Gönderi

İnsanlığın faniliğiyle, inkâr edilemez, tüyler ürpertici gerçekliğiyle vahşice burun buruna getirilmiştim. Hayatımda ilk defa, Dünya'nın ölebileceğini kavradım gerçekten. Giderek daha da tehlikeli hale gelen zamanlarda dünyamızın narinliğinin farkına vardım... ...Yine de, ne yapabilirdim ki? İlk adımım, sorunu taze bir perspektiften görmek adına, olabildiğince geriye çekilmekti. Durumu kavradıkça, vizyonum da genişlemeye başladı. Doğu ile Batı'ya baktığımda gördüğüm, gitgitde artan bir silahlanma döngüsü içinde olduklarıydı. Birbirlerine karşı duydukları dehşetle kuşku, füzelerin sayısıyla beraber artıyor, bu da silahsızlanmayı gittikçe daha uzak bir ihtimal haline getiriyordu. Kademe kademe, açmazın yüreğine yaklaşıyordum. İskender'in dehasını bile zorlayacak bir düğüm vardı karşımda. İki taraf da nükleer çatışmanın intihar anlamına gelecek olası sonuçlarının farkındaydı, ama yine de karşısındaki düşman ya kendilerini geçerse diye yarışı bırakamıyordu. Silahlarından korkuyor, o silahları kaybetmekten korkuyor, gözlerini kırpmaya ya da arkalarını dönmeye korkuyorlardı... Öte yandan, cephaneye yaptıkları masraflar yaşlılarına, hastalarına, evsizlerine, çocuklarının eğitimine harcayacak daha az para kalması anlamına geliyordu. Nükleer stoklar biriktikçe, bilgisayarlar insanların dahiliyetini azalttıkça, kazara kıyametin hayaleti giderek mesafeyi kapatıyordu. Sadece durumun matematiğine bakılacak olduğunda bile, çatışmanın eninde sonunda kaçınılmaz olacağı ortadaydı! Ne var ki, el altında kullanışlı bir çözüm olmadan bulunduğumuz durumun tehlikelerini fark etmek ne işe yarardı ki? İnsanın elinde çözümünü destekleyecek güç olmadıkça... İradesinin uygulanmasını sağlayacak bir çözüm de işe yaramayacaktı... Kaba kuvvet olmadıkça tabii. Bir adım daha geri çekildim, yeniden düşündüm. Başka etmenler ortaya çıktı bu sefer: silahlanma harcamaları uluslararası borçlanma oranlarını artırıyordu. Borç faizini ödemek için de, Brezilya gibi devletler de kendi ormanlarını yakıyordu. Yeniden silah yapımında kullanılabilir, hayati öneme sahip atık üreten nükleer güç, mecburi hale geldi. Savaşın dışında, atom çıkmazı bizi tepetaklak çevresel felakete sürüklüyordu. Jon'un varlığı bunu hızlandırdı ama o kadar da değil. Güç dengesindeki kayda değer herhangi bir değişiklik de benzer sonuçlar verirdi. Yine de, Jon bir şekilde insanlığın sorunlarını simgeliyordu. Gerilimler artarken kostümlü kahramanlar da yükselişten, inişe geçti... Yetmişlerin sonunda dibe vuracağımızı öngördüm. Bu da on yılım var, demek oluyordu. Bu süre boyunca edineceğim servet ve şöhretin beni sonrasında da idame ettirmesi gerekiyordu. Kesinlikle ihtiyaç duyacağım güce, itibara bu şekilde sahip olacaktım. Kamusal itfaiye vanalarının temel patentini geliştirerek, kazandığım gelirle Boyutsal Oluşumlar'ı finanse ettim. Planıma göre, azametli Ramses'in veçhesini üstleneceğim gün için hazırlık yapmam gerekiyordu. Sonrasında, maceracı İskender'i ve koşum takımlarını bir kenara atacaktım. Her adım, neyin söz konusu olduğunun devasa boyutları hep akılda tutularak, çok dikkatli atılmalıydı! Dünya. İnsanlık. Bildiğimiz her şey... "Dünyanın sonu", söz konusu durumun hakkını vermiyor. Dünyanın şimdisi sona erecek, şimdisinden çok daha devasa geleceği de yok olacaktı. Geçmişimizin bile üstüne çizgi çekilecekti. İlkel balçıktan başlayarak süren mücadelemiz, her doğum, her kişisel fedakârlık anlamsız hale gelecek, toz olacak, boşluğun rüzgârlarında yok olup gidecekti. Adına yazılmış plaketi ayda duran Richard Nixon dışında, insanlığa dair hiçbir iz kalmayacaktı. Kalıntılar kum olur, kumlar uçuşur gider... Bütün zenginliğimiz, renklerimiz, güzelliğimiz kaybolacaktı... ...sanki hiç varolmamışçasına.
Sayfa 369 - OzymandiasKitabı okudu
·
15 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.