Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

231 syf.
6/10 puan verdi
Cengiz Aytmatov’un yeri bende çok özeldir. Lisedeyken okuduğum Gün Olur Asra Bedel isimli romanı, edebiyata olan ilgimi artıran romanlardandı. Yıllar sonrasında okuduğum Beyaz Gemi ise çok daha küçük ama yine de çok güzel bir romandı. Cengiz Han’a Küsen Bulut, Gün Olur Asra Bedel evrenine küçük bir kaçamak iken yazarın en son yazdığı roman Ebedi Gelin – Dağlar Yıkıldığı Zaman ise tüm bunlardan daha farklı olsa da Aytmatov romanlarının en ayırıcı özelliğini barındırmaya devam ediyordu: Kültürden beslenme. Aytmatov’un Türkiye’de sevilmesini sağlayan ve onu başarılı bir edebiyatçı kılan en önemli unsur, -bence- Aytmatov’un Kırgız kültürel birikimini romanlarına ustalıkla aktarabilmesidir. Eserlerindeki kültürel zenginlik sayesinde hem Sovyet döneminin hatırlanması istenmeyecek sıkıntılarını geniş kitlelere duyurabilmiştir, hem de Sovyet rejiminin kültürel kıyımına karşı Kırgızları diri tutabilmiştir. Bu anlattıklarımın ışığında, Elveda Gülsarı’yı nereye konumlandırmam gerektiğini bilemiyorum. Bu yüzden de bu roman hakkında diğer okuduğum romanlar kadar olumlu düşünemiyorum. Elveda Gülsarı kötü bir roman değil; ama maalesef sadece Aytmatov’un “bir başka romanı” diyebileceğimiz bir eser. Roman Gülsarı isimli atın hayatı eşliğinde Tanabay Cangeldin isminde devrime inanmış bir Kırgız’ın hayatını anlatıyor. Romanın ilk yarısı çoğunlukla Gülsarı üzerine kurulu. Tanabay ile olan bağı günden güne güçleniyor, aynı zamanda bu günlerde Kırgız kültürüne çeşitli at oyunları aracılığıyla şahitlik ediyoruz. Romanın renkli kısımları diyebiliriz buralara. Sonrasında ise Gülsarı Tanabay’dan ayrılıyor. Elbette ayrılık olabilir diye düşünebilirsiniz; ama bu ayrılık çok uzun süren ve romanın istikametini tamamen değiştiren bir ayrılık oluyor. Bir at ile bir insanın dostluğu hikâyesi bir anda rejim eleştirisine dönüşüyor. Tanabay’ın parti içindeki sıkıntılarını; yoksulluğu, adam kayırmaları, imkânsızlıkları Aytmatov akıcı bir şekilde anlatmaya başlıyor. Bu kısımlarda çarpıcı manzaralara da yer veriliyor; özellikle kış vaktinde gebe koyunların çatısı akan bir koraya yerleştirilmesi, koyunların ve yeni doğan kuzuların soğuktan ve açlıktan telef olması; tüm bunlar olurken Tanabay ve ailesinin boşuna çabalamaları, romandaki en dokunaklı yerlerden. Bu sıkıntılardan sonra devrime inancı sarsılan Tanabay, üst makamdakilere sataşır ve bunun sonucunda partiden atılır. Bu olayların arka planında aynı zamanda iki yakın arkadaşın ayrılığı da vardır, ki bu ayrılık, ölümü de beraberinde getirecektir. Romanın bu ikinci kısmındaki en büyük sıkıntı, olayların akıcılığı uğruna karakterlerin yeterince işlenmemesi. Bu sorun, romanın ilk kısımlarında Gülsarı’ya gösterilen özeni de hesaba kattığınızda, daha büyük bir sorun olarak kendini belli ediyor. Ya ilk kısım ya ikinci kısım olmasaydı diye düşündüm romanı okurken, bir türlü bu iki kısmı bir bütün olarak göremedim. Bu sorunu, insan hayatının değişebildiğini, onu çeşitli evrelere ayırabileceğimizi düşünerek olağan karşılamak da mümkün tabii ki; ancak yine de roman, kararsız görünüyor. Bu kararsızlık okurun romanın dünyasına girmesine mâni oluyor. İspat etmek gerekirse de, romanın dünyası ancak yukarıda bahsettiğim koyun bahsinde sizi ele geçirmeye başlıyor, ki bu da romanın sonlarına doğru zaten. Olumsuz eleştiriler sıraladık ama olumlu yanlar da var elbette. Tanabay’ın eşi Caydar mesela, ilgi çekici bir konumu var ama yeterince işlenmiyor. Öncelikle, kendisini aldatan kocasına karşı verdiği tepki sadece basit bir sitemden ibaret kalıyor; günümüz şartlarında bu tepki fazlasıyla yetersiz görünse de, konar-göçer bir toplumun değer yargıları açısından ilgi çekici bir ayrıntı. Öte yandan Caydar’ın romanın ilerleyen kısımlarında bitmeyen azmi ve kocasına destek çıkışı ve kimi zaman öncü oluşu da güçlü bir kadın izlenimi veriyor. Kadın, erinin arkasında duruyor olsa da, bu aynı zamanda ona arkadan destek olmak demek ve daha da önemlisi onu kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilmek demek. Caydar gibi orijinal sayılabilecek bir karakter varken karı-koca ilişkilerinin daha fazla işlenmesini isterdim. Daha fazla işlenmesini istediğim bir başka karakter ise Gülsarı idi. Gülsarı bir karakter çünkü yazar özellikle ilk kısımlarda onu bir karakter gibi özenle işliyor. Onun saf bir tay olduğu günlerden tutun da, deli dolu koştuğu Kırgız oyunlarına, kısraklara yanaşma çabalarına, iğdiş edilmesine kadar, acısıyla tatlısıyla, güzelce işleniyor bu şahane at. Bu yüzden Tanabay’ın Gülsarı’dan ayrılığı okuru fazlasıyla üzüyor. Tanabay onu ömrünün geri kalanında ara ara gördükçe, tıpkı Tanabay gibi, ondan ayrılmak istemiyorsunuz; ama ne yaparsınız, kader. Roman hakkında yazdıkça fark ettim ki Elveda Gülsarı başta söylediğim kadar da fena bir roman değil. Belki de sadece kişisel beklentilerime uymadığı için romanı tam anlamıyla benimseyememiş de olabilirim; ama romanın diğer Aytmatov eserlerine kıyasla daha yüzeysel kaldığını düşünüyorum. Romanı okunmaya değer kılan unsurun Aytmatov’un Kırgız kültürünü kanlı canlı göstermesi olduğunu düşünüyorum. Onun dışında, atlara, insan-hayvan dostluğuna ya da Aytmatov’a özel bir ilginiz yoksa, Aytmatov’un çok daha iyi eserleri var.
Elveda Gülsarı
Elveda GülsarıCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202016,2bin okunma
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.