Gönderi

Öykü seven değerli okuyucular için, bir zamanlar yazmış olduğum öykümü bugün paylaşıyorum. Okuyunuz... Öğle arası sakinliği hala üzerimde dururken kahvemi keyifle yudumluyordum. İşimin en önemli parçasından birisi de bu güzel kahve alışkanlığımdı. Çalışmalarım sırasında bu şeyi içmekten büyük bir mutluluk duyuyordum ve gün içerisinde belli aralıklarla tekrarlıyordum. İş yerinde “Yönetici” bir kimliğe sahip olduğumdan olsa gerek, yönetmem ve takip etmem gereken insanlar işler bulunuyordu. Bir kadın olarak bu yerlere gelmek beni gerçekten çok zorlamıştı. Kolay çıkmamıştım bu merdivenleri. Hayatımdaki başka güzel şeylerden vazgeçmiştim kimi zaman. Sahip olmaktan mutluluk duyduğum çoğu şeyi çıkarmıştım sahipliğimden. Gerçekten böyle bir kimliğe sahip olmak için çok savaş vermiştim. Ve bu savaşta bir “Kadın” olmak daha da zordu. Nedense böyle düşünüyordum bu vakitlerde. Böyle düşünmemi, masamda duran bardağın içindeki aşırı derecede kafein mi sağlıyordu bilmiyordum ama bu düşünceler kafamdan hep aynı saatlerde geçiyordu. Alıştığım bir durum olduğundan beni fazla etkilemiyordu aslında. Yoğun iş ve kahve temposu devam ederken ofisimin telefonu çaldı. Sekreter arkadaşımın, arayan kişileri hatta bekleterek önce bana soracağını ve benim verdiğim cevaba göre telefonu bağlayacağını çok iyi bildiğim için her zaman ki bilindik cümlelerle telefonu açtım. “Efendim Esracım?” “Merhaba Berfin… Ben Orhan…” Bu olamazdı… Duyduğum bu ses ve bu isim beni dondurmuştu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Telefonu direk kapatmalıydım. Konuşamazdım. Bir an Esra’ya çok büyük bir kızgınlık duymuştum. Bana sormadan nasıl bağlayabilirdi telefonu. Bu işte bir terslik vardı ama bunun şuan bir önemi yoktu. Bu olamazdı. Arayan Orhan olamazdı. Bunca zaman sonra ne diye aramıştı ki. Birkaç saniye bütün duygularım, ruhum, bedenim büyük bir alaboraya yakalanmıştı ve kendime gelip bir şey yapmam gerekiyordu. Ama telefonu kapatmadım ve şaşkın bir şekilde cevap verdim. “Orhan?” diyebildim sadece. Yıllarca bu isim dudaklarımdan hiç dökülmemişti. Yaşanan onca şeyi bir kalemde silip atmış ve adını ağzıma hiç almamayı büyük bir ustalıkla başarmıştım. Ama yıllar sonra şuan, bu ismi söylediğim an içimi tuhaf bir duygu kaplamıştı. Şaşkınlığımı fark edebilmesi için çok zeki biri olmasına gerek yoktu. “Orhan” kelimesinin ardından başka bir cümle gelmeyeceğini anladı ve cevap verdi. “Biliyorum şaşırttım seni. Bunca yıl sonra seni böyle aniden arıyor olmam gerçekten benim içinde çok şaşırtıcı.” Yine cevap veremedim. Birkaç saniye sustuktan sonra devam etti. “Umarım bana kızmamışsındır.” “Yok hayır kızmadım ama çok şaşırdım. Hayırdır?” diyebildim. Bunca yıl sonra bütün hayırlı şeyleri yaşamış da bu durum “hayırsızmış” gibi. Yine o eski masumca gülümseyen ses tonuyla cevap verdi. “Aslında arayıp aramamak konusunda çok düşündüm. Benimle yine konuşmazsın diye düşünmüştüm. Ama sanırım bunca yıl sonra bunu yapmazsın değil mi” dedi. Bu masum ve bir o kadar temiz kalpli çocukça gülüşü o kadar içten o kadar sıcaktı ki, gerçekten de bunca yıl sonra ona kızamazdım. Zaten yıllarca anlamsız bir kızgınlığı beslemiştim içimde. “Hayır tabii ki de. Ne yalan söyleyeyim, aramana her ne kadar şaşırsam da gerçekten çok sevindim.” Dedim. “Nasılsın Berfin? Nasıl gidiyor güzel hayatın?” dedi. Sanki alaycı bir ses tonu vardı konuşmasında. Ama alay etmediğini iyi biliyordum. “İyiyim Orhan. Her şey gayet yolunda. İşlerle uğraşıyorum işte” dedim ve devam ettim: “ Sen nasılsın, neler yapıyorsun, nerelerdesin?” “Ben de iyiyim” dedi ama sesinde ki yalancı tonu hissedebilmiştim. Yalan söylemeyi hiç beceremezdi Orhan ve söylemezdi. Ama yine de devam etti: “Bende işlerle uğraşıyorum. Senin kadar başarılı olmasam da özel bir şirkette yöneticilik yapıyorum” dedi yine alay edercesine. Ama bu sefer alay etmekte haklıydı. Hiçbir zaman onun kadar başarılı olamamıştım. Doğrusunu söylemek gerekirse onun bütün başarılarından anlamsız bir kıskançlık duymuştum her zaman. Kendime şuan daha da kızmıştım. Bencil ve kıskanç bir insandım. Tabii, bunları ona asla itiraf edemezdim. Yine bu itirafı gerçekleştiremeyerek cevap verdim. “Sevindim senin iyi ve başarılı olmana.” dedim sadece. “Sana bir şey söylemek istiyorum” dedi yıllar öncesi o delice sevdalı delikanlı ses tonuyla. Bu ses tonu beni şimdi daha da etkilemişti. Çünkü böyle zamanlarda hep romantik cümleler, sevgi dolu sözcükler kullanırdı. Ama bu sefer duyduklarım hiç öyle olmamıştı. “Biliyorum bunca yıl sonra neden seni bu şekilde aradığımı merak ettin. Seni arayıp aramamak konusunda çok düşündüm. Aslında gerçekten sözümde durup aramayacaktım ama yapamadım. Amacım seni üzmek ya da sinirlendirmek değil asla bunu bilmeni isterim. Şimdi söyleyeceklerimi lütfen iyi dinle.” Dedi. Heyecanım ve merakım son haddine kadar yükselmişti. Öyle ki masamda duran kahve fincanına sımsıkı sarılmış ellerimdeki titremeyi engellemeye çalışıyordum. Heyecanımı gidermek istercesine devam etti. “Birazdan ameliyat olacağım. Beynimde fark edilmekte geç kalınan büyük bir tümör varmış. Doktorlar ameliyat sonrası yaşama şansımın yüzde onlarda olduğunu söylüyorlar. Evet yanlış duymadın sadece yüzde on. Hayatın bana verdiği bu son yüzde onluk şansın bir daha geri gelmeme ihtimalini düşündüm ve ölmeden önce son kez sesini duymak istedim. Vaktin varsa seni son kez görmeyi de çok isterim ama biliyorum ki hayatın bana verdiği o acımasız yüzde onluk şansı sen bana vermezsin. O yüzden yıllarca sesini duymak bile seni bekleyişlerimin bu acımasız sonu için yeterli belki de. Bir cevap verme sakın. Seni bugüne kadar ilk gün ki severek beklediğimi bilmeni istiyorum. Bana “büyü artık Orhan” dediğin zamanlarda ki kadar büyük bir aşkla bekledim seni. Geri dönmeyeceğini çok öncesinden kabullenmeme rağmen yine de beklemeye devam ettim. Seni aramayı çok istedim ama hep geri dönersin, sen ararsın diye bekledim. Ama hayat bugün bana kötü bir oyun daha oynadı işte. Ve sanırım bu son oyunuydu. O yüzden daha fazla dayanamadım ve aradım. Berfin’im… Ben seni gerçekten çok sevdim. Beni bundan sonra iyi hatırla olur mu? Artık her şey için çok geç. Çok geç kaldın… Ama sana hiç kızmıyorum. Hiçbir zaman kızmadım da. Neyse… Sakın üzme kendini olur mu? Bağışla beni böyle bir şeyi sana yaşattığım için. Hem bakarsın belki hayatın bana verdiği o yüzde onluk şansı kullanabilirim. Eğer bunu başarabilirsem, seni tekrar arayacağım. Seni her şeyden çok sevdim Berfin’im…” dedi ve kapattı. Hiçbir cevap beklemeden öylece kapattı. Kendimi tutamadım ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu olamazdı… Bunlar gerçek olamazdı. Ona yaşattığım bunca acıdan sonra, ölüm yatağında bile beni arayıp hala sevdiğini söylemesi olamazdı. İlk kez ölmeyi istiyordum. Kendimden tamamen geçmiştim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve kendime lanetler yağdırıyordum. Orhan beni gerçekten sevmişti. Güzel anılar yaşamıştık. Ama ben onu terk etmiştim. Onun beni sevdiği kadar yüce bir sevgiyle sevememiştim. Ama şuan böylesi çılgınca ağlarken, aslında onu tahmin edemeyeceğim kadar büyük ve tuhaf bir şekilde sevdiğimi anlamıştım. Gururum, kibrim beni ondan vazgeçirmişti. Sevgi bana yetmemişti ve benim o zamanlar aradığım şey, şuan masasında oturduğum bu kariyer denen lanet şeydi. Ondan vazgeçmiş ve istediğim her şeyi kazanmıştım. Ama şuan bunların hiçbirisinin, hiçbir anlamı yoktu. Gerçekten koca bir hiçti her şey. Uğrumda ölebileceğini söyleyen adam, şimdi gerçekten ölmek üzereydi ve ben onu zamanında söylediği bu cümleler için basit ve rezilce görmüştüm. Ne kadar acımasız ve kötü bir insan olduğumu şimdi anlıyordum. Fakat ne yapacaktım ben şimdi. Öylece telefonu kapatmış ve beni mahvetmişti. Bunlar gerçek olamazdı. Bende ölmek istiyordum ilk kez. Bu şekilde daha fazla çalışamazdım. Esra’ya bile hiçbir şey söylemeden öylece ofisimden çıktım. Nereye gideceğimi ne yapacağımı bilmeden atmıştım kendimi dışarıya. Hangi hastaneydi acaba? Cep telefonumdan, hala aklımın derinlerinde bir yerinde kalan numarasını aradım hemen. Maalesef kapalıydı. Yıllarca yapmam gereken şeyi şimdi yapmıştım ve başarısız olmuştum. Gerçekten hayatın en kötü senaryosunu hak ediyordum aslında. Birkaç saat anlamsızca, çaresizce ve delilercesine ağlayarak oradan oraya koşturdum. Onunla konuşmamızdan üç saat geçmişti ki telefonum tekrar çaldı. Numara hiç tanıdık gelmiyordu ve ürkekçe açtım. “Efendim…” dedim ağlamaktan kısılmış ses tonuyla. “Merhaba Berfin ben Hakan” İşte korktuğum şey olmuştu. Bu Orhan’ın en yakın arkadaşıydı. “Efendim Hakan” diyebildim vereceği cevabı içim acırcasına hissederek. “Berfin, Orhan’ı az önce kaybettik. Sanırım seni aramıştı ameliyata girmeden önce. Eğer ölürse derhal seni aramamı söylemişti. Çok üzgünüm.”dedi ağlayarak ve kapattı. İşte hayatım boyunca yaşadığım en büyük acıyı iliklerime kadar hissediyordum. Orhan ölmüştü. Artık yoktu. Onu terk etmiştim ve şimdiyse o beni terk etmişti. Ölene dek seveceğini söyleyen adam, şimdi gerçekten ölmüştü. Bunlar olamazdı… İmkansızdı. Mahvolmuştum. Deliye dönmüştüm. Olduğum yerde öylece kalakalmış deliler gibi ağlıyordum tekrar. Bu nasıl bir acıydı böyle. Ona yaşattığım acıların şiddeti de şuan benim yaşadıklarım kadar var mıydı yoksa o daha mı büyüğünü yaşamıştı. O hak etmemişti benim yaşattıklarımı ama şuan bu acıyı ben hak ediyordum. Neden yıllarca hiç aramadım. Neden? Neden? Neden?... Kendimden nefret ediyordum. Koca bir şeytandım. Evet kesinlikle öyleydim. Anlamsız kibrim, gururum ve acımasızlığım yüzümden hayatımda ki en değerliği varlığı bir anda silip atmıştım. Hem de hiç acımadan. Ne kadar da aptalmışım. Gerçekten şu an ben de ölmek istiyordum. Ama bunu yapabilecek kadar bile cesaretim yoktu, olmamıştı hiçbir zaman. Bütün acı duygularla ve gözyaşlarıyla evime gittim. Bu olanları kimseye anlatabilecek halde değildim. Bütün vücudum, kalbim, ruhum paramparça olmuştu. Kendimi yatağıma attım. Gözlerimin önüne yıllar önceki Orhan geliverdi hemen. Ne çok sevmişti beni. Ne temiz, saf ve yürekli bir adamdı oysaki. Onu gerçekten bende sevmiştim. Bunu ilk kez itiraf ediyordum kendime. Anlamsız, çocukça hırs ve düşüncelerle terk etmiştim Orhan’ı. Bugünden sonra kendimi asla affetmeyecektim ve asla mutlu olamayacaktım. Beni her şeyinden çok seven o iyi yürekli adamı elimin tersiyle itmiştim. Her şeyi şimdi daha iyi anlıyordum. Geç kalmıştım. Her şeye geç kalmıştım artık. İçimde ki bu acı asla dinmeyecekti. Yattığım yatağımdan odamın tavanına dikerken gözlerimi, acımasızca terk ettiğim bu adamın hayalinin beni hala terk etmediğini ve yıllar önceki gibi büyük bir aşk ve sevgiyle gülümsediğini gördüm. Dudaklarımdan süzülen son iki cümleyse, “Beni affet Orhan” oldu. Okan Kuzu
··
108 views
8 okurunun profil resmi
"Geç kalmıştım. Her şeye geç kalmıştım artık." 😕
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.