak ettiğim "Neden Tarkovski Olamıyorum?", esprili ismiyle bile bu çok önemli noktaya parmak basıyor. Neden olunamıyor Tarko? Sinemada en azından, bu son yıllardaki bir çok şeyle bağlantılı. Piyasaya iş yapmak mı, kendi filmini çekmek mi ikilemi, evlerde erkek arkadaşlarla bira içip "Ahmet Kaya aslında yaşıyormuş usta!" muhabbeti yapma kasveti, "fon aramak için her yol mübah!" düşüncesiyle gizli gizli yarışan acaba NBC çıtasını aşabilir miyim tefekkürü, "konu" bulamamanın sıkıntısını başkalarının "konu"larıyla doldurayım derken geçen hayatlar. ... Fakat "Stalker"deki köpeğin neredeyse aynısını bulmuş olmak yetmiyor. "Neden Tarkovksi Olamıyorum?" kadın-erkek ilişkisi, erkeklik meselesi üzerine düşünse bile, "açsındır, biraz daha yemek ye!" ya da "al şu parayı, baban görmesin!" tipi annelerden, erkek çocukların bir alt sürümü olan babalardan başka dişe dokunur bir "psike" bulamıyor genç erkek kahramanına. Son zamanlarda çekilen bir dolu Türk filmi gibi. Bu filmlerde bir sahnede karşılaşan iki erkek (ya da romantik olmayacaklarsa kadın-erkek) o sahneyi mutlaka "nasılsın, ne var yok/ İşte nolsun, fena değil" muhabbetiyle açıyorlar ve nemli bir mutabakattan başka hiçbir karşılaşma, çatışma olmuyor aralarında. Bu bir fikriyat sorunu olduğu kadar, mizansen sorunu da elbette. Neden son zamanlar sinemamızda bir odaya giren herkes ilişkiyi "selam sabah"la açar (ve böylece bazı şeyleri başlamadan kapar) ya da anneler oğullara durmadan yemek yedirmeye çalışırlar, bunlar üzerine birileri bir ara bir tez yazar umarım. Öte yandan, daha da önemlisi; neden sinemacı delikanlı her sabah yatağından doğrulduğunda bir posterden parmağını uzatan Tarkovski ona "ilkelerinden vazgeçme" uyarısı yollar? Tarkovski neden Sam Amca posteri esprisinde bir ahlakçıdır? Bir devrimci baba figürü, bir öğretmen, bir üst ben? Bunun sebepleri muhtelifse de, asıl söylenmesi gereken, Tarkovski sinemasının astarını oluşturanın, ara sıra dinle buluşsa da, ondan çok öte bir şey olan manevilik" hissi olduğudur. "İlke" lerden çok, asıl ıskalanan budur, bu manevîlik hissi ile bağlantı sağlanamayınca esasen katiyen "Tarkovski olunamaz!". O his gelince anneler de yerine oturur, babalar da, filmler de. (Anne fikrine adanmış en büyük filmlerden biri olan "Ayna"yı da üstadın yaptığını hatırlayalım.) Sinemamızda gerçekten Tarkovskivârî bir "kaybolmuşluk" ve "bulunma isteği" hâli üzerine düşünen birileri olmadıkça bu sorunun hep sorulacağını, filmlerin erkek kahramanların da ilelebet bir bira denizinde yüzeceklerini düşünmek çok mümkün. (Fatih Özgüven-5 Şubat 2015 Radikal gazetesi)
··
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.