Gönderi

Eylül Ayı Hikaye Yazma Etkinliği/ İzdüşüm
Doğuştan getirdiğim farklılıklarım var benim. Gerçekle hayal olanın birbirine girdiği bir dünyaya gözlerimi açtım. Başlangıçta herkesi kendin gibi sanıyorsun, anlam veremediğin onca şey olsa da sağına soluna dönüyor diğer insanlara bakıyor senin gibi olsunlar diye için için bir umut besliyorsun. Zamanla beslediğin bu umudun ipini beline bağlıyor ve farklı olduğunu sana fısıldayan kalbini durdurmak için nefesini tutuyor, bir çırpıda dilinden dökülen kelimeleri çıkmadan yakalamak için dilini ısırıyorsun. İçin hep biliyor çünkü gözünün önüne serilen görüntülerin nereden geldiğini bulamıyorsun. Zamanla içimi dinlemeyi öğrendim ben de dilimi ısırmayı, kalbimi sıkıştırmayı bıraktım ve farklılığımın sınırını ölçmeye çalıştım. Önceleri kontrol etmek kolaydı. Hayal olanlar sarı bir perdenin ardından görünür gibiydi. Ben de ses etmez karşılaştığım ne varsa önce bu sarı perdeden mi dökülüyor bir tartar sonra işe koyulurdum. Sonraları ise bu perde kalktı ve ben kayboldum. Zamanla baş ağrıları, anlattığıma inanmayan insanlar, onların bakışları ve benden kaçışlarıyla ucu ucuna eklenen hayal gerçek çatışmasında yaşar oldum. Sabah pazarda gördüğüm karşı komşum sandığım o kadının var olmadığını, sokakta karşılaştığım bir başkasının aylardır sokağa çıkmadığını, borcum olan markete daha önce adımımı atmadığımı ve daha birçok eziyeti yaşar ya da yaşamaz olduğumu gördükçe sarı perdeye tutunmayı çok istedim ama ben ona asıldıkça o paramparça oldu. Beni buraya getirdikleri ilk günü hatırlıyor musun? Çok zaman önceydi. Çırpınıp kendimi yerlere atmıştım. Koca koca insanlara çocuk gibi hareketler yakışmaz derdim, çok çocuklaştım. Ağlamalarım, şu beton zemine dizlerimi vuruşlarım ve en sonda başımı yere kırmak istercesine indirmem sonumu görüşüm değil mi sence de. Biliyor musun, insanlar pek konuşmuyor benimle. Hoş artık kendi kendileriyle bile konuşmuyorlar. Şaıp yanılıp konuşanları da kağıt gibi fırlatıp atıyorlar yaşadıkları hayatın içinden, tıpkı beni attıkları gibi. Herkes suskun burada konuşmamaya yeminler etmiş sanki ‘ölümü gör söylersen’ diye birbirlerini tembihlemiş yaşlı teyzeler gibi ölü-gezenler. Beni de tembihlerlerdi; bu gördüklerini kimseye anlatma, safsata bunlar diye. Uyduruyorsun, olmayan şeyleri oldu sanıyorsun diye. Hikaye bunlar da diyenler olurdu, hatta birisi sen hikaye anlatıcısı değilsin, bu hayatta hikaye değil demişti. Ya ne peki? Artık sorgulamayı bıraktım. Farklılıklar sorgulanmamalı, kabul edilmeli. Mesela sen, ben seni böyle kabul ettim hayatım boyunca. Yönünü bana çevirmeyişini, yüzüme bir kez olsun bakmayışını. Çok uzak da sayılmazsın aslında. Şurada hemen karşımdaki bahçedesin. Her sabah uyandığımda pencereden görüyorum seni. Hoş, bu pencerenin önünden de ayrıldığım yok ya zaten. Tüm günüm sen. Senin de beni fark ettiğini biliyorum ama aşamayacağım mesafelerin de farkındayım. Sana bir şey itiraf edeyim mi buradan çıkamayacağımı da biliyorum hem de hiç. Kafese kapatıldım ben, dört yanım gerçek mi hayal mi olduğunu algılayamadığım anlamsız yazılmış saçma sapan karınca boyutunda yazılarla dolu, bunların yazı olduğuna çok zor ikna olsam da bazı geceler bir ton karıncanın üstüme üstüme geldiğini sanıyorum. Bazen bundan neredeyse eminim. Odamdaki bu karınca yazılarından beni kurtarıp içimi ferahlatan tek şey bu pencere. Bu odada birileri kontrolünde sadece derin nefes almamı istediklerinde bu pencereyi açıyorlar. Sana el sallamamı bile tuhaf buluyorlar böyle zamanlarda hatta geçen gün biri tam sana hasretle el sallayacakken tutup bileğimi kıvırdı, acısından iki damla yaş düştü gözümden. Galiba sarıydı. Gerçekten ağladım mı yoksa bu da mı hayal? Bu sabah seni daha bir dikkatli inceledim. Akşam ilaçlarımı almadım diye kızma, aldığımda bu pencereden seni görmek için doğrulmaya bile mecalim olmuyor biliyorsun. Kolların… Kolların dikkatimi çekiyor bugünlerde. Sanki koş gel de sarılalım dercesine iki yana açmışsın ama gelemem, bırakmazlar. Üzerindeki siyah gömleği de değiştirmelisin. Çok yıpranmış görünüyor. Pantolonun da lime lime eridi Sanki sonbahardan bu yana da zayıflamışsın. Söylesene benim için çok mu üzülüyorsun? Başın daha bir öne eğik. Huzursuz bir duruşun var. Saçların, güneş daha az taradığından sanırım daha koyu görünüyor. Toprak kızılı ile yanık kahve arası. Az biraz da saman sarısı ama yalnızca araları. Biliyorum normalde daha sarıdır. Bazen güneşe uzanıverecekmiş gibi havalanıyor, bazen elimi uzatsam beni buradan çekip çıkaracakmış gibi savruluyor. Üşüyor musun? Ben bazı geceler çok üşüyorum. Sen hep dışarıdasın ama hiç titrediğini görmedim. Yine de rüzgarın çarpmadığına aldanma, dikkat et. Kış bitmek üzere diye de çok sevinme, yazları beter buranın. Beynini kurutur sıcaklar. Ama merak etme onu da düşündüm ben –ben çok düşünürüm biliyorsun ya- şapka alacağım sana, büyük bir şapka. Sen seversin şapkaları değil mi? Epey büyük almam lazım ama hiç kızma bana. Hesapladım, güneş, yazları tam yüzünü döndüğün taraftan üfürecek sıcak havaları. Yüzünü kavurur o sıcaklar. Seni tanıyamam o zaman, o kadar yansan sen bile kendini tanıyamazsın. Buradan çıkabilsem şapkanı kendim getiririm hatta ellerimle takarım başına ve kim ne derse desin etrafında döne döne şarkılar söylerim ama izin vermezler. Yine de endişelenme, kuşlarla gönderirim. Kış gelince hepsi gitti. Sen de olmasan iyice yalnız kalırdım burada. Senin kışın hiçbir yere gidemeyişini de seviyorum. Neyse ki ısınacak havalar, kuşlar da dönerler artık. İlk iki yana açtığın kollarına konacak ve öpecekler seni. Kolun bacakların, başın her yerin kuş olacak. Ne özledim onları da bir bilsen. Onlar da özlemiş midir beni? Yine dönmüyorsun bana yüzünü, neden? Öyle kızıyorum ki sana, bazı geceler şu karanlık alsa yutsa seni de artık görmesem diyorum. Ama sabah oluyor bir bakıyorum yine oradasın. Gidemeyeceğini de biliyorum. Hem nasıl gidebilirsin ki benim ki de laf, öyle sağlam çaktılar ki seni hiçbir yere kıpırdayamazsın. Çok canın yandı mı? Gidemeyeceğini bildiğimden mi sence bu bekleyişim? Kolum bugün çok ağrıyor, ilaçlardan kaçabilsem de iğnelerden kurtulamıyorum. Ama üzülme, idare ediyorum ben. İlk iğneyi oluken nasıl ağlamış bağırmıştım ardından da bir gülme tutturmuştum hatırlıyor musun? İğneler damarlarımda mis kokulu çiçekler olarak akıyor onları hissedebiliyorum, tüm vücudumda gezişlerini, beni sevişlerini ama istesem de o zamanki kadar gülemiyorum. Canım çok yanıyor. Şimdilik tek düşüncem bu odada kalabilmek. Seni görebildiğim tek yer burası çünkü. Yine anlatırım olanları sana ama halsizim bugün. Uyandığımda belki dönersin bana yüzünü ya da kavurucu sıcaklar başladığında, dayanamadığında… Dönersin değil mi?
··
89 views
Erhan okurunun profil resmi
Elinize sağlık Melike hanım, bildik kalemlerle daha güzel oluyor etkinlikler, özellikle sizinki gibi yaratıcılarla. eski hikayelerinizden bir farkı yok, onları se diğim gibi bunu da sevdim çok. Sarıya iyi bir rol biçmişsiniz:) Yalnız korkuluğu gösterme olayı biraz abartılmış sanki, nazar bonucuğu olsun o da neyse. Teşekürler katkınız için- önümüzdeki aylara da bekliyoruz sizi:)
Melike okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Erhan Bey :) evet korkuluk konusunda haklısınız ama galiba biraz geri planda kalır endişesi oldu bende. Çünkü malum bazen anlatabildim sandığım şeyler geri planda kalıp sizlere geçemeyebiliyor. Biraz daha özenli ve tekrar okuyarak geliştirdim bu defa etkinlik bu özeni hak ediyor çünkü :) önümüzdeki aylara da katılmayı ümit ediyorum her zamanki gibi :)
2 next answer
Eylül Türk okurunun profil resmi
Öykünüzde ki lirizm öyle gerçekti ki, kahramanın o pencerede ki hezeyanlarını âdeta yaşadım.Melike Hanım, ben kaleminizin tesirine inanıyorum.Yolunuz aydınlık olsun.Kalbinize hürmetle...👏
Melike okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, benim için yorumlarınız çok kıymetli 🙏
emel okurunun profil resmi
Çok etkileyici, bayıldım.Tebrik ederim. Bırakmayın yazmayı,başarılar diliyorum :)
Melike okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Emel hanım :)
Neptün okurunun profil resmi
😞hüzünlü bir şarkı gibiydi.
Melike okurunun profil resmi
Yazarken beni de hüzünlendirdi emin olun 😌 teşekkür ederim
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.