Gönderi

272 syf.
·
Not rated
“Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum.” Arayış... Necip Fazıl’ın kitaplarının başlangıç teması genel olarak arayıştır. Daha önce okuduğum kitaplarında bu arayışı hep hissettim. “O ve Ben” kitabını da diğer kitapları gibi tiyatrosu zannedip sahaftan almıştım. Eve gelip biraz detaylı incelediğimde tiyatro değil, kitabın bir otobiyografi olduğunu farkettim. Sevdiğim bir yazarı bizzat kendi ağzından, kendi nazarından görmek fırsatı şans eseri elime geçti. Kitaplarının başlangıç noktası “arayış” demiştim. Yazarın hayatının başlangıç noktası da arayış üzerine kurulu. “Hakikat aramakla bulunmaz ancak bulanlar hep arayanlardır. " Necip Fazıl, hem kitaplarında hem hayatında aradığını bulanlardan. O ve Ben Bir otobiyografi için epey farklı bir başlık olarak gelmişti bana. Okudukça zaten yazarın hayatının O’nun üzerine kurulu olduğunu gördüm. Burada O diye bahsettiğimiz: Abdülhakim Arvasi(Üçışık) Kitap üç kısımdan oluşuyor: -Tanıyıncaya Kadar -Tanıdıktan Sonra -O Günden Beri Abdülhakim Arvasi’yi tanıyınca kadar olan hayatında tam bir otobiyografi havasında anlatılıyor olaylar. Böyle diyorum çünkü ilerleyen sayfalarda otobiyografiden ziyade dini bir sohbet şeklinde ilerliyor. Yazarın annesi, ailesi, dedesi her biri birbiriden farklı hayat hikâyeleri ... Beni bütün bunlar arasında en çok kardeşi Selma etkiledi. Duvarlara yaslanarak yürüyen cılız bir ruh olarak kaldı Selma muhayyilemde. Niyetim fazla uzatmadan anlatmak olduğu için son olarak bende bıraktığı en genel intibayı aktarayım. Necip Fazıl, benim sevdiğim ve hakkında az buçuk bir şeyler bildiğim bir yazar olmasına rağmen epey şaşırdığım yeni bir Necip Fazıl buldum kitapta. Şiirinde arayışta olduğu yıllar için “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum.” diyor. Tam 30 yıl tat almadan, huzursuz geçen bir ömrü gördüm. Daha sonra Arvasi’ye rabıta eden Necip Fazıl. O kadar farklılar ki. Yeniden doğsa hayata bu kadar farklı bakabilirdi. Fazla uzatmayacağım. Yazarın “Çile” şiirinin bütün bir ömrünü anlattığını gördüm. O yüzden önce kitabı sonra da muhakkak şiiri okumanızı tavsiye ederim Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum: Kızıl kıyâmet! Dediklerin çıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mâvi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un, Kustum öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünyâ; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikât, al sana rûyâ! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çâre diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünyâ etti hediye. Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamânı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen, hakîkat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! . . . . Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe. Niçin küçülüyor eşyâ uzakta? Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl? Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzab, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azâb; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrârını aç! Annemin duâsı, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! Uyku kaatillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Tesellî pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak. Bu mu, rûyâlarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle... Akrep, nokta nokta rûhumu sokmuş, Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence. . . . . Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesâfelerden! Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. Her gece rûyâmı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık. Büyücü, büyücü, ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehirli kıymık gibi, beynimde. Lûgat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvablarım, tutun elimden; Aynalar, söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mîmârının seçtiği arsa; Hayattan muhâcir; eşyâdan öksüz? Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var, ne hakîkatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabîatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış. . . . . Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamânın, hem geleceğin. Açıl susam, açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde Mâverâ Dede. Yandı sırça saray, İlâhî Yapı, Binbir âvizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr. İçiçe mîmârî, içiçe benlik; Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhûr! Nizâm köpürüyor, med vakti deniz; Nizâm köpürüyor, tâ çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu. Kaçır beni âheng, al beni birlik! Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şâirlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta! Öteler, öteler, gayemin malı; Mesâfe ekinim, zaman mâdenim. Gökte saman-yolu benim olmalı! Dipsizlik gölünde, inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuz'a varmak...
O ve Ben
O ve BenNecip Fazıl Kısakürek · Büyük Doğu Yayınları · 20218.4k okunma
··
51 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.