-Niçin bizim evde kalıyorsunuz? diye sordu.
Şaşkın şaşkın baktım yüzüne. Yüreğime bir şey gelip saplandı sanki. Sonunda kendimi biraz toplayıp:
-Öksüzüm, kimsem yok da ondan, dedim.
-Anneniz babanız var mıydı?
-Vardı.
-Sevmezler miydi sizi?
Kendimi güç tutarak karşılık verdim:
-Niçin... Severlerdi kuşkusuz.
-Fakir miydiler?
-Evet.
-Çok mu?
-Evet.
-Hiçbir şey öğretmediler mi size?
-Okuma yazma öğrettiler.
-Oyuncaklannız var mıydı?
-Yoktu.
-Pasta, şeker almazlar mıydı size?
-Almazlardı.
-Kaç odanız vardı?
-Bir.
-Bir mi?
-Evet.
-Hizmetçiniz falan yok muydu?
-Yoktu.
-Peki hizmetinizi kim görüyordu.
-Alışverişi ben yapıyordum.
Küçük prensesin soruları giderek daha çok etkiliyordu. Geçmişi anımsamak, yalnızlığım, küçük prensesin şaşkınlığı, zaten dolu olan yüreğimi iyice dolduruyordu. Heyecandan titriyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım.
-Evimizde kalmak hoşunuza gidiyor, değil mi?
Karşılık vermedim.
-Güzel giysileriniz var mıydı?
-Yoktu.
-Kötü müydü hepsi?
-Evet.
-Gördüm giysilerinizi, gösterdiler bana.
Bilmediğim, tuhaf bir duyguyla yerimden doğruldum.
-Niçin soruyorsunuz bunları bana? dedim.
Titriyordum. Öfkeden kıpkırmızı olmuştu yüzüm.
-Niçin soruyorsunuz bunları bana? diye yineledim. Niçin alay ediyorsunuz benimle?
Küçük prenses ürperdi. O da kalktı yerinden, ama hemen
bastırdı heyecanını.
-Hayır... dedi, alay etmiyorum sizinle. Anne babanızın
gerçekten yoksul olup olmadıklarını öğrenmek istemiştim, o kadar.
Yine ağlamaya başladım.