"Evde Kalmış" ve "Müzmin Bekar"
Önceki incelemelerimde değindiğim kadının ancak iki durumda varlığını kabul ettirdiğini dile getirmiştim. Bunlar : evlenmek ve anne olmak hatta erkek annesi olmanın kadının yerini toplumda daha sağlamlaştırdığı görüşünde bulunmuştum. Bu incelememde kitabımızında konusu olan evlilik müessesesi üzerinde biraz durup gerek kendi görüşlerim gereksede kitabın içerdiklerini ifade etmeye çalışacağım.
Kitabımızın kapağından başlamak gerekirse erkeğin bir canavar veya ucube olarak resmedilmesi mevcut. Bu erkeklerin tamamının bir ucube veya canavar olduğunun vurgusundan çok erkeğin bence kadının gözünde evlilik kurumuyla bir tutulmasından dolayı bu şekilde resmedildiğini düşünüyorum. Kitabımızın içeriğine göz attığımızda 30 öyküden oluşan ve her öykü: “ Ben bir … karısı olsaydım eğer…” diye devam eden ve kadının kendini bir evlilik üzerinden tarif etmeye çalıştığı öyküler okuyoruz. Bu öykülerin toplumu çok iyi gözlemleyip gerçekçiğe hiç uzak düşmediğini dile getirmek gerekir. Bir erkeğin eşi olarak kinizme nasıl ulaşılır diye düşünmüyorsunuz eminim kadınlar çünkü birebir hayatın gerçeği bu maalesef ama erkek okurlar için belki bazı şeylere anlam kazandırır bu kinizm şahaseri . Peki kadını gerçekten bazı roller üzerinden değerlendirmek doğru mudur? Kanımca bütün indirgemeler yanlış sonuca ulaştırır. Mantık alanında tüm tümdengelimler doğru sonuca ulaştırırken tümevarımlar için bu sonu dile getirmek maalesef yanlış sonuçlar vermektedir. Bir kadın kimlerin karısı olur sorusuna yazar: “Bir ayyaşın karısı olmak... bir apartman kapıcısının karısı... bir tornacının... bir cücenin... bir imamın... bir kuryenin... bir marangozun karısı... gardiyanın karısı... kasabın karısı... çok genç bir adamın karısı... ince ruhlu bir adamın karısı... bir işçinin karısı... avare bir adamın... bir adamın ikinci karısı... bir demiryolcunun karısı... bir tüccarın... bir sünepe adamın... bir emeklinin... bir oburun... bir lüzumsuz adamın... bir şoparın... ilkaşkının karısı... bir saz aşığının... bir kader kurbanının... yakışıklı bir adamın karısı... bir şairin karısı... yaşlı bir adamın karısı... bir garibanın... babasının karısı... ya bir de oğlunun...” gibi yanıtlar vermekte Hatice Meryem.
Kitaba da ismini veren aslında çok klişe olan mahalle baskısının dillendirilmiş hali “A kızım, sinek kadar kocan olsun, başında bulunsun; sinek kadar olsun ama olsun...” ifadesi. Peki kadının evlenmesi olmazsa olmazlardan mı? Maalesef kadınlar belli bir yaştan ( bu yaş haddi çok net olmadığından bir sayı ile ifade etmedim, edilmesininde doğru olmadığı düşüncesindeyim ) sonra coğrafi ve mekânsal şartlarında odak merkezi olmasıyla beraber evlendirilme baskısı altına girmektedirler. Kadının buradaki bütün rolleri, statüsü, kimliği ve aidiyetleri farketmeksizin her kadın bu baskıyı tatmaktadır. Hatta bu baskı bir süreç olmasından dolayı kadını ömrü boyunca baskı altına almakta ve tabiricaizse ölüme dek sürmektedir. Bir kadının evlenmesiyle kalmayan çocuk, ev işleri, kadınlık görevleri ( ! )…ve daha nicesiyle.
“ Hayat Erkeği “ size neyi çağrıştırıyor? Hayatla mücadele eden, yılmayan, çalışan, direnen…Peki ya “ Hayat Kadını “ ifadesi ne çağrıştırıyor? Bunu bir düşünün ve aradaki zihniyetinizi bir sorgulayın. Bakmayın öyle siz temizseniz toplumun bu kadar kokuşmuş olduğunu iddia edemezsiniz. Bu kokuşmuş toplumu oluşturan sadece dışarda bıraktıklarınız veya bıraktıklarımız değil içerdekilerde topluma dahil.
“ Evde kalmış “ ifadesinin hiç erkeklere dair kullanıldığına tanık oldunuz mu ya da ben dillendirirken aklınızdaki tasavvurunda ne geldiğinin farkında mısınız? Bir diğer tabir “ Müzmin Bekar “ ifadesi erkekler için kullanılır malum aslında kadının evlisi makbulken erkeğin bekarı yüceltilmekte hatta gıpta edilmektedir. Peki kadının bekarı ayıplanırken erkeğin bekarı neden yüceltilmektedir? “ Kız almak ” ifadeside genelde sanki kadın bir mal bir meta halini almışta erkek bir lütufta bulunuyormuşta kadını kurtarıyor izlenimi vermiyor mu? Oysa kim alıyor kim veriyor yahu… Belli bir yaş haddini aşmak, evlenmek istememek, özgür ruhlu olmak, yalnızlığı sevmek, birey olmak…ayıplanacak veya evde kalmış ifadesi gibi çirkin ithamlara yol açmamalı. Bunu ne sadece dinle ne de sadece ekonomik sistemle ne de sadece siyasi sistemle…açıklayabiliriz bu hepsinin toplamının ürünü. Sadece birini düzeltmekle olacak bir şey değil hatta düzeltmenin bile yanlışlara yol açacağı görüşündeyim toptan bir zihniyet değişimi gerekli bu topluma. Çünkü maalesef maddi kültürün hızına manevi kültür yetişememekte. Onun için “ Hız “ çoğu zaman yozlaşmaya ve asimilasyona ve insanların üstünde arada kalmışlığa yol açmakta.
Yine uzun oldu galiba inceleme konular maalesef çok derin ve ne kadar şey söylersek söyleyelim eksik kalıyor.
Kitapla kalın dostlar.