Gönderi

656 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Kemal Tahir - Devlet Ana Türk Edebiyatının unutulmaz isimleri vardır. Hepimiz duymuşuzdur. İşte efendim; Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Kemal, Sait Faik, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edip, Aziz Nesin, Nazım Hikmet ve daha niceleri... Duymuşuzdur duymasına da bunların kaçının hakkında bilgi sahibiyiz? Belki çok az belki de hiç. Mesele bilip bilmemek değil tabi. Yazarının hakkında hiçbir şey bilmediğimiz koca koca kitapları devirmedik mi! Kaç kitabın sayfaları arasına girip, kitapsız yapamayıp kitaplara en baştan dönmedik mi! Kitapsız yapamıyoruz. Şimdi bunun Devlet Ana kitabıyla ne alakası var? Ne bilim, vardır işte tutun bir ucundan ilişkilendirin. Hiç yoksa Kemal Tahir ile ilişkilendirin. Şu koca Türk Edebiyatı mazisinden kimler geldi kimler geçti. Kimilerinin isimleri ölümlerinden sonra nam saldı, kimilerinin isimleri hiçbir zaman nam salmadı. Bilmeyenler için büyük bir gizem gibi duran, bilenler için ise bilgi dolu derin okyanus olan Türk Edebiyatı, öyle görünüyor ki kaderine terk edilmiş durumda. Diyeceksiniz ki hiç mi iyi yazarlar çıkmıyor? Çıkıyor tabi ki ama kaç tanesini sayarsınız tarihe adını yazdıracak olan! Fantastik bir edebiyat almış yürüyor başını. Gençlik romanları adı altında kitaplar, fantastik kurgular sardı her bir yanı. Öyle de güzel reklamları yapılıyor ki şaşa kalırsınız. Paraya mı yoksa edebiyata mı hitap ediyor sistem, artık anlamak zor. Kırmayalım tabi fantastik yazarlarımızı ama okuyucu kitleniz, ağırlıklı olarak liseli kızlar ve onlara öğretici hiçbir şey sunmuyorsunuz. Liseden gelen üniversitede aynı anlayışla devam ediyor. Son zamanlarda sosyal medyada bir söz dolanıp duruyor; “Üniversite açılan illerde kitap, kütüphane sektörleri gelişmiyor; kafe, bar, otel sektörleri gelişiyorsa diplomalı cahil yetiştiriyoruz.” Katılmayan var mı aranızda? Yoktur sanıyorum. Yahu şu koca edebiyat tarihimizden çıkardığımız insanlardan sonra neden böyle oldu? Yakıştı mı şimdi bu isimleri bağrından çıkarmış bir millete! Yakup Kadri, Yaban romanında ne diyor; “Bunun sebebi, Türk aydını gene sensin. Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin. Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserin.” Çanakkale’deki millet de aynıydı, İstiklal Harbindeki millet de. Mesele millet de değil aydınlarıdır. Bizimkiler Amerika’yı, Avrupa’yı iyi bilirler de dönüp kendi ülkelerini tanımazlar. Kitaplar... Kitap okumanın iyi bir işe sahip olmayla bir ilgisi var mı yok mu tartışılır tabi. Ama kitap okumanın iyi bir bakış açısı kazandırdığı da muhakkak. İşte o bakış açısını kazandığınız yaş ne kadar erkense ilerinizin de o kadar parlak olması muhtemel hale geliyor. Geleceğinizi kendi ellerinizle şekillendirmek istemez miydiniz yani. Tanrıcı bakış açısıyla yaklaşmayın bu olaya. Başka bir şeyden söz ediyorum. Bakın Atatürk 4 yıl işgalcilerle savaştı, 15 yıl cahillerle savaştı. Cehaletle olan savaş hala bitmedi. Ve en büyük savaşımız işte bu cehalet düşmanına karşı olan savaştır. Cehaletin silahı öğretmemek, cehalete karşı silah ise öğretmek. Yani Kitaplar, cehalete karşı verdiğimiz savaştaki en büyük silahlarımızdır. Ama bakıyorsunuz ki bizim toplumumuzda insanlarımız, kişinin elinde kitap görmeye dursun. Koşarak kaçıyor yanından! I.Dünya Harbinde genç bir yedek subaydır Şevket Süreyya Aydemir. Askerlerine sorar; biz hangi dindeniz? İmamı Azam diyeni de çıkar, Hz.Ali diyeni de. Köyünde cami olanları sorar birkaç kişi, köyünde mektep olan hiç kimse yok. Biz Türk değil miyiz der, ‘estağfurullah’ derler. Ve yazar; “Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk’tük. Bu Ordu Türk Ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk.” Kitaplardan KDV alınmaması, mümkün mertebe indirimli ve ulaşılabilir kılınması gibi çalışmalar, hiç ama hiç inandırıcı değil. Çünkü siz, kitap okuyan herkese marjinal yaftasını yakıştırıp, edindikleri bilgiyi arz eden herkesi de cezalandırırsanız inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Ve böyle bir ortamda, kendisini güvensiz hisseden zeki beyinler, takdir edilir ki Amerika ve Avrupa ülkelerine göç ederek, o ülkelerin katma değerini artırırlar. Bakın size bir örnek vereyim; bu yılın Haziran ayının sonlarında Ruanda Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Richard Sezibara şöyle bir açıklama yapmıştı; “Sömürgeci güçler, 1931’de halkımızı etnik köken ve cinsiyete göre ayırmak istediler. 1994’de maruz kaldığımız soykırımın kökenlerini 1930’lu yıllarda attılar. Bizi bir arada tutan tarihi yapıyı yok ettiler, tarihimizi çöpe attılar. Şayet benimki gibi tek bir halktan, tek bir kültürden, tek bir dile sahip bir ülke, soykırıma yol açabilecek bir izolasyon yaşayabiliyorsa, dünya üzerindeki hiçbir ülke güvende değildir.” Evet, Sezibara haklı bir serzenişte bulunuyordu. Milli bir eğitimin, milli bir tarih şuuruyla ve dünyaya kapalı olmayan çağdaş bir eğitim sistemiyle verilebileceğini unutmamalıyız. Bugün coğrafya ve tarih seçmeli ders oluyorsa kusura bakmayın, bizi de büyük bir izolasyon bekliyordur. Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşan, seslendirmesini Genco Erkal’ın yaptığı ve müziklerini Fazıl Say’ın çaldığı Nazım Oratoryosunu izleyin lütfen. Duygularınızı hareketlendirecek bir görsel ve dinlence şöleni. Devlet Ana kitabı da böyle bir dönem romanı. Salt okuma için okunursa anlaşılamayacak ama düşünsel hayal gücünüzü çalıştırırsanız sizi o dönemlere götürecek olan bir dönem romanı. Sorumluluğumuz büyük! Kitap bitti ama aklıma gelen ilk şey şu oldu; “...vatan kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan...”
Devlet Ana
Devlet AnaKemal Tahir · İthaki Yayınları · 20137bin okunma
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.