Gönderi

kızıllığa yolculuktur bana düşen… zaman nasıl da savurmuştu dallarımı her biri kırılmıştı dökülmüştü kum gibiydi dallarım ne bir filiz vermişti ne bir çiçek açmıştı belki de unuttuğun bir çöldeydim belki de unuttuğun bir okyanustum hadi bir şiir yaz hadi bir öykü yaz içinde dallarım olsun filizlerim çiçeklerim olsun zaman nasıl da savuracaktı dallarımı her biri coşup coşup kum gibi uzanacaktı dallarım şiir gibi öykü gibi… en son ne zaman konuşmuştuk kaç yıl oldu en son ne zaman susmuştuk kaç yıl oldu ne çok konuştuk ne çok sustuk susmayalım diye bir daha uzun olmasın konuşmalarımız diye bir daha yazdım buncağız sözü… unutulmasın bu şiir unutulmasın bu öykü dillerden dillere çevrilsin okunsun anlatılsın bilinsin buncağız söz… sesinde nasıl da yanık kokuyordum sesinde nasıl da sırılsıklamdım… hep bir ihtimal umutluydum nasıl büyümüştü umudum belki bir masal misali unutulmuştum senin kentin senin kasaban başka mıydı sanki benim kentim benim kasabam başka mıydı sanki hiç olmuş muydu kentimiz kasabamız hayat kaç ihtimale sığardı kaç olasılık seni bana verirdi belki bir masal misali unutulmamalıydı… küçüktük sen gibi ben gibi iki eli bir başka iki el birleştirse de o küçük ellerin sahibiyle hüzünle buluşmuştum oysa mutluluğumdu canımdı o küçük kızla yalnızlığım çoğalmıştı oysa çoğalacaktı kızıllığım gözlerinde erkendi erkendik yalnızlıklarımızda küçük ellerimiz dokunamazdı şimdiden geçecekti ömrümüzün üstünden onca yıl savrulacaktık yine bir sonbahar rüzgarıyla… kollarım gibi kırılmıştı gülümsemelerim siyahlara sarılmıştı gözyaşlarım ne güle ne bülbüle selamım yoktu her yanımı saran ne dikenler ne gürültüler dostum değildi sessizliğimde boğulmaksa sensizlik kızıllığa yolculuktur bana düşen… suyunu da havanı da ateşini de toprağını da tane tane alıp gittin hayat durdu… HASAN HÜSEYİN BEYDİL 30/31-Temmuz-2010…01-Ağustos-2010 dehlizlerde
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.