Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

348 syf.
10/10 puan verdi
Uzun zaman sonra ilk kez bir kitaba tam puan vermeden içimin rahat etmeyeceği hissini tattım. Her şeyi bir kenara bırakarak. Tamam, kitabı teknik olarak değerlendirmek mümkündü, kimi fikirlerine karşı durmak da mümkündü. Hatta bazı fikirleri benim de kabul edebileceğim türden değildi. Kimimiz dine bakışını sevmedik Zorba'nın, kimimiz ise kadınlara olan yaklaşımını. Kimimiz bu kadar hedonist bir yaşamın, içinde bulunduğumuz sistemde mümkün olamayacağını düşünerek fazlasıyla ütopik bir karakter kabul etti Zorba'yı. Kapitalizmin meyveleri karaciğerlerimizde yağlanma yaparken, bu hiçbir yere ait olmayan adamı meczubun teki kabul ettik belki. Sonda söylemem gerekeni başta söyleyeyim: Günün sonunda, hayatınızın Z raporunu aldığınızda, bilin ki Zorba hepinizden daha canlı, daha fazla "yaşamış" olacak, ağzının dolusuyla "yaşadım bre" diyebilecek ve siz onun ağzının içine bakakalacaksınız... Ben de öyle tabii... Zorba ile Patron'un birbirlerini buluşlarında bir acelecilik ve oldubittiye geliş sezsem de, buna talih demek istedi bir yanım. Diğer yanımsa, arkadaşlarımın da bakış açıları sağolsun, Zorba ile Patron'un aslında birbirlerini bulmadıkları, zaten birbirlerinin içinde var oldukları (bir nevi Fight Club etkisi) izlenimini uyandırdı bende. Zorba da Patron'un, toplumsal baskılardan münezzeh yanı yani. Yaklaşımı okura bırakmak gerek... Zorba, başta da değindiğimiz gibi, yaşamanın ne olduğunu bilen, onun dilinden anlayan, onunla dans etmesini ve onu ehlileştirmesini ustalıkla beceren bir karakter. Tıpkı bir orkestra şefi. Tabii orkestrası bilcümle profesyonelden oluşmamakta. Hayatı boyunca aykırı sesler çıkaran elemanları olmuş hayatının. Yalnız bu onu asla başarısız bir orkestra şefi haline getirmemiş. Çatlak sesleri susturmuş, kimine yol vermiş, kiminden uzaklaşmış, kimini ise yola getirmiş. Yoksa gamsız kedersiz bir insan değil bu adam. Derinlerde aldığı birçok yaranın izlerini görmek mümkün. Yalnız bu yaralar, birçok insanda olduğu gibi kavgayı bırakmaya ya da boylu boyunca yere serilmeye değil, daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmaya yaramış. Patron ise tam bir kağıt faresi. Hayata dair bildikleri, okuduklarından ibaret. Burada da şu soru, cevabıyla birlikte geliyor ister istemez: Çok okuyan mı bilir çok yaşayan mı? Cevap: Elbette ki çok yaşayan. Azıcık düzeltelim: Dolu dolu yaşayan. Patron'un yer yer, kağıt fareliği ile geçen bir ömrün pek de kayda değer olamayacağına ayıkması ve Zorba'ya öykünmesi, her ne kadar takdire şayan olarak görülse de nihayetinde karakterinin getirdiği bir takım sıkıntılar dolayısıyla, Zorba sürümünün Patron aygıtına yüklenmesi, aygıtta bir takım sıkıntılara ve de sistemde çökmelere sebebiyet verecekti. Bu nedenle bir dönüşümün olmaması beni memnun etti doğrusu. (Azıcık SPOILER oldu bu sanırım, kusura bakmayın, devamında da olacaktır) Kitabı okuyalı biraz zaman geçtiği ve sıcağı sıcağına yazamadığım için ordan burdan anekdotlarla dolu bir şeyler yazacak gibiyim. Bunun için üzgünüm. Çokça dem vurulan, Zorba'nın kadınlara bakış açısına değinecek olursak, devrine göre gayet beyefendi ve de centilmen bir adam Zorba. Kadınları zevk için kullanıyor diyebilirsiniz, onları aciz veya şeytan gibi görüyor diyebilirsiniz, eyvallah, yalnız şu da var ki kadınlara karşı zorba bir karakter değil kendisi. Adına pek çekmemiş vesselam :) Dul kadın olayında yaptıkları ve Madam Ortans'ın ardından yaşadığı ruh hali, beni kadınları sadece meta olarak kullandığına inandıramaz doğrusu. Yoksa bir kadının yokluğunun etkisi, pek de uzun sürmezdi. Bu konuda epey duygusal buldum kendisini. Bunların yanında, Zorba'nın yaşama dair öğretilerinin yanında aldığımız bir ders daha var ki, yaşam denilen nanenin peşinde illa ki gelir: Ölüm... Zorba'nın belki de hayata dair yenilgiye uğratamadığı ve birçoğumuzun da aynı dertten muzdarip olduğu o kaçınılmaz son. Zorba, ölüm fikrine pek de uzak değil aslında. Onu anlık ve kabullenilmesi gereken bir şey olarak görüyor fakat onun derdi yaşlılıkla. Belki de alışkın olduğu hayatın, yaşlılıkla gelen o acizlikle sekteye uğramasından endişe ediyor. Zorba'yı Zorba yapan da, yaşam şekli elbette. Hep karakterlerden bahsettik, biraz da mekandan bahsedelim. Bize komşu topraklardan gelen bu tatlı "hayat" esintisi, bizi doğal olarak ayrı bir etkide bırakıyor. Nihayetinde içinde kendimizden de birer parça bulduğumuz karakterler, olaylar, ezgiler ya da doğadan manzaralar, biz Türkleri kitaba daha bir yakın hissettiriyor haliyle. Ayrıca bize dair herhangi bir taşlamaya vs. denk gelmemek, aksine hoşça anılmak da ruhumu okşamadı değil hani. Az ama öz sayıdaki tasvirler beni tatlı bir Akdeniz esintisiyle sarmaladı, sonbaharın da son demlerini yaşadığımız şu günlerde. Neticeye gelelim. Daha çok şey yazmak, daha çok şey söylemek ister bu kitap üzerine ama bir kısmı da o, kitabın son sayfasını çevirdikten sonraki hissin zamanla dağılmasından dolayı uçup gitmiş olsa gerek. Şöyle bir sahne çizelim madem: Girit'te sahil kenarında Zorba ile oturup şöyle derinlemesine bir sohbet eder insan. Hayattan, ölümden, kadından, şaraptan, işten güçten dem vurur da vurur. Zorba bunların o kadar da dert edilesi olmadığına inandırır o imrenilesi pervasızlığıyla. Bir an için siz de onunla hemfikir olursunuz, zira öylesi bir aurası vardır ki, ona karşı gelmek içinizden gelmez. Kavgacıdır da ama ona hak vermeniz korkunuzdan değil, aksine ona imrenmenizden ileri gelir. Anlaşamadığınız yerlerde kalkıp hora oynarsınız, belki keyfi gelir, size santur dahi çalabilir. Sizi çok severse sizinle sarmaş dolaş olur ve denizin kenarında uyuyakalırsınız onunla. Ama yollar ayrılmaya durduğunda, yaşamaya devam etmek üzere yola koyulacağınız hayat, Patron'un hayatından hallice olacaktır. Zorba'sı olmayan bir Patron'un hem de... Bu da sistemin küçük bir latifesi olsun artık ne diyelim...
Zorba
ZorbaNikos Kazancakis · Can Yayınları · 202016,1bin okunma
·
92 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.