Gönderi

232 syf.
6/10 puan verdi
Geçenlerde edebiyat dergisi takip etmekten kitap okumaya vakit ayıramaz oldum demiştim ama günümüz yazarlarından haberdar olmanın en iyi yolu dergiler. Necip Tosun, Güray Süngü, Mehmet Kahraman, Emin Gürdamur farklı yönleriyle dikkatimi çeken isimlerden bazıları. Emre Ergin de yukarıdaki listeye dahil olan bir başka isim. Post Öykü dergisinde karşıma çıkan yazar, “hukuki bilim kurgu” türünde denilebilecek bir öyküyle ilgimi çekmişti. Hikâyenin geçtiği dünyada, eski eşyalarını tutmaya devam edenler bu eşyalar için vergi ödüyorlardı (zira bu eski eşyalar tüketimin artmasına maniydi). Dergilerde okuduğum tanıtım yazılarından hareketle, yazarın Beş Kere Halil isimli romanını da okudum. Üst kurgu eserin türünü romana doğru itse de, aslında bu anlatıya beş ayrı uzun hikâye olarak da bakılabilir. Bu hikâyelerin çoğu yönü birbirine benziyor, hepsini birbirine bağlayan ama aynı zamanda birbirinden ayıran yönünü saymazsak: Halil. Halil her bir anlatıda farklı bir Halil gibi ama aynı zamanda da değil gibi. Yazar, bu belirsizlik üzerine inşa ediyor üst kurgusunu ve bu birbirine bağlı ama birbirine bağlanamayan hikâyelerden anlam üzerine düşündürücü bir roman kurguluyor. Akıcı üslûp ve yenilikçi anlatım yöntemleriyle parlayan romanın, bütününe bakıldığında buruk bir tat bıraktığını ifade etmek gerek. Belki de gerçeküstü dünyayı yadırgayışımdandır bunlar. Yukarıda belirttiğim üzere, Beş Kere Halil beş bölümde beş hikâye anlatıyor (Olayların bağlandığı son birkaç bölümü beşinci hikâyeye dahil edebiliriz.). Bu beş bölüm de aynı mahallede, aynı kişilerle, yakın zaman dilimlerinde geçiyor. Ancak ortada bir gariplik var ve bu güzel bir gariplik: Bu beş bölümdeki hikâyelerin merkezinde bulunan Halil, farklı kişiler. İlk bölümde oğlancı, Kırım göçmeni yalnız bir ihtiyar Halil. Bir oğlanı (Giray) gece vakti elinden tutup bir yere götürdüğünü gören Halide teyzenin peşinden gidiyoruz bu ilk bölümde. Yazarın işi hiç uzatmadan, sarsıcı bir giriş yaptığı bu ilk bölüm, sonraki bölümlere yönelik heyecanı artırıyor. Bölümlerin her biri bir karakterin ağzından, röportaj veriyormuşçasına anlatılıyor. Röportaj tekniğinin ilerleyen kısımlarda romana yük olacağını düşünüyordum; ama öyle olmamış. Hem yazar çoğu zaman röportajcının varlığını unutturuyor. Zaten röportajcı kızın varlığı da teknik bir unsurdan ziyade kurguya yönelik. Neyse, oralara girmeyelim şimdilik. Bu ilk bölümün belli bir heyecan uyandırmasının bir başka nedeni ise, bölümün fantastik ya da gerçeküstü diyebileceğimiz bir şekilde noktalanması. Mantıklı bir açıklama beklentisi vardı bende nedense, bu da heyecanımı artırıyordu. Bir sonraki bölümde ise Giray anlatmaya başlıyor. En azından çocuğun iyi olduğunu anlıyoruz; bu da heyecanı bir nebze düşürüyor. Bu bölümle beraber, hikâyelerin geçtiği mahallenin inşasına girişiyor yazar. Çocuk anlatıcı bu noktada yazarın avantajı; çünkü yazara en çok da çocuk anlatıcı dilinden konuşmak yakışmış. Romanın en parlak bölümü olduğunu düşündüğüm (bir başka bölüm olan) Ercan bölümü de yine bir çocuğun ağzından zaten. Bu güzel anlatım, sizi romanın dünyasına iyice dahil ediyor. Her bölüm olayların -tabir çok doğru olmasa da- başa sarması, her anlatıcının (başka bir) zamanda geri gidip sonra diğer (ama başka bir) anlatıcının bıraktığı yerden biraz daha ileri gitmesi heyecanı diri tutuyor, boşlukları tamamlamaya çalışıyorsunuz. Ama, yukarıda bahsettiğim üzere, ortada büyük bir sorun var: Herkesin anlattığı Halil farklı. Evet, her bölümde yine Halil’in çocukla beraber gece vakti kaybolması var; ama Halil hep farklı. Bu açıdan ortada oldukça farklı ve düşündükçe hoşa giden bir yönü var romanın: Bir yandan polisiye bir romandaki gibi bir yapbozu tamamladığınızı hissediyorsunuz; ama öte yandan da parçaların her ne kadar birbirlerine uysalar da farklı resimlerden olduğunu görüyorsunuz. Sanki, bu mahalle beş kere gerçekleşiyor gibi bir durum var ortada. Bölüm isimlerinin de Birinci Bölüm, İkinci Bölüm, Üçüncü Bölüm gibi belli bir kalıpta sahip olmaktan ziyade başka kitaplardan toplanmışçasına Bölüm 1, Kısım İki, 3. Parça gibi bir isimlendirmeye sahip olmasını da yine buna yoruyorum. Yani, bu roman belki de beş farklı şekilde yazılmıştı da biz her birinden birer bölüm okuyoruz gibi bir durum var ortada. Bu haliyle elimizde güzel bir fikir var gibi görünüyor. Sonuca ilerlemeden önce, üçüncü bölüm olan Cemil ile devam edelim. Üçüncü bölümün Cemil’e ait olması önemli; çünkü Cemil ilk bölümde akıbetini merak ettiğimiz Halide teyzenin eşi. Bu bölüm, her bölümde farklı bir hikâye okuyormuşuz gibi olmasına rağmen, tüm anlatılanların bir şekilde anlamlı bir bütüne kavuşturulacağı hissini artıran bölümdü benim için. Evet, yine fantastik bir şekilde bitiyordu; ama yine de bu fantastik kısımların dahi romanın kendi dünyası içinde makul bir açıklaması olacaktı diye bekliyordum. Dördüncü bölüm olan Ercan da (Giray’ın arkadaşlarından biri) bu yöndeki düşüncemi kuvvetlendirmeye devam etti, çünkü üçüncü bölümle sıkı sıkıya bağlı bu bölüm. Olaylar iyice çığırından çıksa da, bir bütünlük hissi vardı. Bu çığırdan çıkmaları siz de tahmin ediyorum ki eğlenerek okuyacaksınızdır. Ben açıkçası çok güldüm. Bu eğlenceli bölümden sonra ise bu defa mahalle camisinin imamı Osman hocaya geçiyoruz. Osman hocanın Halil’i çok daha farklı: Bu Halil hem engelli, hem de Cemil Bey ile Halide Hanım’ın torunu. Bu büyük değişim, her şeyin anlamlı bir bütüne kavuşacağına dair düşüncemin zedelendiği yer oldu. Yine bir şekilde bir bağlantı kurulacaktı bu beş Halil’de; ama beklediğim bağlamdan git gide uzaklaşıyordu roman. Yine de, bu bölümün duygusal yoğunluğu hayal kırıklığını unutturacak cinsten. İnsanın en güzel şekilde yaratıldığını ifade eden Tin Suresi’nin 4. ayet-i kerimesine takılan engelli Halil, kendisinin nasıl olur da mükemmel olduğunu sorgular. Çünkü yürüyenler vardır, o ise yürüyememektedir. Halil’in imam ile arasında geçen konuşmaları, imamın bocalamaları, Halil’in kırgınlığı, cemaatin soruya cevap arayışı; her biri güzellikle işlenmiş. Sonra ne mi olmuş? Sonrasını bırakalım diyesim geliyor açıkçası. Hikâyenin sonunu faş etmek istemem tamamen; ama en azından şunu söyleyebilirim ki başta sizi romana bağlayan hususların hiçbiri çözüme kavuşmuyor. Tamam, diyeceksiniz, böyle deneysel, postmodern, fantastik sınıflara dahil edilebilecek eserlerde bu çok normal. Hem, bu beş Halil’i, kelimelerin anlamları üzerinden birbirine bağlayan bir üst kurgu var, daha ne olsun? Bir şeytan var romanın kilit noktasında. Evet, aslında anlatılmak istenen, işaret edilen mesele önemsiz de değil; ancak bunu anlatmak için bütün romanı tabiri caizse heba etmeye gerek var mıydı emin değilim. Ya da tersten söyleyelim: Bunu anlatmak için önceki dört bölüme ihtiyaç var mıydı? Halil ile çocuğa ne olduğu ve bunun benzeri bir sürü soru bir amaç olmaktan çıkıp araca dönüşüyor. Yazar bunun olacağının ipuçlarını özellikle beşinci bölümde bolca veriyor; ama, yine de, olmuyor. Bir kopukluk mevcut. Beşinci bölüm ve kitabın geri kalanı, kendi başına bir uzun hikâye olarak değerlendirilebilir. Ancak önceki dört bölüm için bunu söylemek pek mümkün değil. Bu dört bölüm farklılıklarına rağmen öyle ya da böyle birbirine bağlı. Bu yüzden okur olarak beşinci bölümün de bu diğer dört bölüme bağlı olmasını ve ortaya başka bir sonuç çıkarmasını beklemek de normal geliyor. Bu haliyle, yazarın dört bölüm boyunca bizi sadece oyaladığı izlenimine kapılıyorum. Ne yapılabilirdi diye düşünecek olursak, bir çözüm, bu diğer dört bölümün gizemlerini, bir diğer bölüme aktarıyor gibi göstermeden, farklı farklı şekillerde sonuçlandırmak olabilirdi. Sonlandırmak değil, sonuçlandırmak. Yani her bir bölümün kilit noktası olan Halil’e ne oldu sorusunun cevabını iyi-kötü verebilmek. Yazar bize Halil “şu” demekten çekiniyor roman boyunca, farkındayım, romanın temeli de bu; ama cevap olmaması ile bir sürü farklı cevabın olması da herhalde aynı kapıya çıkabilirdi, çıkarılabilirdi. Bir diğer seçenek ise, beşinci bölümdeki kilit noktayı diğer bölümlere de yedirmek olabilirdi. Bilemiyorum, belki de “gerisi” okura bırakılan, illa her ayrıntısı tamamlanmayan deneysel anlatıları benimsememiş de olabilirim. Belki siz benimseyecek olursunuz. Ancak bu haliyle benim gördüğüm, nihayete ermeyen dört bölümlük bir roman ve ilginç bir uzun hikâye olan beşinci bölüm ve son kısımlar şeklinde. Özetleyecek olursak, ben Beş Kere Halil’de menzili değil yolu sevdim. Özellikle de çocuk anlatıcıların olduğu bölümleri keyifle, yukarıda belirttiğim mükemmel insan tartışmalarını üzüntüyle, Halil kelimesinin anlamlarını da gülerek okudum. Sonra o yoldan bariyerleri geçerek çıkıp, hiçliğin ortasına vardım. Eğer bariyerlere çarpsaydım, çarpıcı okuma tecrübesi kazanımım olurdu; ama çarpmadım bariyerlere, temas etmeden geçtim onları. Haliyle, bir şeyler eksik kaldı. Yine de ilk beş bölümdeki güzel anlatımın bende bıraktığı bir iz var elbet.
Beş Kere Halil
Beş Kere HalilEmre Ergin · İz Yayıncılık · 201719 okunma
·
33 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.