Gönderi

11) Rene Descartes ( Rüyada Olabilir miyim?)
Felsefe, Rene Descartes’ın entelektüel ilgi alanlarından sadece biriydi. Oldukça başarılı bir matematikçiydi ve asıl şöhreti “ kartezyen koordinat sistemi’ni keşfetmesinden ileri gelir. Söylentiye göre, tavanda gezinen bir sineği gözleriyle takip ettiği sırada, sineğin farklı noktalardaki konumunu nasıl tanımlayacağını merak etmesi kartezyen koordinat sistemini bulmasını sağlamıştır. Bilim de onu cezbederdi, hem astronom hem de biyologdu. Filozof olarak şöhreti, çoğunlukla bilginin sınırlarını incelediği Yöntem Üzerine Konuşma ve Meditasyonlar adlı kitaplarına dayanır. Birçok filozof gibi Descartes da bir şeye neden inandığını sorgulamadan hiçbir şeye inanmaz, ayrıca tuhaf ve diğer insanların aklına gelmeyen sorular sormaktan zevk alırdı. Hayatın her şeyi sorgulayarak geçmeyeceğinin Descartes da farkındaydı elbette. Hiç şüphesiz Pyyrhon’un da farkına vardığı gibi, çoğu zaman hiçbirşeye güvenmeden yaşamak epey zor olmalıydı. Ne var ki, Descartes’e göre hayatında bir kez bile olsa, ne olursa olsun, doğruluğundan emin olduğu bir şeyi bulmak bu sıkıntıya değerdi. Gerçek bilgiye ulaşmak için geliştirdiği yöntem kartezyen şüphecilik olarak bilinir. Bu yöntem oldukça basittir. En küçük bir doğru olmama ihtimali taşıyan hiçbir şeyi doğru kabul etmeyin. Descartes, inandığı birçok şeyi gözden geçirip göründükleri gibi olduklarından kesinlikle emin olup olmadığını sorgulardı. Dünya, gerçekten kendisine göründüğü gibimiydi? Rüya görüp görmediğimizden emin olabilir miydi? Alarmınız çalıyor, kapatıp yataktan kalkıyorsunuz, giyiniyorsunuz, kahvaltınızı yapıyorsunuz ve güne başlıyorsunuz. Ama sonra beklemediğiniz bir şey oluyor; uyanıyorsunuz, gördüğünüz sadece bir rüyaymış. Bu rüyalar “ yalancı uyanıklık” olarak bilinir ve oldukça gerçekçidir. Descartes’ de zamanında böyle bir rüya görmüş ve hakkında düşünmeye başlamıştır. İnsan rüya görmediğinden nasıl emin olabilirdi? Descartes, kesinlik arayışına duyular yoluyla elde edilen kanıtlarla başladı. Duyularımızın bizi bazen aldatabileceği sonucuna vardı. Şüpheyi gittiği yere kadar götürüp, herhangi bir kanı ya da inanç için “ Rüyada olabilir miyim?” sınamasından daha zorlu bir sınama bulur. Descartes, inanılmaz derecede zeki ve güçlü, ama aynı zamanda kötü niyetli bir cin hayal edin der. Belki de şu an evde oturup dizüstü bilgisayarımdan yazı yazdığım yanılsamasını yaşatıyor, ama aslında ben Fransa’nın güneyinde bir sahilde uzanıyorum. Ya da belki kötü cinin laboratuvarındaki rafta sıvıyla dolu cam kavanozun içinde duran bir beyinim sadece. Beynime yerleştirdiği kablolarla elektronik mesajlar yollayarak, bana aslında yaptığım şeyden tamamen farklı bir şey yaptığım izlenimini veriyor olabilir. Descartes’in bir sonraki adımı felsefenin en iyi bilinen ifadelerinden birini doğurdu. Çoğu kişi anlamını anlamasa da bu alıntıyı bilir. Descartes’e göre bir cin var olsa ve onu kandırsa bile, o cinin kandırdığı bir şey olmalıydı. Bir düşünceye sahip olduğu sürece o, Descartes, var olmak zorundaydı. Var olmasaydı, cin onun var olduğunu düşünmesini sağlayamazdı, zira var olmayan bir şey düşüncelere sahip olamazdı. Descartes’in bu durumdan çıkardığı sonuç, “ Düşünüyorum, öyleyse varım” oldu. Bunu kendinize de uygulayabilirsiniz; düşünceye ve duyuma sahip olduğunuz sürece var olduğunuzdan şüphe etmeniz imkânsızdır. Ne olduğunuz başka bir sorundur, bir bedeninizin olup olmadığından veya görebildiğiniz ve dokunabildiğiniz bir bedenenizin olup olmadığından şüphe edebilirsiniz. Fakat bir tür düşünen şey olarak var olduğunuzdan şüphe edemezsiniz. Bu, kendi kendini çürüten bir düşünce olurdu. Kendi varlığınızdan şüphelenmeye başladığınızda, şüphe etme edimi düşünen bir şey olarak var olduğunuzu kanıtlar. Bu size fazla önemli gelmeyebilir ancak Descartes için kendi varoluşundan emin olmak çok önemliydi. Bu sayede her şeyden şüphe eden Pyyrhoncu Şüphecilerin yanıldıklarını anladı. Bu kartezyen dualizm (ikicilik) olarak bilinen şeyin de başlangıcı oldu. Kartezyen dualizm zihninizin bedeninizden ayrı, ama onunla etkileşim içinde olduğu düşüncesiydi. **Descartes’in sonucuna göre dünya vardır ve algıladığımız şeyler hakkında bazen yanılsak da aşağı yukarı göründüğü gibidir. Buna karşılık bazı filozoflar bunun hüsnü kuruntu olduğuna ve kötü cinin Descartes’i 2+3=5 düşüncesinde aldattığı gibi Tanrı’ nın varlığı konusunda da kolayca aldatmış olabileceğine inandı. İyi bir tanrının var olduğundan emin olmadan, Descartes kendisinin düşünen bir şey olduğu bilgisinden ileri gidemezdi. Saf şüphecilikten bir çıkış yolu gösterdiğine inanıyordu ancak onu eleştirenler bu konuda halâ şüphelidir. Gördüğümüz üzere Descartes, Tanrı’ nın varlığını kendisini tatmin edecek ölçüde kanıtlamak için ontolojik argümanı ve ikinci ispatı kullanıyordu. Hemşerisi Blaise Pascal ise neye inanmalıyız sorusunu çok daha farklı bir yaklaşımla ele aldı.
Sayfa 100Kitabı okudu
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.