Gönderi

17.Asır Şairlerinden Nâili'nin Bir Günü
"Varakların gül–i ter döktü Nâili cûya Bahâr mevsimidir kim bakar risâlelere" Beytinin ise bende bir romanı vardır. Nâili öyle sanıyorum ki, bunu gençliğinde bir gül bahçesinde ve bir ağaç dibinde yazmıştır. İlk önce karşısındaki havuzda yüzen gül yapraklarını görerek, "varakların gül–i ter döktü" diye başlamış sonra onları ömrün büyük timsali olan akarsuya nakletmişti. "Varakların gül–i ter döktü...cûya:" arada üç hece eksikti. Fakat bu kolay, bunu mahlas ile doldurabilir. Varsın matla olmasın da son beyit olsun: "Varakların gül–i ter döktü Nâili cûya" Fakat ikinci mısra...yattığı ağaç dibinde bu ikinci mısraı bulabilmek için Nâili birincisini birçok defa tekrarladı. Bu ikinci mısrada "varakların","gül–i kelimeleri birer cevap isterdi. Bahar mevsimidir... Şüphesiz ki bu ikinci mısra böyle başlayacaktı ve sonuna doğru da kitap risale, defter gibi bir kelime ile varakları karşılayacaktı. Nâili birdenbire o sabahki halini düşündü. Küçük ve taştan bir Enderun odasında ufuksuz bir pencere önünde oturmuş çalışıyordu. Dışarıda bahar vardı. Bu küçük odaya sızabildiği kadar olsa da gene de dardı. Karşı ağacın dallarında hafif bir rüzgar oynaşıyor, bir kuş durmadan ötüyordu. Her tarafa sinen, ılık ve iğvakâr bir koku vardı. Genç Nâili'in pek az tanıdığı kadınların o istedikleri zaman gözlerine verdikleri derin manalı bakış gibi insanı alt üst eden bir koku... Nâili istediği kadar kendini zorlasın, bir türlü elindeki kitaba kapanamıyordu. Gözlerinin önünde satırlar siliniyor, yerlerini acayip hayaller kaplıyordu. Çünkü kendi içinde de bahar vardı. Göz kapakları ağırlaşıyor, asabi müthiş sabırsızlık içinde eziliyordu. Nihayet dayanamadı, elindeki risaleyi bir köşeye attı ve sokağa fırladı. Mademki, bahar vardı ve billur gibi şakırdayan aydınlığı ile arıların, böceklerin bir altın örgü gibi dört tarafı kaplayan vızıltılarıyla, kuşların cıvıltısı ile bu bahar kendisini çağırıyordu...Evet, bunları düşündü ve beytini: "Bahâr mevsimidir, kim bakar risâlelere" diye tamamladı. O bahar gününü akşama kadar bu ağaç dibinde hiçbir şey düşünmeden lekesiz bir göğe bakarak geçirdi. Dönerken gece iyice ilerlemişti. Yolun bir köşesinde bir tahtaboştan karanlıkta birbirine ince dallar gibi sarılan iki ses, iki mırıltı işitti. Kadının sesi kanayan bir yara gibi tazeydi. Genç ömrü, ona henüz bu mahremiyetleri nasip etmemişti. Bütün bir hasret içinde kendi kendine: "Niyâz u nâz miyânında güft–gû tâze... " diye alay etti. Ve o gece yatağına girerken bu üç küçük şahesere rağmen gününü boş geçirmiş sanarak hayıflandı.
·
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.