Gönderi

NE MENEM BİR ŞEYDİR OKUMAK, İNSAN NASIL "OKUR"?..
- "... Hegel, bu yüzden Estetik adlı kitabında en üste koymuş şiiri. Bir şeyin güzelliğini hakkıyla görmek, savunmak için şiire varırız. Hem ihkak-ı hakkı hem de adaleti mümkün kılan, şiirdir. Nereye varır insan okuyunca? İki uç nokta var aslında. Birincisi Elias Canetti’nin Körleşme romanında anlattığı Profesör Kien, yani dünyasız, hayatsız bir kafa. Hayatta kitaplardan başka hiçbir şeye değer vermediği için gittikçe taşlaşan bir insan olmak. Sessiz, takıntılı, pencere sevmez, çocuklardan hoşlanmaz, ölü uygarlıklara hayran bir insan olmak. Kitap tutkusu içten içe bir seçkincilik duygusu üretir. Hümanizmin bilgisi de Avrupa merkezli olmasından ziyade kütüphane ve ansiklopedi kaynaklı olduğu için tek tek insanları sevmeyi imkânsız hale getirir bu yüzden. Hümanizm bunun için adaleti sekteye uğratır. Ne acı ki evrensel dediğimiz hukuk sistemleri hümanisttir. Kemal Tahir’in baktığı yer daha doğru aslında: Herkesi seversek ahlâklı olanlara haksızlık yapmış oluruz. Profesör Kien’e dönecek olursak, dünyaya ayak bastığında o küçümsediği insanların arasında savunmasız bir şekilde helâk olur. Dünyasız kafa hükmünü yitirir kafasız dünyaların arasında. Hayatta tek gayesi olan kitaplar dışında hiçbir şey, insan, aşk, çiçek görmek istemeyen Kien, kitapları da göremeyecek hale gelir sonuçta. İkincisi Yunus Emre’nin önerdiği okuma modelidir: "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır." Yunus Emre kelimeyi nihai amaç olarak değil insanın kendini bilmesinin bir vasıtası olarak görür. Kendini bilmeyeceksen okumanın da faydası olmaz. Ve devam eder Yunus: "Çün okudun bilmedin, ha bir kuru emektir."Okuduklarımız bizi varlığın değil hiçliğin kıyısına getirdiğinde vaktimizi, emeğimizi, kendimizi zayi ettiğimizi anlarız. İnsanın okuyarak nereye varacağına tam olarak kendisi de karar veremez! Bazen okuduklarımız bizi ense kökümüzden kavrayıp pek çok karanlık dehlizlerden geçirir ve bir aydınlığın önüne koyuverir ya da uçurumun. Gazali’nin memleketine dönerken haydutlarla karşılaşmasını hatırlayın. Haydutlar Gazali’nin üzerini ararken içinde önemli bilgiler olan defterlerinin olduğu bohçaya gelir sıra. Gazali, bunlar sizin işinize yaramaz, der. Bunları alırsanız tüm tahsil hayatım zayi olur, der. Gazali belki de en önemli dersi bir haydudun cevabından alır. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle der haydut: "Yeri defter olan bilgi ilim değildir." Ondan sonra belki de Gazali öğrendiklerini deftere değil kalbine yazmaya karar verir. Yeri kalp olan bilgidir asıl bilgi. Kalp çünkü en doğrusunu bilir, renk seçimini en doğru o yapar. Okumaktan gaye kişinin kendisini bilmesi, rengini, tonunu bulmasıdır. Bir de doğru okumak bahsi var. Lichtenberg’in “Önemli olan kişinin neye inandığı değil, inandığı şeyin onu ne yaptığıdır,” sözü bağlamında Mustafa Kutlu’nun Nur karakteri doğru okuduğu için doğru yere varmıştır. Çünkü o daha çok sevmiştir. Tek fark budur aslında: Daha çok sevmek. Bunun ötesi bir bozgundur. Neyi okuduğumuz değil okuduklarımızın bizi neye dönüştürdüğü, nereye götürdüğüdür önemli olan. Biz Türkler için bir diğer okuma modeli de yeniden okumaktır. Tanzimat’tan bu yana yazılan her şeyi yeniden, başka bir gözle, psikolojik eşikleri aşıp yeniden okumalıyız belki de. Buna, Cioran’ın “Gözyaşlarını bile,” sözünü ekleyerek hem de. Öncelikle gözyaşlarını yeniden okumalıyız belki de. Bihruz Bey’in meşe ağacından mamul Avrupai kütüphanesine yakıştıramadığı için bodrum katına gönderdiği kitapları kapaklarını elimizle silerek mesela, yeniden ciltleyerek. Çünkü onlar yanlış ya da eski oldukları için değil, entelektüel kanon öyle istediği için inmiştir aşağıya. Hatırlayalım, Bihruz Bey âşık olduğu anda şiirsizliğini fark eder. Aşkının sonsuzluğu karşısında elindeki sözlükler yetersiz kalmaktadır. Aşk acısından değil kelime acısından kıvranırken –bunu kendisi fark etti mi bilmiyorum- bir gün kalemde (iş yerinde) edebi bir sohbette Lügat-ı Osmaniye’nin yazarının bir İngiliz olduğu kulağına çalınınca – entelektüel kanondan onay alınınca- kitabı yeniden aramaya başlar. Aşktır insana kelimeler aratan. Dante bu yüzden halkının diline dönmüş, dile olan borcunu da bir şah eserle ödemiştir. Büyük kelimeleri büyük aşklar, imkânsız kelimeleri imkânsız aşklar aratır. Gerisi bir bozgunu okumaktan başka nedir? İşte aşkı gördüğünde tanımak içindir şiir. Ama ne yazık hakikatin kitapların dışında olması… Hakikat dışarıdadır. Metnin, kelimelerin, kitapların dışında. O yüzden okuduktan sonra bizi sokağa, hayat davet eden kitapları sevdim ben. Bir dize yazdım: okumayı söktüm göğe bakarak, diye. Aslolan kıvrılarak batıya akan ırmakların vakarını, ekin biçen bir Apaçi prensesinin devasız hüznünü, kerpiç evinin bir odasını dükkâna çeviren ama paraları tanımayan Suriyeli Gürci Nine’nin yüz çizgilerindeki derin bilgeliği okuyabilmektir. Bunu dünya görüşü olanlar okuyamaz. Dünya, sahip olanlara bir görüş verir. Oysa şiirin bilgisi feragat etmenin bilgisidir aynı zamanda. Şiir bir dünya görüşü değil âlem tasavvurudur. Rasyonalitenin açtığı değil şiirin açtığı pencereden kaynağa doğru okursak aklın, dünyanın, aslında atları bir yere bağlamak, sezgi yani ferasetin ise atları serbest bırakmak olduğunu görürüz. Şiir kalbin atlarını o sonsuz boşluğa, altın bozkırlara doğru salma eylemidir. Ama beyaz adamla tanışalı beri atlarımızın daha yorgun göründüğünü biliyoruz. Renkleri solgun ve mahzunlar. Biz de öyle; daha beyaz ama daha az özgürüz. Bunu edebiyatımızın modern bilgesi Ali Ayçil’de çok daha sarih bir şekilde görüyoruz. Bir Dakota bilgesi gibi uzaktan ve samimi konuşurken maruz kaldığımız niteliksizlik suikastının işaretlerini de veriyor Ayçil. Bir hikâyesi var: Hakikatin Atları. Sur Kenti Hikâyeleri ile aynı bilgelik damarından giriyor söze. Hayatın yara, şiir ve hikmet biriktiren tümseklerinden, tehlikelerinden serüvenlerinden kaçarak güvenli bir hayatı seçenlerin sadece hakikatten uzak değil aynı zamanda hayatsız da kalacağını anlıyoruz orada. Sezginin atları serbest bıraktığı, aşkın, şiirin ve bilgeliğin neşet ettiği pıtraklı vadi, altın bozkır işte orasıdır..." (Atakan Yavuz İle Mülakat, Dergah Dergisi)
·
44 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.